23 Aralık 2015 Çarşamba

Düzgün Bir Oyun : 'Tersine Dünya' (İDT)


'Tersine Dünya', yazarın ölümünden sonra (1986) yayınlanan ve 1993'de Ersin Pertan rejisi ile beyazperdeye aktarılan bir eser. Ülkemizde Bakırköy Belediye Tiyatroları'nın geçmişte yaptığı prodüksiyonu ile meşhur. Devlet Tiyatroları ise daha önce repertuarında yer vermemiş. Geçtiğimiz yıl Orhan Kemal'in 100. doğum yılı idi. Hakkında hiçbir şey yapılmadı. Yani yazar da, eser de seyirci ile buluşmak için yeterince geç kalmış. Ben, daha fazla geciktirmeden oyunu görmek ve yazmak istedim. Tersine Dünya ile ilgili pek kaynak yok. Belki bu yazı bir kaynak olur...

Orhan Kemal'in yapıtlarındaki mekan ve kişi paralelliğine değinmek niyetindeyim. Yazar, diğer eserlerinde olduğu gibi, Tersine Dünya'da da bir mahalle atmosferi yaratmış. Sahnedeki bir kişiyi, dışarıdaki bin kişinin temsilcisi konumunda, gözlemlerine dayanarak var etmiş. Seçtiği mekan ve karakterleri, zamanın sosyo-ekonomik koşulları içerisinde şekillendirerek, bir toplum panoraması çizmiş. Yani üçgenin bir köşesini mekan, bir köşesini zaman, diğer köşesini ise kişi(ler) olarak belirlemiş. 

Orhan Kemal'in yapıtlarına bakıldığında, ezilenin bir türlü ezen konumuna geçemediği görülür. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi işin görünen boyutu olan güçten yoksun oluştur. İkinci ise, kişinin bilinçli bir halde o sıfatı almak istememesinden doğan insani boyut. Yani ezilen, eline fırsat geçse de ezen olmak istemez ama kendisini ezene de dur demez. Yazar, kendi gözlemciliğini, ele aldığı karakterlere de bahşetmiştir. Ezilen, yaşadıklarını gözlemleyebildiği için ezen olmaktan kaçınır. Ezen ise yaptırımlarının farkında olduğu ve bunlardan müthiş bir zevk duyduğu için konumunu değiştirmek istemez. Bu nedenle roller hiçbir zaman değişmeyerek, çelişki aynı doğrultuda devam eder. Bir nevi dünya böyle gelmiş böyle gider. İşte Orhan Kemal bu döngüden sıkılmış olacak ki, yaşadığı dünyayı tersine çevirerek, toplumdaki rolleri takas etme yolunu seçmiş. Bu yolu döşerken de nesnellikten ödün vermemiş.

Orhan Kemal'in, romanlarında karşılıklı konuşmaya bolca yer vermesi, oyunlaştırmaya kolaylık sağlayan bir etken. Yerel ağızların kullanılması, olayları belli bir yöreye mâletmekten çok yaşamdaki canlılıkları ve renklilikleri korumak için. Yapıtlarındaki, kişilerin iç kıvrımları ve gelişimleri oyuna devinim sağlayacak nitelikte. Acele kararlar, pişmanlıklar, öfkeler, yerinmeler, suskunluklar, patlamalar hep o iç devinimin bir anlatımı. Orhan Kemal, romanlarında gerçeği renkli ve canlı görünümler olarak sunması, konuşma ve davranışları bu görünümlerin üzerine işlemesi ve görünümü böylesine belirgin olarak ele alması oyunlaştırma için büyük bir kolaylık. Oyunları, oyuncuyu olduğu kadar dekorcuyu da gönendirici. Çünkü insan, çevresi içinde ve çevresindeki eşya ile organik bir bağ içinde. Oyunlarında halkta yaşayan değerler, onları yaşatanların kişiliklerine sindirilmiş olarak mevcut. Yazar bu geleneksel değerlere karşı değil, fakat bu değerlerin yanlış yorumlanıp sömürüye araç edildiğinden hemfikir. (Asım Bezirci)

