20 Ocak 2013 Pazar

Dikkat! Güldürür: "Aşk Her Yerde" (Duru Tiyatro)



AŞK HER YERDE


Oyunun yazarı Simon Williams, aynı zamanda bir aktör. Aslında gerçek mesleği yani ana mesleği zaten aktörlükmüş. İnternetten araştırırken çıktı karşıma. Şaşırdım. Çünkü çok ustaca kurgulanmış ve yıllarını bu işe vermiş bir yazar gibi sunmuş bizlere oyunu. Oyunculuğunu bilmem ama yazarlık dalında çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Dört - Beş kişiyle, hemen hemen tek mekanda geçen, komedi türünde oyun yazmak bence çok zor bir iş. Televizyonlarda da sit-com yazarlığı bana hep daha zor gelmiştir. İlk kez "Duru Tiyatro"da bir oyun izleme fırsatım oldu teyzem sayesinde. Salon yine her zaman ki gibi full. İki buçuk saat boyunca durmadan gülüyorsunuz. Bu kadarını beklemiyordum açıkçası... 

Şimdi gelelim bu kahkaha makinası oyunun konusuna. Leonard adında, karısından ayrılmış bir kız çocuğu olan pısırık, kadınlarla konuşurken heyecandan kekeleyen, cinsel yaşamdan fazlasıyla uzaklaşmış, kitap yazmakla meşgul bir istatikçi. Hayatı boyunca tek bir hayali olmuş. Yazdığı kitabının basılması. Bunun için açılan bir yarışmaya, yazmış olduğu kitabını gönderiyor. Fakat işin kötü yanı, bu yarışmaya sadece kadınların katılabilecek olması. Oyunun da adı olan "Aşk Her Yerde", kitap yarışmasını düzenleyen ve kitabı basacak olan yayın evinin adı. Romanın dereceye girmesiyle birlikte ne yapacağını bilemeyen Leonard, kendini "olmayan" teyzesi, Myrtle Banbury olarak tanıtıyor. Konuşmalar ve anlaşmalar hep telefonda oluyor. İş yüz yüze konuşmaya gelince çareyi kılık değişmekte buluyor Leonard. 

Yayın evinin sahibi ise gayet alımlı, sık, seksi, güzel ve çekici bir kadın. Leonard yani Myrtle, yayın evinin sahibesiyle konuşurken, hislerine engel olamayıp uzun zamandır tatmadığı aşk duygusunu tatmaya başlar ve olaylar iyice çıkmaza girer. Kılık değiştirse romanı basılamaz, kadın olarak kalsa sevdiğine açılamaz. Aslında her halükarda sevdiğine açılamıyor ya neyse... Kapı zilinin megafonu, bu görevi görüyor. Her şeyi berbat eden dedeyi unutmak mümkün değil. Leonard'ın babası, oğlunun tam tersi özelliklere sahip, kadın avcısı ve gençlik rüzgarlarıyla esen, uçarı bir tip. İkilinin arasında kıvılcımlanan aşk ateşini berbat etmekte üstüne yok. Sizin anlayacağınız karmakarışık bir oyun. Sonu ise hepinizin tahmin edeceği gibi desem yeteri kadar açık olacaktır herhalde...

REJİ - DEKOR - KOSTÜM - IŞIK - MÜZİK

Emre Kınay, hem oynayıp hem yönetiyor oyunu. Aslında dışarıdan bakan bir göz oyunları daima daha iyi yönetir fakat Kınay, bu işin üstesinden gelmeyi başarmış. Oyuncuların her saniye yapacakları şey belli. Duraksama yok. Bir saniye geç kalsa berbat hale gelecek çok sahne var. Bu koordinasyonu sağlamakta çok başarılı buldum kendisini. Fakat bazı sahneler çok uzatılmış. Oyunun süresi de uzun. Kırpma yapılmalıydı diye düşünüyorum. 

