15 Şubat 2016 Pazartesi

Aziz Nesin 100 Yaşında (1) : 'Hadi Öldürsene Canikom' (Tiyatro Ayna)


2015 Aziz Nesin'in 100. Doğum yılı idi. Bu sebeple çeşitli kurumlar, Aziz Bey'in çeşitli oyunlarını sahneledi. Hadi Öldürsene Canikom da bunlardan bir tanesi. Oyunun yazılış tarihi 1970. Aziz Nesin 1970'de üç oyun (Çiçu, Tut Elimden Rovni, Hadi Öldürsene Canikom) yazmış ve üçünün de temasını yalnızlık üzerine kurmuş. Bu üç oyun Aziz Nesin'in 'yeni bir tiyatro işi yaptığıma inandığım' dediği oyunlar kapsamında ele alınmış. Metni okurken, oyunun Çiçu ile olan bağlantısını keşfettim. Yazarın bu ilişkiyi haklı çıkaracak bir açıklamasını ararken karşıma şu ibare çıktı: 'Hadi Öldürsene Canikom ile Çiçu, insanın yalnızlığını anlatmaktadır. Çiçu bir adamın - ki hepimizindir - yalnızlığının dramı, Hadi Öldürsene Canikom ise iki yaşlı kadının yalnızlığının güldürüsüdür.' 

Görüldüğü gibi Aziz Bey'in izahatı, oyunun sadece teması ile ilintili. Benim, oyunları çok daha birbirine yakınlaştıracak düşüncelerim şöyle: Çiçu, bir tavan arasında geçer, Hadi Öldürsene Canikom ise bir apartmanın bodrum katında. Çiçu'da 'cansız olan' şişme bir kadındır, Hadi Öldürsene Canikom'da ise bir general üniforması. General üniformasından yola çıkarak Aziz Nesin'in sanat yaşamına başlaman önce üst teğmen olduğunun altını çizmem gerek. Yazar, oyundaki Generali 'erken' öldürerek (suda boğarak), aslında üst teğmenlikten de kendini erken emekli etmiş. Çiçu'da ifade ettiği: 'Kendi yalnızlığımda boğuluyorum' sözünü ise sanki Hadi Öldürsene Canikom için söylenmiş. 



Yalnızlığın belirlediği ortak temanın dışında söylediğim iki noktayı biraz açmak istiyorum. Çiçu ile Hadi Öldürsene Canikom'un bir apartmanın çatı ve bodrum katlarında geçmesi, yalnızlık duygusunun bireyi sıkıştırması ile orantılı. Bu sıkıştırma hem ruhsal hem de fiziksel. Çatı katında gezmek için başınızı sürekli eğmeniz gerek. Bodrum katında yaşamanız içinse, pencereden dışarıyı görebilmek adına parmaklarınızın ucuna yükselmeniz şart. Her ikisi de bedeni zorlayıcı durumlar. Yazarın buradaki iletisi ise, sevgisiz ve yalnız bırakılmış bireylerin uç noktalara (çatı-bodrum) itilmesinden başka bir şey değil. Bunu yapanlar da apartmanın 'normal' katlarında oturan 'sakinler'. Hadi Öldürsene Canikom bireyi uç noktalara itenleri, hedef dışı tutan bir oyun. Bu durum Çiçu'da daha belirgin.   

Aziz Nesin'in bu iki oyunu kaleme aldığı yıl, Türk Tiyatrosu'nda da 1960'tan itibaren baş gösteren, bireyin kendi kabuğuna çekilmesi ve topluma yabancılaşmasının örneklerinin verildiği zaman dilimi içerisinde. Hadi Öldürsene Canikom'un alt metnini oluşturan kavram bir nevi 'tektipleştirme'. Eve gelen Havagazı Memurunu türlü yaptırımlarla, ölmüş kocalarına benzetmeye çalışan iki yaşlı kadın bu durumun bir emsali. Fakat Aziz Bey burada daha çok geçmişe duyulan özlemi, kaybedilen değerleri ve yalnızlığın vermiş olduğu çaresizlikleri baz alarak bir ileti oluşturmuş. Bu iletiyi bugün için yorumlayan biri, tektipleştirmeyi, kendi gibi olmasını, düşünmesini ve eylemlemesini sağlama şeklinde 'okuyabilir'. Aziz Nesin'in oyunları asla eskimeyecek ve güne göre okumaya elverişli ortamını koruyacak türde yapıtlar. Bu nedenle yazdıkları 50 yıldır sahnelerde. 

