21 Ocak 2016 Perşembe

Melih Cevdet Anday 100 Yaşında (2) : 'Yarın Başka Koruda' (BBT)


Melih Cevdet Anday'ın 100. doğum yılı sebebi ile sahnelenen Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı Müfettişler'den sonra, aynı sebeple seyirciyi selamlayan Bakırköy Belediye Tiyatroları'nın Yiğit Sertdemir yönetimindeki prodüksiyonunu izlemek istedim. Bence bu sezon Melih Cevdet Anday açısından durgun geçti. İstanbul'da bile ancak yeni yılın ilk günlerinde bir hareketlilik yaşandı (O da tek oyun) 

Yarın Başka Koruda, Melih Cevdet'in absürd oyunlarından biri. Müfettişler de öyle. Demek ki rejisörlerimiz absürd tiyatroya aç ve Melih Cevdet'i bu şekilde seyirciye tanıtmak niyetindeler. Melih Cevdet'in şimdiye kadar en çok oynanan oyunları Mikado'nun Çöpleri ve İçerdekiler. Bu oyunlar Melih Bey'in absürd tiyatro çalışmalarının dışında kalan oyunlar. Yarın Başka Koruda bu nedenle seyirci için 'absürd' (uyumsuz). Oyundan sonra, kimi seyircilerden birtakım sorular aldım. O soruların ışığında oyunun anlaşılamadığını gördüm. Elbette bu anlaşılmazlık sadece metinden kaynaklı değil. Lakin ben yine sıramı bozmayarak önce metni biraz açmak niyetindeyim. Bunun için ilk adım, yazarın oyun hakkındaki düşünceleridir. 


 

Melih Cevdet'in söylemleri içerisinde 'doğa sanıldığı gibi düzenli değildir' ibaresi, bir bakıma Yarın Başka Koruda'nın metinsel kurgusu ile ilintili. Absürd tiyatro örnekleri sıralı (giriş-gelişme-sonuç) ilerleme yolunu seçmemekle birlikte, belirli bir son da oluşturmazlar. Fakat zamansal açıdan bir sırayı takip ederler. Melih Cevdet, oyunu bir ikindi vakti başlatmış ve gecenin karanlık saatlerine kadar sürdürmüş. Uyumsuz tiyatro metinleri çoğu oyun metinlerine göre 'karanlık'tır. Bu karanlık hem karakterlerin çıkmazı hem de az önce belirttiğim gibi zamansal yöndendir. 

Dünyada absürd tiyatro örneklerini, evrenin anlamsızlığı içinde, insanın absürd bir varlık olduğuna yönelik varoluşçu teorilerin merkezinde, Ionesco, Beckett ve Sarte'ın yapıtlarında görürüz. Ionesco'nun oyunlarında dil unsuru anlamını tamamen yitirmiş ve en basit gerçekleri bile ifade edebilme yetisinden yoksundur. Beckett'in karakterleri, neredeyse boş bir sahne üzerinde kendilerini kurtaracak, bilinmeyen, belki hiç görünmeyen, belki de fark edilmeyen hatta hiç var olmayan bir gücü beklerler. Melih Cevdet'in yarattığı karakterler de buna benzerdir. Ben, karakterlere daha yakından bakma taraftarıyım...