Dekor Pınar Şen'e ait. Bol kapıdan oluşuyor. Karmaşık oyunların hepsinde bu özellik mutlaka vardır. Sahne iki amaçlı kullanılmış. Sağ kısım Leonard'ın evi, sol kısım ise yayın evi. Arada yarım duvar olabilirdi ama sınırlama yapılabilinmiş. Fakat bütün duvarlar beyaz renk. Halbuki iki ayrı mekan kullanımı var. Mekanın değiştiği yerde başka bir renk olmasını beklerdim. Koyu bir renk bu işi çözerdi bence. Bir bütün şeklinde görünmüş, olmamış. Sahneye dahil olabilmek için oyuncuların, seyircilerin girdiği kapıdan geçip, sahneye çıkmaları gerekiyor. Duvara bir zil asılmış, bir de hoparlör var. Apartman girişi tarzında. Bu, hem oyuna daha samimiyet, hem de akıllıca bir kullanım olmuş.  Anlamadığım tek şey ise yayın evi kısmında duran cansız manken. Ben, bir bağ kuramadım. Bu arada, modern bir hava oluşturulmuş.

Kostüm tasarımı Sadık Kızılağaç imzalı. Dedenin gençlik hevesine uygun, kızın asi yapısı ve okul yapısı arasındaki geçişi sağlayan, yayın evi sahibesinin yeteri kadar seksi olmasını sağlayan derin yırtmaçlı eteğiyle kostüm tasarımı başarılı. Fakat Leonard'ın kılık değiştirdikten sonra yaşlı bir teyzeye dönüşme kısmında aksesurların çok iyi olmasına karşın kostüm biraz gen. işi kalmış. Biraz da şişmanlatsalarmış çok daha iyi olurmuş. Saçı gri olan ama kostümleri genç işi olan bir kadının, saçlarıda boyalı olurdu o zaman. Duruma uygun olması için. Biraz zıtlık var gibi. 

Işık tasarımında Yüksel Aymaz çıkıyor karşımıza. Gece - gündüz temasının yaratılmasında son derece başarılı. Romantik bir müzik çaldığında etrafın kırmızıya kesip, karartılması yerinde olmuş. Nokta aydınlatmasının olmamasına çok sevindim. Sahne geçişleri çok az bu nedenle karartma da az. Klasikten uzak bir tasarım var. Oyuna ait özel bir müzik yok aslında. Geçişleri sağlamak için bir fon müziği kullanılmış. Oyunda adı geçen ve romantik sahnelerde çalan klasik bir müzik (Handel'in trompet konçertosu) var. Bu da oyuna daha farklı bir hava katmış.

OYUNCULUKLAR


Sait Genay'a (dede) bayıldım. Yaşına göre çok enerjik ve muhteşem oynuyor. Açıkcası en çok ona güldüm. Bir - iki durağan sahneye girmesiyle ortalığı şenlendiriyor. Bahar Yanılmaz (kız), biraz evvel yukarıda bahsettiğim kişilik özelliklerini çok doğru oynamış. Bu kadar genç birinin, bu kadar iyi bir performans çıkarmasını beklemiyordum. Çok profesyoneldi. Kendisini kutlarım. Cem Yanılmaz (sokaktaki serseri), hakkında size hiç bahsetmedim çünkü oyunda üç dakika rolü var. Üç dakika içerisinde beni otuz üç dakika güldürebilmeyi başardı. Geleceği parlak birine benziyor. Pelin Körmükçü (yayın evi sahibesi) gayet doğal, nerede ne yapması gerektiğini bilen, seksi kadını başarıyla canlandırmış. Ayrıca ses tonunu çok iyi kullanıyor. Beni utandırdı. Ve Emre Kınay (Leonard), iki rolüde çok iyi oynadı. Kadın iken ses tonu ve jest - mimikleri, erkek iken heyecanlı  ve sempatik halleriyle beğenimi kazanmayı başardı.

Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim. Oyuncular iyi, metin iyi, gülme garantili bir oyuna gitmek için daha ne bekliyorsunuz? Aşk Her Yerde. Ya siz?