Oyun, komşuluk, yardımlaşma, dayanışma, özveri, dostluk, arkadaşlık gibi birçok konunun önemini dile getirmekle beraber, 'sipariş üzerine' hiçbir şeyin olmayacağını, ancak inanç ile istemenin ve bu uğurda savaşmanın kişiyi amacına ulaştıracağına parmak basıyor. Aziz Nesin'in tersinlemeden faydalanarak kurguladığı oyunu, öldürmeye gelenin öldüğü, ölmek isteyenin öldürdüğü, ölmüş olanın diriltildiği, sürprizlerle dolu bir metin. Bu sürprizli metne 'telefon' ile dahil olan oğlanın kurduğu iletişim ise, aslında iletişimsizliğin bir temsili. İletişimsizlik Çiçu'nun da temel sorunlarından biri. Bu sorunu eserlerinde işleyen yazarlar, meseleyi genellikle absürd bir biçimde ele aldılar. Şişme kadın Çiçu da absürd değil mi?      

Hadi Öldürsene Canikom, tipik Aziz Nesin oyunlarından farklı olarak siyasi hicvi bünyesinde barındırmayan bir oyun. Fakat Haldun Dormen'in radyo aracılığı ile esas haberin (Havagazı Memuru ile ilgili) önüne ve sonuna koyduğu, gündemi hatırlatan politik haberler, bugüne çok şey söylüyor. Dilek Türker'in dokunuşları da bu söylemlere bir katkı niteliğinde. Dilek Türker'in 1990'da Türkiye'ye dönüşü Aziz Nesin'in, onun için yazdığı oyun sayesinde. Bu oyun, Tiyatro Ayna'nın kuruluşuna da (1990) zemin hazırlayan bir vesile. Dilek Türker, 'delirmemek için mizah yapıyorum' diyor. Aziz Nesin'e olan vefa borcunu ise, Hadi Öldürsene Canikom'dan sağladığı geliri Nesin Vakfı'na bağışlaması ile ödüyor. Bu zamanda hangi özel tiyatro bunu yapar?


KIRMIZI ÇERÇEVEYE ALDIKLARIMA DİKKAT EDİN

Oyunun rejisörü Haldun Dormen metne çok fazla dokunmayıp, sahneyi üç deneyimli oyuncuya, seyirciyi ise Aziz Nesin'in en güçlü silahı olan dili ile baş başa bırakmış. Oyun güldürürken düşündürmüş, düşündürürken acıtmış. Finaldeki anons oyuna bir hoşluk katmış. Rahmetli Osman Şengezer'in dekor tasarımı dönem atmosferine çok uygun. 1970'lerde evlerin çoğu yaşanan göç neticesinde şehrin dışına konumlanmış, bir ya da iki odadan oluşan küçük hanelerden ibaretti. Aziz Nesin de oyunun dekor tasarımını: 'Büyük bir kentin uzak dış mahallelerinden birinde, bir küçücük dairenin bir odası' şeklinde tanımlamış. Daha önce belirttiğim 'itilmişlik' aslında 'kentsel' bir sorun. Bugünün kentsel dönüşümü eskiyi yıkıp yerine yeniyi yapmak ve bu yolla insanları şehrin uçlarına terk etmekten farksız. (Bu da farklı bir okuma olabilir) Dekorda, pencerenin konumunu, anlatıma ket vurduğu için sevmedim. Orada birinin yalnız yaşadığına, duvardaki ve aynadaki onlarca fotoğraftan dolayı ikna oldum. Kostümlerin, karakterlerin yaş ve isteklerine uygun renk ve biçimlerde olduğunu gördüm. Seçilen şarkıların ise metnin temasına katkı yaptığını hissettim. 