Gelelim yapıta... Erkeklerin kadın, kadınların ise erkek rollerini sırtlandığı oyun, bu dönüşüm ile toplumdaki terslikleri, anne olan kadın, eş olan kadın, cinsel meta olan kadın, meslek sahibi olan kadın, namusu(lu)suz ve ahlak(lı)sız olan kadın gibi konuları karikatürize ederek eleştiren, ironik bir yapıya sahip. Salona şöyle bir baktığımda, izleyicilerin kadın ağırlıklı olduğunu gördüm. Benim tavsiyem oyunu erkeklerin seyretmesi yönünde. Belki sahnede gördükleri ters dünyalarını (görüşlerini), düzeltebilirler... Elif Erdal'ın yönettiği bir oyunu ilk kez izliyorum. Genelde bir yönetmenin 3 oyunu, hakkında fikir verir. Beğenirsem devam ederim. Elif Erdal ile görüşmemin ilk aşaması, detayları ile aşağıda...

Karikatür dendiği zaman aklıma, esprili, eleştirel, normalin çok dışında çizimler ve günümüz tabiri ile 'zaytungvari' birtakım şeyler gelir. Tersine Dünya'yı okuduğumda da bu tip düşüncelerle doldum. Ataerkil bir toplum yapısında böyle durumların ancak karikatürize edilerek sunulabileceğine kanaat getirdim. Bu nedenle oyunun her unsuru ile karikatüristik olarak sahnelenmesini ve 'oyunsuluğun' belli edilmesini, metne uygun buldum. 

Oyunun, fotografik karakter tanıtımı ile mahalleli hakkında genel bir görünüm vererek açılmasını, roman diline hizmet ettiği ve uyarlamaya katkı sunduğu için sevdim. Devamında metinden bağımsız olarak, bir başka kadınsal derdin, metne ortak edilmesini, oyunun genel akışı içerisinde anlamlı saydım. Buradan hareketle, oyundaki mikrofon kullanımının bütünsel bir vasfı olduğunu gördüm. Rejisör, koyduğu ek sahne ile oyunun başlangıcını, bitişi ile paralel kılmış. (sanki) Metnin kurgusuna uzaktan baktığımda, oyunun müzikli oluşundan ilham alındığı ve bu oluşumun getirilerinin uygulandığı aşikar. 

İbrahim'in sahnedeki ilk anının melodram havasında aktarılması, karakterin, daha sonra anlatacağı hikayesi için bir taslak (ön izleme) meydana getirmiş. Aksi, ilerisi için bir etki yaratmayabilirdi. Palabıyığın, metnin tersine, seyirciye bıyıksız olarak gösterilmesi ve akabinde 'takma' bıyığını takması 'toplum ne der?' sorusu için iyi bir fikir. Rejisörün bu iletisi hoş. Elif Erdal'ın rejisi, metnin boşluklarını tamamlayan bir görevde. Tamamlanan her boşluk, metne yeni iletiler sağlamış. Başgardiyan'ın aksaması, daha önce topuğundan vurulduğu izlenimi vermiş. (Olası en anlamlı ihtimal) Oyundaki ayrıntıları başarılı buldum...  

Bence kadınların erkek gibi, erkeklerin ise kendileri gibi oynamaları oyunu kurtaran en önemli şey. Ortadaki tersliği, ses tonlarını değiştirmeden, sadece beden dillerini kullanarak aksettirmeleri oyuna katkı sağlayan bir faktör. Dekor değişimine yardımcı olan kişilerin kadınsal figürleri, oyunun bütünlüğünü bozmamakla birlikte estetik bir havada. Koro kullanımı boş ve anlamsız değil. Üstelik kadın-erkek ayırımının da (bu yolla bütünlüğünün) bilincinde...  

Oyunun enerjisinin düşmesine sebep ikinci perde başı gözden geçirilmeli. Patron karakteri, yukarıda söylediklerime çok tezat. 27 kişilik kadroda uyumsuzluğa neden olan tek karakter. Bu elbette oyuncudan kaynaklı bir durum değil. Karikatürize etmek yek parça ile olmaz. Rejisör bunu görmüyor mu? Sahnenin gürültüsüne de bir çözüm bulunmalı. İşçiler bir süreliğine paydos etse? Ayrıca rüya sahnesinin 'dondurma' yöntemiyle kotarılması çok alışılageldik. Yaratıcı ilerleyen bir reji, giderek aslında öyle olmadığını ispatlamaya uğraşmış.. Ben buna 'bile bile lades' diyorum...  