Not: Oyun 150 dakika / 2 perde. 
Detaylı bilgi için: http://www.durutiyatro.com/


OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR










SİMON WİLLİAMS
(1946 -     )


EGE KÜÇÜKKİPER

19 Ocak 2013 Cumartesi

Bir Medya Trajedisi: "Dar Ayakkabıyla Yaşamak" (İBBŞT)



DAR AYAKKABIYLA YAŞAMAK

Oyun, 2011 yılında Duşan Kovaçeviç tarafından kaleme alındı. İlk kez Şehir Tiyatroları bünyesinde sahneleniyor. Duşan Kovaçeviç'in diğer oyunları Şehir Tiyatrolarında hala sahnelenmekte. Üçlemenin birinci halkası olan "İntiharın Genel Provası" ve ikinci halkası  "Buluşma Yeri" ölüm temasını baz alarak yazılmıştı. Son halka olan "Dar Ayakkabıyla Yaşamak" da bu temayı merkezine yerleştirmiş. Yazarın "Profesyonel" adlı oyunu ise Devlet Tiyatrolarında seyirciyle buluşmakta. Aynı zamanda oyunlarını senaryolaştırıp filme alan da yine yazarın kendisi. Eserleri yıllardır kapalı gişe oynayan yazarın, bence de kalemi oldukça kuvvetli. Tüm oyunları izleyiciyi şoke eden bir sonla bitip, çarpıcı finalleriyle büyüler nitelikte.  

Dar Ayakkabıyla Yaşamak, özelleştirilen bir ayakkabı fabrikasında, beş işçinin açlık grevi yaparak haklarını alabilmeleri için verdikleri mücadeleyi anlatıyor desem de siz buna tam olarak inanmayın. Bu, oyunun sadece görünen yüzü. Birinci perdede izlediğimiz olaylar, oyunun kandırma kısmı. Maldiv karakterinin, oyunda devamlı söylediği bir cümle var: "Kandırmaca yok". İkinci perdeyi seyredene kadar bu lafa inanıyorsunuz. Fabrika kablolarla döşeli ve "Grev Sözcüsü" (kendi kendini seçerek), elinde ki tuş sayesinde, bastığı an patlamaya hazır iki adet bomba yerleştirmiş durumda. Açlık grevinin ise yedinci günündeyiz. Patronla herhangi bir görüşme olmamış. Sekreter, patronla yani işvereni ile, işçiler arasında mekik dokumakta. Bu süre zarfında, işçiler her ne kadar görüşmek istemeseler de, sekreterin ikna kabiliyetiyle toparlanan durum, aynı zaman da sürpriz bir teklife gebe. 

Aynı zamanda bir televizyon kuruluşunun sahibi olan Maldiv adındaki bu Bey'in sürpriz teklifi şöyledir: "Hepiniz, televizyon kanalıma çıkacak ve sesinizi tüm halka duyuracaksınız. Bir kamuoyu oluşturup, bu açlık grevine son vereceksiniz." Buradan bakıldığında iyi bir teklif gibi duruyor olabilir fakat işin özü başkadır. Patron, bu işi bir "reality show"a dönüştürmek niyetindedir. İşçilere, 1'den, 5'e kadar numaralar vererek, halkın oylarıyla hayatta kalmayı başaran, göl kenarında bir ev, son model bir araba ve de beş yüz bin liralık büyük ödülün sahibi olacaktır. Ödülü ve şöhreti duyan işçiler, (en başta da grev sözcüsü) fazla düşünmeye gerek duymadan teklifi kabul etmişlerdir. Aslında kabul etmelerinin bir başka nedeni de, kendileri hakkında yalan yanlış bilgilerin gazetelerde boy göstermesidir. 