Dilek Türker, Ayberk Atilla ve Tiraje Başaran'dan oluşan kadro deneyimli, bütün ve yaratıcı. Yanımda oturan gencin: 'Gençler oynayınca daha güzel oluyor' demesi bana Güldür Güldür Show izleyici profilini anımsattı. Demek ki gençler sululuğu güzellik olarak değerlendiriyor. Usta oyuncuları sahnede seyretmek her genç için büyük bir şanstır. Bu şansı kullanmasını bilen kazançlı çıkar. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim... Ebeveynleriniz hayatta iken onları sevin ve asla yalnız bırakmayın!




#AzizNesin100Yaşında

Notlar;
Oyun 2 saat / 2 perdedir.
Fotoğraflar bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Hadi Öldürsene Canikom ve Çiçu)



Ege KÜÇÜKKİPER


9 Şubat 2016 Salı

Hayret Ettiren Bir Oyun : 'Polisler' (3MOTA)


Polisler'i izlemeye karar verişim, 6 Şubat tarihli oyuna bilet kazanmam ile oldu. Bu sıralar pek şanslıyım (!) Daha önce yazarın 'Sığıntılar' ve 'Açık Denizde' adlı oyunlarını okumuştum. Polisler, Mrozek'in 1958 tarihli ilk oyunu. Metni okurken, genç oyun yazarlarımızı düşündüm. Aklıma gelenler şunlardı: Sistem eleştirisi yapmak istiyoruz, bunun için bir olaya ve karaktere ihtiyacımız var, bu karakter polis olursa iyi olur, iyi olacak polisin ayağına 'Gezi' gelir. Bu düşüncelerime benzer şeyleri 3MOTA'nın rejisinde de gördüm. 

Mrozek 1958'de 28 yaşında imiş. Polisler, genç yazarlarımızın kıskanması ve hayranlık duyması gereken bir metin. Bence sistem eleştirisini avucunun içerisinde tutmak isteyen bir yazar, bu konuyu işlemiş yerli yabancı bütün oyun yazarlarını okuyup, dünyaya geniş bir açıdan bakmalı. Önünde 'Gezinen' olaya 'çekil şuradan' deyip, arkasında saklananları tek tek keşfetmeli. Ben bu yazıda elimden geldiğince Mrozek'i keşfetmeye çalışacağım. Oyun konusunun keşfi kolaylaştıracağı kanaatindeyim. 

Polisler, on yıl boyunca totaliter rejimin mahkumu olmuş son isyancının, bu isyanından vazgeçerek, imzaladığı belgeler neticesinde o güne kadar karşısında yer aldığı rejimin yanına geçip, özgürlüğüne kavuşmasını ve bu özgürlüğün polis teşkilatına esaret getirmesi (işsizlik ile yok olma ihtimali) nedeniyle, teşkilatın kendi isyancısını yaratmasını konu edinen, iyi kurgulanmış, tersinlemeler ile dolu bir metin. 

Mrozek, absürd (uyumsuz) tiyatro adı altında anılan bir isim. Bu uyumsuzluk aslında saçmanın mantık ile çatışmasından kaynaklı. Mrozek, saçmayı belirli bir mantık çerçevesinde ele alan ve o çerçeveyi aklın süzgecinden geçiren bir yazar. Absürd tiyatro komik ile trajiği birlikte harmanlayan, bir tarafa yaşamı koyarken diğer tarafa ölümü iliştiren ve şiirsel adaleti bu yolla sağlayan lakin çözüm önerisi getirmeyen bir tür. Absürd tiyatro genellikle, enkaz öncesi ile değil, yıkım sonrası ile ilgilenen bir yapıya sahip. En önemli öğesi ise diyalog. Mrozek, oyunlarının bel kemiğini diyalog üzerine oturtmuş bir kalem. Polisler, bunun güzel bir örneği.  

