25 Nisan 2016 Pazartesi

Öyleyse Neden Haldun Taner? : 'Ayışığında Şamata' (İBBŞT)


1. BÖLÜM : 'SİZE GIPTA EDİYORUM'

Haldun Taner'in 1954 tarihli 'Ayışığında Çalışkur' öyküsünden, 1977'de oyunlaştırdığı Ayışığında Şamata, sezonun kapanmasına iki hafta kala, İ.B.B. Şehir Tiyatroları'nda seyirci ile buluştu. Haldun Taner benim için çok değerli bir yazar. Geçtiğimiz yıl, kendisini, 100. yaşı nedeniyle, çeşitli etkinlikler ve oyunlarla yâd ettik. Üstüme vazife olduğu gibi adına düzenlenen sempozyum ve panellere katıldım, oyunlarını izledim, öykülerini okudum, düşüncelerimi de yazdım. Haldun Taner tiyatrosu, kapalı biçim, açık biçim ve kabare oyunları olarak üç bölüme ayrılıyor. Ayışığında Şamata, yazarın, açık biçim türünün özelliklerini taşıdığı oyunları arasında. Sahnelenen oyunlarına baktığım zaman hepsinin bu türe ait yapıtlar olduğunu görüyorum. Haldun Taner, tıpkı kullandığı biçim gibi, sözünü 'açıkça' söyleyen bir yazar. Söylemi ironik ve derin. Tüm bu sözünü esirgememe durumuna rağmen, kırıcılıktan son derece uzak, nazik ve kadirşinas bir beyefendi. Bu ölçüyü herkesin tutturması pek de mümkün değil. Günün Adamı ve Eşeğin Gölgesi adlı eserleri, söylemsel olarak kabare oyunlarına çok yakın. Yani hicvi politikaya dayalı. Nadiren sahnelenmesinin sebebi de galiba bu. Demek ki Haldun Taner aynı zamanda cesur ve duyarlı bir kalem. Katıldığım sempozyumda Haldun Taner öykücü mü yoksa oyun yazarı mı sorusuna yanıt arayan bir tartışmaya tanık oldum. Nihayetinde öykücülüğü daha çok seviyordu ama şimdi oyun yazarı olarak tanınıyor gibi bir neticeye varıldı. Buradan hareketle, Haldun Taner'in 'çok yönlü bir kimse' olduğu da, benim vardığım bir sonuç. Haldun Bey, tüm bunların haricinde elbette oyunları yurt dışında sahnelenmiş, üniversitelerde dersler vermiş, değeri bilinen, tanınan, sevilen ve sayılan bir sanat adamı. Burada hasbelkader Haldun Bey'i anlatırken, dün rast geldiğim bir iletiyi de paylaşmak istiyorum. (Bu iletiyi yazan bir tiyatrocu) : "Kadıköy iskelesinde genç sevgililer, birbirini uğurluyor, öpüşüyor. Güvenlik, burası 'kamu alanı' öpemezsin diyor. Ardına ne yazsam boş kalıyor." Ardını ben doldurmak isterim. Kadıköy iskelesinin güvenlik görevlisi, Ayışığında Şamata'nın bekçisi Zülfikar, öpüşen iki genç ise oyunun Melahat'ı ve Nuri'si. Değişen hiçbir şey yok. Diyebilirim ki, Haldun Bey'in kendi izlenimlerini yazdığı ilk perde, hâlâ bir Türkiye panoraması. Bu panorama, Haldun Taner'in eskimeyecek ve her daim diri kalacak bir yazar oluşunun da kanıtı. O halde size gıpta edilmez de ne yapılır hocam? Evet, size gıpta ediyorum...

Ayışığında Şamata, öykü versiyonu olan Ayışığında Çalışkur'dan bazı yönleriyle benzer, bazı yönleriyle de ayrı. Kimi olaylar oyunda olup, öyküde yok, kimi karakterler (birçoğunun isimleri de farklı) ise öyküde olup, oyunda. Kiminin de mesleği farklı. Lakin iletmek istediği mesaj ortak. Oyun, öyküye göre daha geniş bir anlatıma ve uzunluğa sahip. Ben yine de bazı noktaların aydınlığa çıkabilmesi adına öyküyü okumanızı salık veririm. Ayışığında Şamata, burjuva sınıfını, ahlak değerlerini, maddiyata tapınmayı, maneviyatı boş vermeyi, gençliğin izlediği yolu, aile kurumunun çürümüşlüğünü, kısacası dejenere olmuş bir toplumu, çeşitli sınıflara mensup kişilerin oluşturduğu, Çalışkur adındaki beş katlı bir apartmandan eleştiren, tersinlemeler ile dolu (apartmanın adı buna en iyi örnek) iki perdelik bir oyun. Bir başka deyişle, küçücük bir semtten yansıyan, kocaman bir ülke. Ben, Sen, O'dan, Biz, Siz, Onlar'a uzanan bir yelpaze. 