Oyunun, görünen sekiz karakteri var. Bu karakterleri dört çift halinde ele alacağım. Kadın ve Erkek'in korunun yanındaki pansiyona geliş amaçları, on üç yıl önce yattıkları odada kalıp, isimlerini kazıdıkları ağacı bulup, anılarını tekrar yaşamaktır. Kadın her şeyi detaylıca hatırlamasına rağmen, Erkek hiçbir şey hatırlamaz. Melih Cevdet, bu anımsamayışın sebebini, Erkek'in geçirdiği beyin rahatsızlığına bağlar. Müfettişler'deki Adam da aynı rahatsızlık içerisindedir. (Melih Cevdet de bir ara beyninden bir rahatsızlık geçirmiş) İşte Melih Cevdet'in 'varoluş' sorunsalını masaya yatırması tam da bu noktada başlar. Aslında Kadın ve Erkek on üç yıl önce o pansiyona gelmemiştir. Kadın, kendine 'anılar silsilesi' yaratıp, bir geçmişinin olduğunu ispat etmeye çalışır. Lakin Erkek, rahatsızlığından dolayı kendine bir geçmiş inşa etme şansına sahip değildir. Bu nedenle eşinin anlattıklarına katılmayı ve bu yolla bir geçmiş oluşturmayı dener. Zaten bütün bir gece koruyu dolaşmalarına rağmen, isimlerinin yazılı olduğu ağacı da bulamazlar. Bu doğrultuda karakterlerin bir adlarının olmayışları (Kadın-Erkek) akla gelir. 

Ev Sahibi Kadın ile Yaşlı Adam için de 'isimsizlik' sorunu, bir başka deyişle var olma mücadelesi kendini hissettirir. Kadın, on üç yıl önce pansiyona gelmediği halde geldiğini iddia ederken, Ev Sahibi Kadın, gelmiş olabileceklerini vurgular. Bunun sebebi, vurgulamadığı takdirde bir geçmişinin olmadığını kabul etmesinde yatar. Fakat Ev Sahibi Kadın kendini var etmek için, Kadın'ın yalanına sığınır ve -en az- on üç yıllık bir geçmiş kazanır. Yaşlı Adam ise bir haftalığına geldiği pansiyonda, Ev Sahibi Kadın'a beslediği hisler neticesinde yirmi yıl kalmıştır. Yaşlı Adam'ın en büyük ideali, altmış beşinci yaş gününü kutlamak istemesidir. Lakin bir türlü bu kutlamayı gerçekleştiremez. İsteğini sıkça dile getirmesindeki neden ise, var olduğunu beyan etmektir. Bir insan doğmuşsa, vardır. 

Buradan hareketle Kız ile Öğrenci'nin durumuna bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Kız ile Öğrenci'nin yaptıkları ilk eylem koruya gidip nişanlanmaktır. Koruda karşılaştıkları Erkek ve Kadın'ın nasihati, çiftin mutlaka ağaca isimlerini kazımaları yönündedir. Kız ve Öğrenci, adsızlıklarından ötürü bunu hiçbir zaman yapamaz. Kız, pansiyona döndüğünde, 'bir kadın hamile olup olmadığını anlamak için ne kadar süre beklemelidir?' diye sorar. Çift, kendilerini doğacak bir bebeğe şartlandırmıştır. Bu şartlandırmanın özünde, bir canlıyı dünyaya getirebiliyorsan, bir başka deyişle doğurabiliyorsan, varsındır mantığı yatar. Edvard Albee'nin 'Kim Korkar Hain Kurttan?' adlı eserinde George ve Martha da hayali bir çocuk yaratmışlardır. Fakat bu hayali çocuk onları iyice yıkıma götürür. Yıkımın köşesinden dönüldüğü an George'un, 'trafik kazası geçirmiş' açıklamasıyla çocuğu zihninde öldürmesidir. Melih Cevdet'in karakteri olan Kız ise, hayali bebeğini öldürmeyerek var olduğunu gösterirken, tüm absürd tiyatro oyun kişileri gibi bir yıkımın pençesindedir. Elbette Öğrenci de bir bebeğe 'can veren' konumunda olduğu için kendini var saymaktadır. 