Mrozek'in hayatı, sürgünlerle geçmiş. Bu geçmişin sebebi, Polonya hükümetine karşı aldığı tavırda gizli. Mimarlık ve Felsefe eğitimi görmüş. Bu görüşlerin kalıntıları da oyunlarının matematiğinde ve düşünsel yapısında belirgin. Polisler, üçe bölünmüş bir metin. Birinci bölüm, Emniyet Müdürü ile Mahkum (sistemle işbirliği yapan ile sisteme karşı olan) arasında geçen, metnin temelinin atıldığı kısım. İkinci bölüm, Emniyet Müdürü, Komiser ve Komiser Karısı'nın (sistemle işbirliği yapan, sistemin devamlılığını sağlayan ve sistemi koruyan) sahnede olduğu, karşıtlıkların ifade edildiği, yani zeminin oluşturulduğu kısım. Üçüncü bölüm ise; Emniyet Müdürü, General, Yaver ve Komiser (sistemle işbirliği yapan, sistemin başı olan, sistemin başını koparmaya çalışan ve sistemi sorgulayan) ile şekillenen, her bir diyaloğun binanın katlarını oluşturduğu kısım. Binanın bir çatısı yok ama Mrozek'in umudu var...

*Yukarıdaki paragrafta karakterlerin parantez içlerindeki tanımlamalarının 'değişkenliğine' dikkat edin... 

Tüm karakterlerin ortak özelliği tutuklu (hapis) oluşları. Oyunun ana ekseninde parmaklıkların ardında iki tutuklu olsa bile bu, işin görünen boyutu. Öyle ki Komiser ile Komiser Karısı'nın tanışmalarına vesile olan olay, birbirlerini ihbar edişleri. Çiftin oyun boyunca görmediğimiz çocukları ise cezalı oldukları için oda hapsine mahkum. Evini sürekli polislere aratarak kendi mahkumiyetini kendi yaratan yaşlı da cabası. 

Bana göre Mrozek'in çıkış noktası, 'kazanın içinde olan, dışarıda neler olup bittiğini bilemez' cümlesine paralel. Sistemin içerisinde konumlanan karakter (Komiser) ancak sistemin dışında iken bilgiye ulaşabiliyor. Bu durum Mrozek'in, özgür bireyin körelen gözü ile, tutuklu bireyin gören gözü ironisinin ayyuka çıktığı başat bir nokta. Bu noktada netleşen bir başka ironi ise sokağın iç, hapsin dış olarak gösterilmesi. 

Yukarıdaki paragrafta özetlediğim anlatımı Ümit Çırak'ın rejisinde buldum. Emniyet Müdürü'nün odasında geçen sahnelerde içe açılan kafesin, Komiser'in evinde dışa açılması, her iki durumda da mahkum olan kişileri ve mahkumiyet yerini değiştirmesi adına anlatımı güçlendiren bir faktör. Altın kafes, metindeki karga metaforu için iyi bir tasarım. Bu tasarıma 'bülbülü altın kafese de koysan ille de vatanım demiş' mantığı ile de yaklaşılabilir. Kafeste bulunan iki kişinin (girmeden önce ya da girdikten sonra) ülke çıkarlarını en üst düzeyde tutan bireyler halinde oluşları / haline gelmeleri bu durumun bir kanıtı. Deyimdeki en güzel sese sahip olan bülbül ile en berbat sese sahip karganın tezatlığı da Mrozek'in tersinlemesine çok uygun. Aynı zamanda tasarımı, 'kuş kafese girdi' şeklinde okumak da mümkün.

Salondan çıkan seyirciler, oyunun başındaki cinsel davranışlardan söz ediyorlardı. Demek ki rejisörün tutumu, seyircinin algılayış biçiminde cinsel odaklı bir etki yaratmış. Ben öyle düşünmüyorum ama Ümit Çırak'ın bu uygulamasına bir anlam veremediğimi, Mrozek'in saçmasını, 'saçma' olarak yorumladığını da ifade etmek istiyorum. Memur karakterinin oyun içindeki sistemin gözü bağlı kölesi olan 'robot' duruşunu, metnin iletmek istediği mesaj dolayısıyla beğendim. Fakat duygularından yoksun olmasını isterdim. Bu haliyle benim için bir anlam teşkil etmiyor. 