Ayşegül Yüksel, 'Haldun Taner Tiyatrosu' adını verdiği çalışmasında, Ayışığında Şamata için şöyle diyor: "Oyunun iletisini, birinci ve ikinci perdede yer alan kişiler ve onların başına gelenler değil, aynı kişilerin ve olayların birbirine karşıt olarak biçimlendirildiği, iki perde arasındaki çelişki oluşturmaktadır. Taner, oyunun ilk perdesini, orta sınıf değerlerini hep geçerli kılan, 'pembe gözlükler' arkasından izlemeye alıştırılmış seyircinin seçimleri doğrultusunda yeniden yazarken, ilk perdeyle oluşan karşıtlığın doğal güldürücülüğünü, özellikle dil kullanımında yaptığı değişiklikler ile destekleyerek, ikinci perdenin baştan sona 'mantıksız' ve 'gerçek dışı' görünmesini sağlamıştır." 

ARA BÖLÜM : 'İTİRAZIM VAR!'

İtirazım var! Oyunu durdurun! Yaptıklarınızdan hiçbir şey anlamadım. Haldun Taner'i niçin böyle yorumladığınıza bir mana veremedim. O bölümü (Özcan-Ömer-Özer) neden oyundan çıkardınız? Yoksa size çok mu açık geldi? Soruyorum size sayın rejisör, niçin bu oyunda, yukarıda anlattığım gibi bir Haldun Taner göremedim? Daha doğrusu, neden Haldun Taner'in ruhunu ve gücünü hissedemedim? Olur mu böyle şey? Ne yani, benim yukarıda yazdıklarım yalan mı? Haldun Taner'i yanlış mı tanıyorum? Öyküyü ve oyunu hiçbir şey anlamadan mı okudum? Benim, size ikinci bir hak tanıma gibi bir imkanım ne yazık ki yok. Neden mi bu şekilde serzenişler ve itirazlarda bulunuyorum? Tüm bunların yanıtı bir sonraki bölümde. 

2. BÖLÜM : 'SİZE ACIYORUM'

Oyunun yönetmeni Naşit Özcan'ın, reji dokunuşları bir hayli yoğun. Bir yerden başlamak lazım. Ben öncelikle, yukarıda sorduğum bir soru ile açılışı yapmak niyetindeyim. Fizik öğrencileri olan Özcan, Ömer ve Özer arkadaşların yer aldığı sahnenin 'oyun müstehcendir' damgası yememek için çıkarıldığını düşünüyorum. Yanlış düşünüyor da olabilirim fakat unutulmamalı ki Cibali Karakolu'ndaki 'Orospu' rolünün oyundan atılması, Beyaz Masa'ya edilen bir seyirci şikayeti sonucu oldu. Benim de çıkarılmasına itirazım var. Sanırım bu durumda Haldun Bey'in anlatmak istediği bir gençlik meselesinin, heba oluşunun üzerine bir bardak soğuk su içmem gerekiyor. Benim suyum yazmak. Yazdıkça susuyorum. Bir başka budayış örneği de 'epilog' kısmı. Olmayışı muallak. Hikayeden oyunlaştırılan bir eserde, seyirci hikayenin devamını / sonunu merak edecektir. Bu bitiş sanki biraz havada. 

Oyunun açık biçim olduğunu söylemiştim. Haldun Taner, epik tiyatronun en önemli isimlerinden biri. Epik tiyatro, yabancılaştırma olmadan olmaz. Bu yabancılaştırma kimi zaman efekt kimi zaman da bir anlatıcı yardımıyla yapılır. 'Bu bir oyundur' izlenimi vermesi ise seyirciye belirli bir mesafe koyar ve düşündürmeyi sağlar. Ayışığında Şamata'da hepsi var. Zaten Haldun Bey'de "...teknisyenler dekorları yerleştirmektedir. Anlatan, son aksesuar kontrolünü yapar." açıklaması ile, 'oyun' algısını en başından ifade etmiş. Fakat rejisörün ayı devamlı oynatması hatta zıplatarak güldürmesi bence bir yabancılaştırma değil, sululaştırma örneği. 'Seyirci ne yaparsak güler?' sorusuna yanıt olarak, böylesine uygulamalar yerine Haldun Bey'in alaycı dilini öne çıkarmayı denemeliydiniz. Anlatıcı, oyuna dışarıdan bakan bir gözden ziyade, oyunun içine giren bir oyun kişisi olma yolunda. Haliyle seyirci ile oyun arasındaki mesafe uzaklaşacağına, yakınlaşıyor. Bu durum, düşüncenin yerini gülmecenin almasına neden oluyor. Tüm izahlarım sonucunda, Anlatıcı'nın aynı zamanda Mufahham ve televizyon spikeri olmasını sevmedim. Aygen'in de seyirci bölümüne geçmesi bence doğru değil. Bazı oyuncuların birden fazla karakteri canlandırması, epik anlatıma iyi bir emsal. Lakin fazla karikatürize. Arada bir ayrım mutlaka olmalı ama bu derece değil. 