Orman Bekçisi, birinci perdenin sonuna kadar oyunda gözükmez. Sahnede görünmesi önemli bir haberi ulaştırmak içindir. Bu haber, koruda bir katilin saklı olduğunu ve arama çalışmalarının yapıldığıdır. (Yukarıda fotoğraf halinde paylaştığım yazıyı düşünün) Sonradan anlaşılır ki, diğer tüm oyun kişileri gibi Orman Bekçisi de yalan söylemiştir. Yalanı, katilin kaçmadığına ve kaçma ihtimaline karşı bir uyarı yaptığına dairdir. Aslında Orman Bekçisi'nin bu tutumu, çok eskiden hapisten kaçıp, koruya sığınan katilin hikayesi ile örtüşür. Katil, koruda kimseyle konuşamadığı için sıkılmış ve teslim olmuştur. Orman Bekçisi de korunun içinde bütün gün yapayalnız dolaşmakta ve iletişime geçecek insan aramaktadır. Katil yalanı, pansiyondakilerle iletişime geçmesine vesile olur. 'İletişime geçebiliyorsan, varsın...' İletişimsizlik Melih Cevdet'in hemen hemen her oyununun ana izleğidir. 

Oyunun tek isim sahibi karakteri Madam Rosa'dır. Madam Rosa pansiyonda ölüm döşeğindeki hasta arkadaşı ile birlikte konaklar ve iki dünya arasında mekik dokur. Onun için pansiyonun üst katı ölüm alt katı ise yaşamdır. Belki de bu yüzden bir adı vardır. Oyunun sonunda ölen hasta, tüm pansiyon sakinlerinin ölüm gerçeğini anlamalarına yardımcı olur. Ölümle verilen bir başka mesaj ise, 'birbirinizle iletişim kurmaz iseniz, sonunuz budur' cümlesini aşikar kılar. Ölümün olduğu bir dünyada yaşamak 'var olmak' demektir... 

Yarın Başka Koruda'nın oyun kişileri, eylemden yoksundurlar. Birbirlerinin düşüncelerini 'saçma' olarak değerlendirip, kendilerini anlatma peşindedirler. Gençler, biraz da gençliklerinin vermiş olduğu etkiyle, koruya girmekten korkmazlar. Yaşlılar ise hiç koruyu görmemişlerdir. Koru, oyun kişileri için güvenli bir ortam iken, Orman Bekçisi'nin anlattığı katil yalanı, koruyu tekinsiz bir yer haline getirir. Karakterler, bundan sonrası için pansiyonu bir sığınağa çevirirler. Bu sığınak, iletişim içerisinde olmayan oyun kişilerini iyice izole eder. Kişiler konuşurken, aslında susmuşlardır...

Buraya kadar, metnin daha iyi anlaşılması adına bir çaba sarf ettim. Fakat Yiğit Sertdemir benim bu çabamı geri plana atacak bir reji ile karşımda. Öncelikle oyunu izlemeye karar veren izleyicilerin, birkaç saatini ayırıp, metni okumalarını tavsiye ederim. Hem anlamı hem de tadı başka türlü olacaktır... 

Yiğit Sertdemir'in rejisinde beğendiğim noktaları belirterek başlamak istiyorum. Yiğit Sertdemir rejinin kaburgasını 'umut' üzerine kurmuş. Kırılan iki adet kırmızı çiçekli bardak metaforuna paralel olarak, pansiyondaki iki ölüyü (Ev Sahibi Kadın'ın eşi ve Madam Rosa'nın hasta arkadaşı) temsil eden içi su dolu bardaklardaki kırmızı karanfiller ile sembolleştirilmesi fikrini oyuna son derece uygun buldum. Bu sembol, ölenleri yaşatma adına iyi. Orman Bekçisi'nin yerdeki otlara su dökmesi de yaşatmanın (umudun / dileğin) bir başka emsali. 'Su hayattır.' Avizenin hala yanıyor vaziyette yerde duruşunu 'aydınlığın' süreceğine dair bir işaret olarak aksettirilmesi hoş. Bu iki durum ele alındığında, rejisörün fikirleri elbette desteklenecek türde ama metin düşünüldüğünde, Melih Cevdet'in giderek karanlığa vardığı sonucu daha baskın. 