Kostüm tasarımının, Polis, Mahkum, Memur ve General ayrımını net bir dille ifade etmesini hoş karşılamakla birlikte, hiçbir yüksek mevki sahibinin ciddiyetten uzak olduğu gerekçesiyle tercih etmeyeceği bir rengin (turuncunun) kullanılmasını, Mrozek'in absürdlüğüne katkı olarak değerlendirdim. 'Ninni' uyumsuz tiyatro için iyi ama fazla basit ve uzun. En önemlisi ise rejisörün sırtını metne dayayıp güne dokunması. Yapmayın! Mrozek'in metni, sizin söyleyeceklerinizi zaten söylüyor. Bu biraz da çağrışım tiyatrosu. Her şeyin net olduğu bir alanda saçma aranmaz. Ayrıca final sahnesini, metnin 'en olmadık kişilerin başına patlar' aktarımına hizmetçi oluşu ve sürprizli yapısından ötürü sevdim.

Çağatay Çatay (Emniyet Müdürü), Tolga Çıklaçiftçi (Komiser), Rüzgar Aksoy (Mahkum-Yaver), Özenç Eren Yelçi (General), Baran Bayraktar (Memur), Sibel Salihoğlu (Komiser'in Karısı) uyumlu ama amatör bir kadro. Seyircili prova izlediğimi varsayıyorum! Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Oyuna bilet kazanmak beni memnun etmez. Beni memnun etmek iyi reji ve oyunculuk ile olur ama 3MOTA benden pek memnun olmayacak. Absürd tiyatroyu herkes yapamaz. Kusura bakmasınlar...


Not
Oyun 2 saat / 2 perdedir.

Kaynak
Oyun metni (Polisler)


Ege KÜÇÜKKİPER  


5 Şubat 2016 Cuma

Samimi Bir Oyun : 'Marko Paşa Müzikali' (Uygur Tiyatrosu)


Yaşım itibariyle büyük usta Nejat Uygur'a yetişemedim. Lakin her ne kadar tiyatronun zevkini vermese de televizyon ve internet sayesinde hemen hemen her oyununu izledim. Geçen gün önüme Nejat Uygur'un oyunları ile ilgili bir liste geldi, paylaştım. Listede ustanın 12 oyunu yer alıyordu. Bana eksik geldi. Dayanamayıp bu yazı ile hem oyunlarını tamamlamak hem de biraz Marko Paşa'dan bahsetmek istedim.  

Anneannem 50 yılı aşkın bir süredir Samanyolu Sokakta (Osmanbey) oturuyor. Annem desen bu yıl 50 yaşında. Ben ise 24 yıldır Samanyolu Sokaktan, bir zamanlar Ümit Tiyatrosu'nun olduğu yerin önünden geçiyorum. Üç jenerasyon, birlikte ne zaman tiyatro konuşsak mutlaka Nejat Uygur'u anarız. Bu anışın bir başka sebebi de, rahmetli dedem Saim Arpacıoğlu'nun, Nejat Uygur'un ortaokul arkadaşı oluşu. Benim dedem Büyükdereli / Sarıyerli. Nejat Uygur ile orada da hep karşılaşırlarmış. Kısacası bütün aile tanımış da ben mahrum kalmışım. Süheyl ve Behzat Uygur da olmasa...

Nejat Uygur'un Cibali Karakolu, Hastane mi Kestane mi?, Sizinki Can da Bizimki Patlıcan mı?, Alo Orası Tımarhane mi?, Hanedan, Demirel'e Söylerim, Param Yok Memet, Şeyini Şey Ettimin Şeyi, Son Umudum Milli Piyango, Miğferine Çiçek Eken Asker, Minti Minti, Aman Özal Duymasın, Kaynanatör, Benim Annem Evden Neden Kaçtı? ve Zamsalak oyunlarını seyretmeyenler büyük bir kaybın içerisindeler. Benim gibi Marko Paşa'yı rahmetliden izleyemeyenler ise, teselliyi Süheyl, Behzat ve Nejla Uygur'da bulabilirler. 

Her zaman uzun uzadıya eleştiri yazarım ama bu sefer kısa tutacağım. Marko Paşa Müzikali son derece TEMİZ bir oyun. Beğenmeyen biri sanırım yoktur. Tiyatromuzun durumu facia. İyi bir oyun izlemek isteyenler ve seçici olanlar, seçimini Marko Paşa Müzikali'nden yana kullanabilirler. Uğur Babürhan oynamış, yönetmiş, dekor tasarımını yapmış ve şarkı sözlerini yazmış. Ben genelde 'yaz-yönet-oyna' üçlüsünü tek kişide görünce, oyuna korkarak giderim. Uğur Babürhan korkumu yenmemi sağladı.  