Aradan 10 gün geçmiş ve işçilerin yürüyecek halleri bile kalmamıştır. Numaralarına göre çağırıldıklarında, kimi birinin yardımıyla, kimi sürünerek, kimi  tekerlekli sandalyede gelmektedir. Grev sözcüsü ise dimdik bir şekilde koşturmaktadır. Yayın başladığında, herkes hikayesini anlatır. Olay artık, "hak arama" ve "grev" sözcüklerinden uzaklaşıp, kişilerin derin yaralarının, aşklarının ve kirli çamaşırlarının ortaya çıkışına tanıklık etmektedir. Sonunda dört işçi ölür. Onları öldüren şey açlık değil, hayatlarında bir tek günü bile mutlu olarak geçirmeyişleridir. Yaşayansa sadece grev sözcüsüdür ve doğal olarak büyük ödüllerin sahibi olmaya hak kazanmıştır. İşçilerin gerçekten haklarını arayıp, buradan sağlam bir halde çıkıp gideceklerini düşünen sekreter ise nasıl bir oyunun içerisine düştüğünün farkında değildir. O sırada, patronun telefonda konuşmaları oyunun bel kemiğini oluşturuyor. Bir madende, işçilerin açlık grevi yaptığını, patronun da gelip aynı formülle burayı "temizlemesi" istenidiği söyleniyor. İşi bir ritüele çevirmiş olan patron, sıradaki işi için kolları sıvıyor...

REJİ

Nurullah Tuncer, çok değerli bir yönetmen. Bu kanıya yönettiği bütün oyunları seyrederek ulaştım. Yazımın en başında belirttiğim Duşan Kovaçeviç'in diğer oyunlarını sahneye koyan da kendisidir. Diğer yönetmenler gibi Nurullah Tuncer'de, aynı kadroyla çalışmayı seviyor. Öncelikle beyaz çarşaf olayını sevdiğimi söylemeliyim. Beyaz, saflık, duruluk ve uzlaşmayı yani barışı simgeler. Bu nedenle doğru bir tercih olmuş. Beyaz çarşaflar gerilerek projektör görevini üstlenip, daha önce dünyanın her yerinde görülen ve farklı zamanlarda tanık olduğumuz açlık grevlerinden bir kesit sunuyor. Finalde ise, 1 Mayıs işçi bayramına atıfta bulunuluyor. Beyaz çarşaf, bayrak oluveriyor. Nurullah Tuncer, çok amaçlı kullanımı ön plana çıkarmış. Oyuncuların, lambalarını ellerine alıp, Özgürlük Anıtı'nın meşalesi gibi kaldırmaları da, oyundaki parmaklık imgesini destekler nitelikte.

Tiyatroya, her zaman soğuk bir nesnenin girmesine karşıyımdır. Bu oyunda mecburiyetten dolayı giren, sahne aşağısında, karanlıkta tutulan kameraları, seyirci pek fazla görmüyor. Bu nedenle insanı rahatsız etme gibi bir tutum oluşmuyor. İşçiler, televizyona çıktıklarında, seyircinin daha iyi görebilmesi ve bir stüdyo havası yaratılması için şart olan fon yine beyaz çarşaf yardımıyla destekleniyor. Yönetmen burada, seyircilerin gerçekten evlerinde oturup, televizyonlarından yarışmayı seyrediyorlar hissine kapılmasını sağlamış. Orkestra çukuru verimli kullanılarak, "işçilerin bölümü" haline getirilmiş. Orada ölüyorlar, orada tartışıyorlar, kısacası orada mutlu oluyorlar. Oyunda: "Çukur var ama toprak yok" deniliyor. Orkestra çukuru hafif aşağıya doğru indirilmiş vaziyette olduğu için bu amaca doğrudan hizmet etmiş. Video uygulaması ise Aksel Zeydan Göz'e ait. Beyaz perdede sürekli  hapishane parmaklığı gösterilmesi ve işçilerin kafalarını dayadıkları yerin beyaz oluşuyla, parmaklık şeklini alması ikili anlatımın yakalanmasını sağlamış. Maldiv Bey'in şirketinin sembolünün köpek balığı oluşu ise iyi bir ayrıntı olmuş. 