Kadın'ın, eşinin elinde tuttuğu bıçağa yaklaşması fikri, iletişim izlekli bir oyunda aklıma Edward Albee'nin 'Hayvanat Bahçesi Hikayesi'ni getirdi. Oyunun kahramanları Peter ve Jerry'de iletişim problemi yaşayan iki insan. İletişimsizliklerini kıran nokta ise Jerry'nin, Peter'ın tuttuğu bıçağa kendini atması. Yiğit Sertdemir'in rejisinde de buna benzer bir durum var. Bıçağın batmaması, iletişim probleminin bitmemesine dair doğru bir aktarım. Saat görmeyişime memnun oldum. Durmuş bir saat zamansızlık kavramını ön plana çıkarma adına basit bir işlem olurdu. Bu haliyle çok daha iyi. 

Yiğit Serdemir'in rejisinde tasvip etmediğim nokta, oyunun sahneleniş biçiminin grotesk olması. Grotesk, 'saçma' için uygun bir biçim olabilir fakat Melih Cevdet Anday oyunlarına bir uyum getirdiği kanısında değilim. Keza Müfettişler de aynı idi. Onlara da aynı şeyleri söylemiştim. Melih Cevdet, 'şiirin dili mantığa karşı değil midir?' diye soruyor. Evet karşıdır. Karşı ise şiir dili saçmaya daha yakındır. O halde grotesk biçim tercih edilerek, metindeki şiirsel dili yok etmek niye? Grotesk biçim oyunun başından sonuna etkin olduğu için, otomatik olarak oyunculuk biçimleri de o şekilde. Bu biçim sadece oyuna değil, oyunculuğa da sirayet ettiğinden ötürü görünen fazla kaba. Uyumsuz tiyatronun rahatsızlığı bu olmamalı. Oyuncuların yaptığı 'saçma' hareketler de az önce söylediklerime tabii. 'Zamana takılı kalma' mesajını vermek için bunlar çok fazla. Yanılmıyor isem seyirci seçilen biçim dolayısı ile oyunu algılamakta güçlük çekiyor.  

Öğrenci'nin elleri cebinde gezmesi, Ev Sahibi Kadın'ın kolyesini tutması, temas etmeme (iletişim kurmama) teması için başarılı fakat diğer karakterlerin bu durumdan soyutlanması anlamın bütünlüğü açısından kötü. Edward Albee'nin 'Amerikan Rüyası' aldı oyununda çocuk karakterinin önce gözlerinin oyulması, sonra ellerinin kesilmesi, daha sonra ise dilinin kesilmesi, görmeme, dokunmama ve konuşmama anlamlarını taşıması bakımından iletişim kopukluğunun başka bir örneği. Buradaki dokunuş da bu doğrultuda. Finale doğru çimlere edilen temasları, iletişim ortamının doğması olarak mı anlamalıyım? Öyle ise yine umut açısından peki. Metin açısından haydi! 'Doğayı / yaşamı keşfetme' anlamı taşıyor ise bir derece. 

Öğrenci'nin domuz, Kız'ın kuş oluşu, kanlı sepete konan bohça oyunun zorlaştırıcı etmenleri. Erkek'in, Kadın'ı öldürmek amaçlı koruya sürükleyişi, Orman Bekçisi'nin katil hikayesine dayanak çıkması bakımından ters. Melih Cevdet'in bütün yönleriyle ele alınmasını (uçak sesleri) sevmedim. Bence seyirci adına bu da başka bir anlamsızlık...

Barış Dinçel'in dekor tasarımı, her zaman olduğu gibi, tüm ilgiyi üzerine çekme konusunda çok başarılı. Oyuncu ve üzerindeki kostüm onun için hiç önemli değil. Yönetmenin fikri olduğuna inandığım 'korunun pansiyona (içimize) sızması' durumunda bir anlaşmaya varmamız pek mümkün değil. Yaşamın olduğu bir alan, gerçek ve sembolik ölümlerin baş gösterdiği bir yerde bence fazla aykırı. Kapı ardının karanlık oluşu, bilinmezlik açısından olumlu. Dönemi yansıtabilen dekor, estetik görünümü ile beni kandıramaz! 