Şirin Dağtekin Yenen'in karikatür çizimli dekor tasarımı şahane! Döneme uygun dekor tasarımının geneline neşe ve hüznü içerisinde barındıran ve bu yüzden zihinde duygu karışıklığına yol açan sarının seçilmesi, metin odaklı baktığımda akıllıca. Mekanların belirlenip, oyunculara geniş alan bırakılması bir avantaj. Silah seslerinin bazen efekt, bazen de oyuncu tarafından 'bam' şeklinde verilmesi, karikatüristik oyuna bir artı. Nalan Alaylı'nın kostüm tasarımı, tıpkı dekor tasarımı gibi dönemi yansıtmakta başarılı. Kadın karakterlerin, kadınsılığını ön plana çıkaran tasarımlar, oyuna hizmet edici. (Erkek gibi giydirmediğiniz için duacınızım) Benzeri durum erkek karakterler için de geçerli. Akın Yılmaz'ın ışık tasarımı, olaylara ışık tutan, zeminin yapılandırılmasına destek veren ve zaman ayrımını belirten türde. Dekordan yardım alması da işin doğallığı... 

Can Atilla'nın müziklerine bayıldım. Metinde kendini hissettiren arabesk mod, sahne geçişleri ile verilebilmiş. Güftelere göre yapılan besteler, sözlerin anlamını hissettirebilmiş. Bence DVD'si çıkmalı. Dediğim gibi kadro çok kalabalık. Haliyle herkes hakkında yorum yapamam. Suna Selen ve Gılman Kahyaoğlu'nu izlememe vesile olan Devlet Tiyatroları'na teşekkür ederim. Seval Gökçe ve Zeliha Güney'i tekrar izlemek çok keyifli. Özlem Güvenli Türker, bitirim bir oyuncu. Çok yetenekli genç arkadaşlarım var. Onları dikkatli izleyin. Kadronun geri kalan şöyle:  Hülya Çelik Kalebayır, Fikret Urucu, Ozan Uçar, Serap Eyüboğlu, Fatma Öney, Jale Çiçek, Ayla Baki Yücesoy, Nurhayat Boz, Melek Gökçer Bilge, Çiğdem Aygün, Yıltan Kahraman, Vehbi Akıntürk, Meriç Akay, Ezgi Baykal, Füruzan Çokol, Lalizer Kemaloğlu, Tilbe Taşlı, Hakan Dülger, Onur Erolus, Doruk Ordu, Deniz Gürzumar, Eda Şahin, Nevzat Cengiz.

Ben Tersine Dünya'yı, İnce İnce Yasemince'ye çok benzettim. Erkeğini öldürmek için arayan Hamsiye, türlü dolaplarla kocasına ders veren ve her seferinde dayak yemesine vesile olan Kakılmış, erkek kılığında, kadınlara sarkan Şuayip, üç kağıt yaparak, karşısındakini soyup soğana çeviren Gülazer ve kendi kazdığı kuyuya düşen Sürahi, beni bunları söyletmeye itti. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Yazının tümüne bakın, bir de şu videoya: 
https://www.youtube.com/watch?v=USilRqVOZB8


Notlar: 
Oyun 2 saat 30 dakika / 2 perdedir.
Fotoğraflar bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Tersine Dünya)
http://ayselguney.com/?p=257





Ege KÜÇÜKKİPER   
       

12 Aralık 2015 Cumartesi

Bu Oyunu Herkes Görmeli : 'İkinci Bölüm' (İDT)


1977'de kaleme aldığı 'İkinci Bölüm' (Chapter Two) adlı oyunu ile sahne üzerinde beşinci kez buluştuğum 88 yaşındaki Neil Simon'ın aklıma girişi, Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı 'Aklımdaki Kadınlar' (Jack's Woman) sayesinde oldu. Tiyatrokare'nin 'Aşka 103 Adım'  (Barefoot in the Park) ve 'Müziksiz Evin Konukları' (Lost in Yorkers) prodüksiyonları ise yazarın aklımda kalmasını sağladı. İBBŞT'nın sahnelediği 'Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum' (I Ought to Be in Pictures) faciasından sonra yazar ile arama biraz mesafe koysam da, 'İkinci Bölüm'de bu limoni havayı dağıtmayı başardım(k). Bir nevi Neil Simon ile ikinci bölümümüzü yaşamaya başladık ve sanırım iyi bir başlangıç yaptık...