Marko Paşa'da, Nejat Uygur ruhunu hissedebildim. Bu hissi, sözleri yanlış anlama, anlamazdan gelme, yanlış söyleme, yanlışı kabul ettirme, yabancılaştırma, 'gün'e dokunma gibi Nejat Uygur'un da Geleneksel Türk Tiyatrosu motiflerini kendince yorumlamasına dayandırıyorum. Babalarının izinden giden bu tiyatro, bir mirasın yaşaması için önemli. Afişte en büyük punto ile yazan isim Nejat Uygur. Bu bile mirasa sahip çıkıldığının bir göstergesi. Aslında bu mirası yaşatmak bütün tiyatro izleyicilerinin elinde. Ben, oyunu Nejat Uygur'un doğum günü olan 9 Ağustos'ta Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda da izlemiştim. Bu sefer Şişli Kent Kültür Merkezi'nde, oturduğum evin çok yakınına açılan Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi'ne katkı amaçlı, '1 kitap = 1 bilet' uygulamasına destek için oynadılar. Kutluyorum! 

Sadık Kızılağaç'ın kostüm tasarımları çok başarılı. Serpil Günseli besteleri ile oyunun 'müzikal' statüsünün hakkını veriyor. Şarkılar hala dilimde. Babasının rolünü oynayan Süheyl Uygur, ağır bir yükün altından kalkmış. Behzat Uygur enerjisi ile beni utandırdı. Gençlerin Nejla Uygur'u sahnede görmesi büyük şans. Uğur Babürhan, Şahnaz Çakıralp, Leyla Yüngül, Ömer Yılmaz, Burcu Afçin ve Kahraman Sivri'nin uyumları samimiyeti arttırıcı. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Nejat Uygur'un anısına, saygıyla...


Notlar;

Oyun 2 saat 30 dakika / 2 perdedir.
Fotoğraf bana aittir.       




Ege KÜÇÜKKİPER


2 Şubat 2016 Salı

Geleneksel Bir Oyun : 'Fehim Paşa Konağı' (İBBŞT)


Erhan Yazıcıoğlu döneminde protesto amaçlı ara verdiğim İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları oyun eleştirilerime, Genel Sanat Yönetmeni değişikliği nedeniyle devam ediyorum. Umarım bundan sonrası eskiye nazaran daha iyi olur. Şehir Tiyatroları Hilmi Zafer Şahin döneminde Turgut Özakman'ın 'Ocak' adlı oyununu repertuara aldı. Oyun nadiren de olsa seyirci ile buluşmaya devam ediyor. (Bence bitmeli) Fehim Paşa Konağı, Şehir Tiyatroları'na giden seyircilerin, Turgut Bey'in sanatını tanımaları açısından büyük bir nimet. Ocak oyunu bu tanıtımı yerine getirememekle birlikte, yazar hakkında yanlış bir algıya da neden oluyordu. Turgut Özakman'ın 1979 yılında İş Bankası Tiyatro Büyük Ödülü almasına vesilen olan oyunu Fehim Paşa Konağı, Şehir Tiyatroları'nda ilk kez sahneleniyormuş. Kemal Kocatürk bu açıdan şanslı ve şansını iyi değerlendiren bir yönetmen. 

Bu değerlendirmeye geçmeden evvel kısaca oyundan bahsetmek istiyorum. Fehim Paşa Konağı, Sultan II.Abdülhamid'in saltanatının son günlerinde İstanbul'da geçen bir eser. Eski kabadayılardan Rasim Baba'nın hayalci oğlu Yusuf'un, Fehim Paşa'nın kızı Mihriban'a karşı olan tek taraflı aşkı ile halkın hürriyete karşı olan tek taraflı aşkına paralel bir metin. Tüm Geleneksel Türk Tiyatrosu oyunlarında olduğu gibi finalinde kıssadan hisse çıkan bir Turgut Özakman yapıtı.    