Sadık Kızılağaç'ın kostüm tasarımları (Ev Sahibi Kadın'ın yeşillikleri haricinde) hem dönem atmosferinin hem de yaşın bilincinde. Kerem Çetinel'in ışık tasarımına benden bir alkış. İkindiden geceye geçişin bir anda gerçekleşmesi 'zamansızlığa' katılan artı bir değer.

Oyuncular için gerekenleri söylediğimi düşünüyorum. Dicle Akbaş'ı (Kız) çok beğendim. Yetenekli bir genç. Takip edeceğim. Gülce Uğurlu (Kadın), Burak Dur (Erkek), Zeyno Eracar (Ev Sahibi Kadın), Mert Asutay (Yaşlı Adam), Ayşe Demirel (Madam Rosa), Kadir Hasman (Öğrenci) ve Çetin Etili (Orman Bekçisi) kadroyu oluşturan emekçiler. Bakırköy Belediye Tiyatroları'na iki şans verdim. Üçüncü bir şansı hak etmiyor... Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...  

Yiğit Sertdemir bu yıl çok oyun yönetti. Arkadaşlarına özel geceler düzenleyip şarkılar söyledi. Bir de oynadığı oyunlar var. Kendini binbir parçaya bölen Sertdemir'in rejisi de bölük pörçük. Kusura bakmasın...

#MelihCevdetAnday100Yaşında 


Notlar;

Oyun 2 saat 30 dakika / 2 perdedir.
Fotoğraflar bana aittir.

Kaynakça
Oyun metni (Yarın Başka Koruda)
Amerikan Tiyatrosunda Aile ve Başarı Düşü (Ahmet Beşe)
DT Digital Arşivi




Ege KÜÇÜKKİPER
  

18 Ocak 2016 Pazartesi

Kaliteli Bir Oyun : 'Havada Yüzmek' (Jest Tiyatro)


Charlotte Jones'un 1997'de yazdığı Havada Yüzmek, daha önce bir alternatif tiyatro olan Mekan Artı tarafından sahnelenmiş. Devlet Tiyatroları ise Şubat 2011'de onay vermesine rağmen aradan geçen beş yıllık süreçte oyunu sahnelere taşımamış ama -bu- oyuna destek vermiş. (Bence havada yüzmeye cesaret edememiş) Jest Tiyatro'nun bir prodüksiyonunu ilk kez izledim. Repertuarı oldukça farklı ve her çeşit izleyiciye hitap eden türde. Ben artık vodvile kayan romantik komedi oyunlarından sıkıldığım için farklı oyunlar peşindeyim. Havada Yüzmek, metni, anlatım tarzı ve gerçek bir olaya dayanması sebepleriyle benim için farklı... 

Charlotte Jones, Havada Yüzmek'i, okuduğu bir gazete haberinden etkilenip kaleme almış. Londra'da ahlaksal açıdan sakıncalı bulunan iki kadının, sabıkalı akıl hastaları hastahanesinde geçirdikleri 50 yılı (1922 - 1972), onları 'havada yüzdürerek' anlatmış. Oyun kişilerinden Persephone yasa dışı çocuk doğurduğu, Dora ise ara sıra pipo içen bir transeksüel olduğu için 'ahlaksal açıdan embesil' bulunmuş...

Metin kendi içerisinde paralelliklerle dolu. Karakterler hikayelerini sırtlayıp üst kısımdan yola koyulurken, başkalarının hikayeleri de (aslında yine onların) alt kısımdan yolu/onları takip ediyor gibi. Bu takip edişin üstü gerçekler, altı düşler. Yazarın yaptığı da gerçeklerle baş edemeyen oyun kişilerini düşlerle ayakta tutmaya çalışmak. Bunu başarmak için seçtiği yöntem ise düşlerin yerini değiştirerek alttan, üste (havaya) çıkarmak. Bir nevi gerçeklerin yerine düşleri koymak. Günümüzde düşler sadece geceleri görülmüyor. Artık gündüzlerimiz de düşlerimizle dolu. Demek ki gerçekler daha acı ve yoğun. Bu düşünce 'yanılsamalara kapılan insanın yıkımı' şeklinde değil, 'özgürlüğün sınırlarını hayallerin belirlediği' bir ÇIKIŞ / KAÇIŞ noktası olarak yorumlanmalıdır.