DEKOR - KOSTÜM - IŞIK - EFEKT - MÜZİK VE AKSESUAR

Tavandan sarkan dağınık kabloların, dikkat dağıttığını düşünüyorum. Ayrıca hepsinin kırmızı oluşu bomba ilkesine hizmet etmekte. Dört adet X-Ray cihazı var. Grev sözcüsü hariç her işçi, sanki yuvalarıymış gibi içlerinde duruyor. Fakat oyuna çokta bir getirisi yok. Tersine bir aykırılık söz konusu. Aksesuarda ise, mikrofon ve monitörler önemli bir işleve sahip. Patlama sahnesinde ise beyaz çarşafın olduğu barkovizyon yıkılıyor. Biraz titreşim olsun isterdim. Tabii bu efekt tasarımının işi. Tepeden helikopterler geçerken, yerimden zıplayacağım kadar bir gürültü verilebiliyorda, bomba patladığında neden bu etki yaratılamıyor anlamış değilim. Oyunun adına ve içeriğine uygun olarak, oyuncuların şapkalarına yapışık bir halde ters ayakkabılar sarkmakta.  Görüntüyle eş değer şu cümle geçiverdi aklımdan: "Beynimizde bir o kadar dar". Ne kadar doğruydu...  Dekor tasarımı için, oyunun aynı zamanda yönetmeni Nurullah Tuncer'e, Efekt tasarımı için de, Ersin Aşar'a teşekkürler. 

Ayakkabılar gerçekten dar ve yırtık. Hatta bir işçinin ayağına yapışmış ve çıkmamakta. Sanki ayak parmakları, ayakkabının üzerinden bir deri gibi gözüküyor. (Aşağıda fotoğrafını bulabilirsiniz.) Bu tasvir, durumu özetlemede yerinde kullanılmış. Patronun ve sekreterin ayakkabılarının bol ve yeni oluşu ise aradaki zıtlığı yakalamakta başarılı olmuş. Kostüm tasarımı, Gamze Kuş'a ait. Grev sözcüsünü, üzerine kocaman puntolarla işlenen "Grev Sözcüsü" yazısından anlıyoruz. Aşçıyı ise giydiği beyaz önlükten. 

Işık ilk defa beni bu kadar etkiledi. Sahnenin tam ortasından sarkan bir lamba var ve bu lamba devamlı sağa sola doğru gitmekte. Eş zamanlı olarak da beyaz perdenin arkasında iki oyuncu konuşmakta. Işık, sağ taraftaki kişiye geçtiğinde sanki "karagöz - hacivat" gibi karşısında duran kişiye doğru yaklaşmakta. Soldaki kişiye geçtiğinde ise yine aynı durum yaşanmakta. Bu kişilerden birisi grev sözcüsü bir diğeri ise patron. İkisi arasındaki uzlaşma ve birbirlerine gidip gelişleri estetik açıdan hoşluk yaratmış. İşçilerin kafalarını dayadıkları yer ise beyaz olarak tepeden aydınlatılmakta. "Bizim kötü bir düşüncemiz yok, biz daima barıştan yanayız" cümlesi ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi. Oyunun geneli ise karanlık bir atmosferde geçmekte. Kendinizi daima diri tutmak zorundasınız. Bu arada ışık tasarımı, Fatih Mehmet Haroğluna ait.

Gelelim müziğe. Ana karakterlerin haricinde olan üç yedek işçi, arada bir sahneye gelip saz ve flüt çalıyorlar. (canlı) Grevlerde olmazsa olmaz müziğin betimlenişi oyuna hem renk hem de anlam katmış. Canlı müziğin haricindeki diğer şarkıların da çok güzel olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Hatta bir tanesi Buluşma Yeri adlı oyunda da çalıyordu. Hatırlatma amaçlı oluşu kıyaslamaya sürüklese de bağlılığın oluşumunda etken olmuş. Oliver Josifovski'yi tebrik ederim. Bu arada, sesler de muhteşem. Oyunun sonunda 1 Mayıs işçi bayramına ait şarkı da söyleniyor. Etkilendim...