Fehim Paşa Konağı, Geleneksel Türk Tiyatrosu motifleri ile bezeli bir oyun. Bu motiflerden biri ve en önemlisi yabancılaştırma. Baştan sona bir bütün şeklinde değil, episodik (bölüm bölüm) olarak kurgulanan bu tür oyunlarda, Anlatıcı, kimi sahneleri birbirine bağlaması, kimi sahneleri kesintiye uğratması, kimi sahnelerde ise seyirci ile doğrudan temas kurması bakımından, izleyici ile oyun arasındaki yabancılaşmayı etkin kılan bir tip. Turgut Özakman'ın, oyunlarında 'oyun içinde oyun' tekniğini kullanması da (Orta oyunu - Karagöz/Hacivat gibi türleri oyunun içine dahil etmesi) izleyici ile sahne arasındaki mesafeyi arttırıcı.    

Rejisör, Anlatıcı'nın metindeki rollerinde (Ayvaz, Hadi Bey, Temsilci) değişiklik yaratarak, Ayvaz ve Hadi Bey'i başka oyunculara emanet etmiş. Pertev Bey'i ise Anlatıcı'nın kollarına bırakmış. Öte yandan Fehim Paşa ile Deli Suat Paşa'yı ve onların yaverleri olan Hadi Bey ile Nuri Bey'i aynı oyunculara oynayarak, paralel bir okuma yapmış. Bu paralellik öne çıkarılmak istenen şeye çok uygun. (Ceketlerin ters çevrilerek kullanılması da bu uygunluğa bir katkı) Turgut Bey'in bir oyuncuya dört farklı rol biçmesi, aslında karakterin kendi rolüne yabancılaşmasına bir örnek. Bu durum Fehim Paşa tiplemesi için de geçerli. Aynı oyuncunun hem Fehim hem de Deli Suat Paşa'yı oynaması, az önce bahsettiğim yabancılaştırmanın bir başka emsali. Orta oyunu, Meddah, Köy Seyirlik Oyunu gibi Geleneksel Türk Tiyatrosu yapıtları, aslında birer 'oyuncu oyunu'. Kemal Kocatürk'ün bu tutumu, oyuna ve oyuncuya katkı niteliğinde... 

Kemal Kocatürk'ün, yukarıda verdiğim yabancılaştırma çeşitlerine (seyirci-oyun / oyuncu-rol) ek olarak, oyunun keyfini arttıran ve bu yolla başkaca yabancılaştırma olanağı yakalayan üçüncü bir dokunuşu daha var. Bu dokunuş, sahne arkasına dizilen oyuncuların, Anlatıcı'nın rol dağıtması ile metinde yer alan tiplemelere bürünmeleri ve bu yöntem ile oyuncunun ve seyircinin metne / konuya yabancılaşması. Ayrıca yine geleneksel türdeki oyunlarda sıkça karşımıza çıkan, oyuncuların kendi aralarındaki çekişmelerinin ön plana çıkarılması, bahsi geçen yabancılaştırma yöntemini pekiştirici. (Bu vesile ile oyuna eklenen replikler ve yazarın dahiliyeti de doğaçlamayı içerdiği için yine bir metne yabancılaştırma faktörü) Turgut Bey, metnini daha güçlü hale getirecek farklı müdahalelere imkan tanımış bir yazar. Yönetmenin, yazarı anladığını düşünüyorum...   

İkinci motif, Rumelili, Arap, Laz, Çerkez gibi orta oyununa has tiplemelerin oluşu. Lakin bu tiplemeler metinde mevcut değil. Kemal Kocatürk, oyunun yapısı olan geleneksellikten mümkün olduğu kadar faydalanarak, Turgut Bey'in yarattığı Aziz ve Arif tiplemelerinden birini Laz, diğerini ise Rumelili (Trakyalı) yapmış. Metinde 'laf tamamlayıcı' görevinde olan bu tiplemeleri birer çift haline getirerek, cümleleri gruplandırma yöntemiyle tamamlatmış. Yani her çift kendi sözünün tamamlayıcısı olmuş. Bu bütünlük / tamamlanmışlık, 'yapışık' oluşları ile de anlam gözetmiş. Nuri Bey'in peltekliği ile Ayvaz'ın doğulu şivesiyle konuşması da bu tür oyun tiplemelerinin genel özelliklerinden bazıları... 