Oyuna gitmeden önce rüyada havada yüzmenin anlamına baktım. Karşıma çıkanlar şunlardı: (1) kişi, yenilgiden, çektiği zorluktan sonra umut ettiği feraha kavuşacaktır, (2) kişinin, arzu ettiği güce ulaşacağına ve yalnız kalmayacağına işarettir. Aslında Dora ve Persephone'nin durumu da böyle. Her ikisi de güçlerini dostluklarından alıp, yalnızlığı bir kenara bırakan ve çektikleri sıkıntılardan bir gün kurtulacaklarına dair umutlarını kaybetmeyen kadınlar.    

Dediğim gibi metin paralellikler üzerine kurulu. Persephone'nin Doris Day ile bağını sadece sesinin güzel olması ile açıklamak pek doğru olmaz. Ahlaksal açıdan da bakmak gerekir. Doris Day'in yaşamını anlatan biyografilerde 'her zaman sağlıklı ve erdemli kadın rolleri oynamıştır' yazan bir ibare var. Doris Day, Persephone'nin yalnızca düşlerinde yer verdiği biri. Yani olmak istediği noktada. (Elbette ahlaksal açıdan) Öte yandan Kutsal Dymphna ile ilişkisi de yaşamlarının aynı olmasından kaynaklı. Dora'nın seçimlerinde ise üç erkek kardeşini savaşta kaybetmesi etken. Yaşadıklarına tahammül edebilmesi, kendini değiştirmesine bağlı. Toplumun kabul etmediği bu değişim de sadece düşlerde mümkün... 

Metnin en sevdiğim tarafı, bir süre sonra varlığını hissettiren zamansızlık. Düşlerde zaman kavramı yoktur. Melih Cevdet Anday'ın 'akan zaman duran zaman' tanımı, bir bakıma Dora ve Persephone'nin yaşamı. Hastahanede ayaklarının yere bastığı her an onlar için akan zaman. Havada yüzmeleri ise duran. Fakat işin acı tarafı zaman dururken herhangi bir şeyi değiştirme imkanımızın olmayışı. Düşler, insanı biraz uyutur ama bu uyku koma değil, olsa olsa 'şekerleme'dir.  

Yazar, gerçekte yaşamış iki kadının soyadlarını (Baker ve Kitson) aynı tutarak, sadece isimlerini değiştirmiş. Koyduğu adları ise metnin içerisinde hikaye olarak geçirmiş. Persephone, mitolojide Zeus ve Demeter'in kızıdır. Hades ise onu yeraltına kaçırmıştır. Lakin Persephone'nin doğurduğu hiçbir çocuk, Hades'ten değildir. Persephone, aynı zamanda Zeus'un eşlerinden biridir. Bu bilgiler ışığında metinle bir paralellik daha yakaladığımı fark ediyorum. Oyun, Persephone'nin akıl hastahanesindeki bodrum katında geçiyor ve doğurduğu çocuk sevgilisinden değil, babasından...

Havada Yüzmek, sistem eleştirisi çerçevesinde, eski yunan ve popüler kültür odaklı bir okumaya elverişli, direnmenin, dostluğun, en önemlisi de mücadelenin öyküsü...    