Haldun Taner klasik müziği çok severmiş. Oyunu Ayışığı Sonatı ile başlatmasının bence iki nedeni var. Sevmesi birinci neden. İkincisi ise parça bittiği an seyircinin göreceği Anlatıcı ve ardından gelecek olan Saime ile Zülfikar. Yani klasik (klas) bir ortamdan ışık hızıyla geçilen bir mahalle arası. Bundan güzel bir yadırgatma olamaz. Fakat Naşit Özcan, Ayışığı Sonat'ı için A Capella bir yorumu tercih etmiş. Enstrüman olmadan bu etkinin verilmesi zor. Öte yandan Paşa'nın bir doğum günü partisinde üç heceli formülü olan 'di-sip-lin'i uygulayış biçimi çok basit. (Ama komik!) Metinde yer alan şarkılara ek olarak seçilen parçalar dönem için uygun ama eşleştirilen oyunlar yanlış. Rap tarzı anlatılan bölümü seyirci anladıysa bir mesele teşkil etmiyor. Haldun Bey o kısımda Türkiye'nin durumunu özetliyordu. Rap türün yarı anlaşılır, yarı anlaşılmaz oluşu, gerçekten bir 'özet' niteliğinde. 4 Seyirci'nin yerleşim yerleri güzel. Naşit Özcan'ın reji dokunuşlarını benim yerime Suzan karakteri, 'size acıyorum' diyerek zaten tanımlamış.   

Eylül Gürcan hem sahne hem kostüm tasarımını yapmış. Ben, renkler ile karakterleri bütünleştirebildim. İlk perdede her karakterin ayrı telden çalması (rengarenk kişilikler), dekorun ve kostümlerin renkli oluşu ile açıklayabilirken, ikinci perdede, tüm oyun kişilerinin ya iyi ya da kötü aktarılmasının (ortası yok) siyah - beyaz dekor ve kostümler ile anlatılışını başarılı buldum. İki perdenin zıtlığı ile kapıların açılış yönlerinin tersine dönmesi ve Anlatıcı'nın güncel kostümü, 'oyun eski ama anlattığı bugün' mesajı doğrultusunda iyi fikirler. Pencereli fon ise, metne çok uygun, kutlarım. Özcan Çelik'in ışık tasarımı, ayışığı konsepti için elinden geleni yapıyor. Hatice Yurtduru'nun dramaturjilerini bir türlü beğenemiyorum. Üzgünüm. 

Oyuncular için tek tek bir şey söylemeyeceğim. Hepsini çok beğendim. Gökhan Mete'yi sahnede görmekten memnunum. Sahnede ilk kez izlediğim genç oyuncuları takip etmeye devam edeceğim. Kadroyu yazmadan edemem: Arda Aydın, İbrahim Can, Şevket Avşar, Tuğçe Açıkgöz, Ertan Kılıç, Mehmet Bulduk, Berrin Koper, Ceysu Aygen, Şenay Saçbüker, Emre Narcı, Gökhan Mete, Aziz Sarvan, Gökhan Eğilmezbaş, Derya Çetinel, Savaş Barutçu, Yonca İnal, Samet Hafızloğlu, İbrahim Ulutaş, Özge Midilli, Emrah Can Yaylı, Esra Ede, Ceren Hacımuratoğlu, Özgür Dağ, Nilay Yazıcıoğlu.

BENİM EPİLOĞUM 

Hasılı ey seyirciyi kiram, kötü oyun her zaman cezasını görür.
İyi oyun, önünde sonunda mutlaka mükâfat bulur. 


Notlar;
Oyun 2 perde / 2 saattir.
Fotoğraflar bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Ayışığında Şamata)
Ayışığında Çalışkur  

        




Ege KÜÇÜKKİPER