OYUNCULUKLAR

Bennu Yıldırımlar, iki farklı rolde birden oynuyor. (Sekreter ve Sunucu) İkisinde de oldukça başarılı. Patron rolünü üstlenen Tankut Yıldız harikalar yaratmış. Show kısmında, gerçekten "ucuz" showman karakterine iyi bürünmüş. Veseli rolündeki Nihat Alpteki'nin sesini hırlayarak çıkartması en öndeki seyirciler için duyulabilir. Fakat arka tarafın duyması imkansız. İkinci perde de mikrofon kullanımı olayı kurtarır nitelikte. Zlata rolünde Müge Akyamaç, Rada rolünde Yeliz Gerçek, İsa rolünde ise İbrahim Can üzerine düşenleri fazlasıyla yapmış. Ve grev sözcüsü rolünü oynayan Bora Seçkin, ses tonunu kullanımıyla farklı ruh hallerine bürünmesi beni etkiledi. 

SON SÖZ

Her oyuncunun başında, madencilerin taktığı sarı şapkalar var. (Özel bir adı varsa bilemiyorum.) Sahnenin yan kısımına da bir kürek saplanmış durumda. Ayakkabı fabrikasında bunların ne işi var diyeceksiniz. Oyunun finalinde patronun telefonunun çalması ve madencilerin grevlerine son verilmesini düşünürsek önceden kurgulanmış bir durum diyebiliriz. Son günlerde yaşadığımız olayları da hatırlayarak, göçük altında kalan ve yaşamlarına "ihmalkarlık" sonucu son verilen maden işçilerini, burada anmadan geçemeyeceğim. Ben, bu oyunu tüm işçilere ve özellikle 1 Mayıs işçi kutlamalarında, yerin onlarca kat altında çalışarak dünyanın en zor işini yapıp, emeklerini canlarıyla ödeyen o güzel insanlara adıyorum. Onlar bir tek televizyona inandılar. "Televizyonu çok izleyen insanlar, bilgili insanlardır. Televizyona inananlar ise aptaldır." (Broşür arkası) Alkışınız ve seyirciniz bol olsun. Daima söyleyecek bir sözünüz olsun!

GAZETELERDEN HABERLER (Oyun broşüründen)

Bulgaristan
Kurşun ve çimento fabrikasında çalışan işçiler aylardır maaşlarını alamayınca iki ay öncesi durumu protesto etmeye başladılar. O da işe yaramayınca geçen haftadan itibaren açlık grevine başladılar. İlk açlık grevini Stefan Atanasov başlattı. Onu yalnız bırakmayan üç meslektaşı da onla katıldı (Zaman - 21 Mayıs 2012)

Bursa
Orhangazi ilçesinde bulunan Asil Çelik Fabrikası'nda toplu iş sözleşmelerinde "sıfır zam" dayatmasına karşı fabrika işçileri 20 Ağustos günü Birleşik Metal İş sendikası başkanı, genel sekreteri, şube başkanıyla beraber başlattıkları açlık grevini 7 gün sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı'nın çözüme katkı sağlayacağı söylenmesi üzerine sonlandı. (Birgün - 27 Ağustos 2009)

Rusya
Novouralsk şehrinde AMUR adlı otomobi fabrikasının iflas etmesinin ardından, paralarını alamayan 57 işçi açlık grevine başladı. (Gazetem - 22 Ağustos 2012)

Karabük
Karabük Demir Çelik Fabrikaları AŞ.'de çalışırken iş akitleri fesh edilen ve dört gün önce açlık grevine başlayan 45 işçi, gecenin sonunda ailelerinin sıcaklığı ve çaldıkları enstrümanlarla ısınıyorlar. (Hürriyet - 2 Aralık 2010)

Mısır
Gharbiya kentinde askeri üniforma üreten fabrikada çalışan işçiler maaşlarının arttırılması için eylem yaptı. Daha sonra açlık grevi başladı. İşçiler, 200 tl maaş aldıklarını ve bunun zor çalışma koşulları içinde yeterli olmadığını ifade etti. (Evrensel - 3 Ağustos 2012)

Not: Oyun 2 saat / 2 perdedir. Oyunda kuru - sıkı silah patlamaktadır.


OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR







DUŞAN KOVAÇEVİÇ
(1948 -     )


EGE KÜÇÜKKİPER