Bir diğer motif, herhangi bir tipin herhangi bir özelliği ile takdir toplaması. Bir nevi halk tiyatrosunun 'dilsel' özelliğinin kendini göstermesi. Bu daha çok sahne üzerinde etkili olacağı için Turgut Bey eserinde pek değinmemiş. Rejisör ise, Hanımefendi tiplemesini uzun süre aynı tonda güldürerek, tipin 'kahkaha atma' yeteneğini seyirciye sunmuş. Takdir seyircinin... Bu arada oyuna eklenen 'orta oyunu' episodunu pek gerekli saymadım. Geleneksellik ile yapılmak istenen oyunun diğer sahnelerinde zaten mevcut.  

Sırrı Topraktepe'nin sahne düzeni oyunun türüne destek çıkan önemli bir tasarım. Oyunun oynandığı bölümün zemininin beyaz olarak kaplanması, arkası ile bir ayrım oluşturma ve oyun alanına yabancılaşma açısından iyi. Orta oyununun dekorlarından biri olan ve bazen iş yeri, bazen ev, bazen bahçe duvarı gören paravan şeklindeki 'Dükkan'ın, oyundaki kullanımları bu amaç doğrultusunda işlevsel. Bu işlevsellik, orta oyununun bir diğer dekoru olan sahne gerisinde planlanmış, söz ile değişen oyun mekanlarını takip eden, tekerlekleri kırık orkestralı araba / kumpanya biçimindeki 'Yeni Dünya' ile de göz önünde. Yukarıdan sarkıtılan ve oyunun geçtiği mekanları (Harem, Paşaların Sarayları, Kahvehane) temsil eden her sembol, grotesk biçimde (Sultan başlığı, Maket saray, Cezve) dekora yabancılaşmayı mümkün kılan görseller.  

Almila Altunsoy'un kostüm tasarımları, tipleri belirginleştiren, belirginleşen tiplerin seyirciye tanıtılması konusunda söze gerek bırakmayan ve dönem atmosferini yaratmayı başarabilen bir güce sahip. Murat İşçi'nin ışık tasarımı, Anlatıcı'yı simgeleyen ve dekora hakim olan renkleri, ışık yolu ile daha başat konuma yükselten bir düzende. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, dekor-kostüm ve ışık tasarımı renk bazında (kırmızı-mavi) ortak bir bütünlük içerisinde. Geleneksel Türk Tiyatrosu'ndaki şarkılar, seyirci ile bir yakınlık kurulabilmesi adına genellikle herkesin bildiği eserlerden oluşur. Kemal Kocatürk, oyuna yedirdiği her dönemin şarkıları ile bu tesiri karşılamış. Özgün müziklerde ise Selim Atakan, varlığını hissettirmiş.

Kadro kalabalık. Ekip uyumu gözle görülür. Orhan Hızlı, Selçuk Soğukçay ve Ali Karagöz bu oyunda da iyi ki birlikte. Çağatay Palabıyık rolünün hakkını veriyor. Takipçisi olacağım. Volkan Ayhan, Murat Üzen çifti ile Hamit Erentürk, Cihan Kurtaran çifti, ikili ve dörtlü ahenkte başarılılar. Pelin Budak, Zeynep Ceren Gedikali, Gülsün Odabaş, Pınar Demiral ve Nazan Yatgın Palabıyık değerli bir beşi bir yerde. Nevzat Çankara oyunun parlayan tek taşı! Murat Ozan ve Serkan Bacak'ı seyrettiğime çok memnunum. En sevdiğim enstrüman kanundur. Kayahan Erdem beni mutlu etti. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Fehim Paşa Konağı İBBŞT'nın İYİ bir oyunu. 

Turgut Özakman anısına...


Notlar;
Oyun 2 saat 40 dakika / 2 perdedir.
Fotoğraf bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Fehim Paşa Konağı)


Ege KÜÇÜKKİPER