Murat Sarı'nın rejisindeki, dekora yansıtılan görüntülerin hikayenin gerçek boyutunu oluşturmasını ve oyunun içerisinde eski bir fotoğraf makinesi edası ile patlayan flaşları, anlam bütünlüğü açısından beğendim. Charlotte Jones'un aynı zamanda oyununda rol aldığını da öğrenince internetten bir iki kayıt bulmaya çalıştım. Buldum da. Oyunun her sahnelenişinde havada yüzülen kısımlar senkronize bir biçimde 'suda yüzen balık' hareketlerinden mevcuttu. Murat Sarı'nın rejisinde 'havada uçan kuş'(ları) görmek beni memnun etti. Ön oyunun, Dora'nın Persephone'siz geçirdiği iki yılı anlatmasını bir ön bilgi olarak, seyirci adına sevdim. Dans sahnelerinin birbirine bağlanması iyi bir fikir. Bu haliyle düşten gerçeğe geçiş, etkili bir birleşim oluşturmuş... 

Sinek öldürme sahnesini başarılı buldum. Sivrisineğin sesi son derece rahatsız edici. Sineği öldürenin Dora olduğunu düşündüğümde, o sesin bir jet uçağı sesi olduğuna kanaat getirdim. Bu nedenle sesinin rahatsız edici olmasında bir sakınca görmedim. Düş sahnelerinin, ana dekordan bağımsız bir alanda oynanması, metnin anlatımına çok uygun. İki kadının elbise yanlarından sarkan iplerle birbirine bağlı oluşuna ve dostluklarının temelinin bir elma ısırığı ile pekişmesine birer artı. (Buradaki anlatımı, Kutsal Dymphna'yı da baz alarak Adem ile Havva'nın elması odaklı dinsel bir gönderme olarak algıladım. Elma 'ahlaksal olarak' işlenen ortak bir suç - sanki) Dış sesi tercih etmezdim. Bence orası iki kadının özel alanı olmalı. Kurtuldukları, başka yerde kalmalı...

Murat Gülmez'in dekor tasarımı gerçeklerin konuşulduğu bir alanda son derece gerçekçi. Merdivenin üst kısımlarını görmemek, yukarısını (yukarıdakini!) bilememek dolayısıyla beni sevindirdi. Beril Sönmez'in kostüm tasarımı, Dora'nın erkeksiliğini, Persephone'nin ise kadınsılığını ön plana çıkabilmiş. Persephone'nin örgülü saçlarının, sarı peruğun altından görünmesi, yine gerçek ile düşü ayırmada yardımcı. Özkan Sezer'in ışık tasarımı 'düşlerin renkli ortamı'nı betimleyici cinste. Pembe ışıklı sahnede kullanılan beyaz ışığın 'sorgulayıcı' işlevi güzel. (Pembe hayaller renksiz gerçekler) Müzikler çok etkileyici ama yapan belirtilmemiş. Fazla yoruma lüzum yok...

Her iki oyuncuyu da çok başarılı buldum. Bu iki oyuncuyu seyretmek için epey sebep var. Oyunculuk okuyanlar görmeli, kadın oyuncuların hepsi mutlaka izlemeli, tiyatro ile hiç arası olmayanlar izleyip, sevmeli, tiyatro müdavimleri, izlediklerinden zevk alabilmek adına görmeli. Zeynep Gülmez'i ilk kez sahnede izledim. Dizilerden tanıyanlar aslında onu tanımıyorlar. Neriman Uğur'u oldum bittim takip ederim. Adını duyunca koştum... 

Havada Yüzmek, kaliteli, ince işlenmiş, elekten geçirilmiş, titiz bir iş. Oyunun tek perde olması, etkinin bölünmemesi nedeniyle yerinde bir karar. Emeği geçen herkesi kutlar alkışlarının bol olmasını dilerim. Buradan jürilere sesleniyorum, bu oyunun ve oyuncuların hakkını yemeyin! Size olan güvenim zaten %10, onu da bitirmeyin! 

İzleyin: https://vimeo.com/148773555


Notlar: 
Oyun 1 saat 40 dakika / Tek perdedir.
Fotoğraf bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Havada Yüzmek)



Ege KÜÇÜKKİPER