Müziksiz Evin Konukları için kaleme aldığım yazıda Neil Simon oyunlarının benzer yanları üzerinde durmuştum. Lakin bu duruş daha çok, yazarın yarattığı karakterlerin 'nevrotik' oluşları ile ilintili idi. Aynı şeyleri tekrar yazmamak adına, yazı sonunda kaynak vermeyi tercih ettim. İkinci Bölüm'ü izledikten sonra ise Neil Simon oyunları arasında başka benzerlikler de yakaladım. Bu nedenle öncelikle yakaladıklarımı pişirmek istiyorum...

Neil Simon seyir listeme tersten girmiş bir yazar. (Öyle olması elbette kurumların oyun seçimleri neticesinde) İzlediğim ilk oyunu 1992 imzalı. Sonraki 1963, diğeri 1991, öteki ise 1980'de yazılmış. Bu kronolojiyi vermemin sebebi, yazarın, iyimserlikten adım adım uzaklaştığını ortaya koymak. Beş oyunun genel akışına baktığımda 1991 ve 92 tarihli oyunları daha karamsar bir havanın etkisinde. Neil Simon 1992'de 65 yaşında imiş. 1963'te ise 36. Bu tabloya göre, aydınlıktan karanlığa geçiş, şüphesiz yazarın 'gördükleri' ile ilgili. Benim buradan çıkardığım sonuç, çizginin giderek eğildiği yönünde. Umarım şahsım ile yazar arasındaki yükselen çizgiyi, yazar da kendi içerisinde bulup, yapıtlarına yansıtır.

New York - Neil Simon Theatre (Gece)

Neil Simon'ın hemen hemen her metni 4-5 karakter arasında geçen, iki perdeden oluşan, 'çift' unsurunu ön plana çıkaran, ilk perdeyi komedi türünde daha hafif tutup, hikayedeki dramı (meseleyi) ikinci perdeye saklayan ve nihayetinde mesaj veren bir yapıya sahip. İkinci Bölüm de bu özellikleri (benzerlikleri) bünyesinde barındıran bir oyun. Oyuna gitmeden evvel araştırma yaparken, oyunun 1991-92 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendiğini ve Jennie Malone karakterini 'yine' Ayşen İnci'nin oynadığını, partnerinin ise Çetin Tekindor olduğunu öğrendim. Ayşen İnci o zaman 36 yaşında imiş. Metni baz aldığımda, role pek de uygun değil(miş)... 

İkinci Bölüm, eşini kaybetmiş bir adam ile eşinden yeni boşanmış bir kadının ikinci bölümlerini / perdelerini nasıl inşa ettiklerini anlatan, üzerinde durduğu ikilinin yanına bir de evliliklerinden tatmin olamayan iki genci yerleştiren, bu gençlerin de zaman içerisinde, tıpkı diğerleri gibi 'çift' oluşunu gözler önüne seren bir metin. Aslında bir önceki paragrafta belirttiğim yaş mevzusu da metnin içeriği doğrultusunda. Neil Simon, farklı yaşlardan iki çiftin yaşamını konu alırken, çevreyi jenerasyon farkı ile süslemiş. Bu süslemeyi yaparken de yaşa bağlı olarak değişen istekleri, amaçları ve düşünceleri oyunun alt katmanına yerleştirerek, 'insan yapısı'nı sorgulamış. 91 yapımının oyuncu seçimi bir dezavantaj...


İnstagramda Neil Simon oyunlarının yurt dışı sahnelenişlerine göz atarken, karşıma böyle bir bilgi-soru çıktı. Fotoğrafta, Neil Simon'ın, eşini kaybettikten sonra yeniden evlendiği söylenirken, bu gerçek olayı hangi oyununda ele aldığı soruluyor. Cevap ise Chapter Two. Yani İkinci Bölüm.

Aklımdaki Kadınlar, İkinci Bölüm'ün karakter odaklı en çok benzediği Neil Simon oyunu. Her iki baş karakterin de mesleği yazarlık. Her ikisi de 'aklındaki kadını' çıkaramayan oyun kişileri. Her ikisi de 'ölmüş' eşlerinin esaretinde yaşayan insanlar. Her ikisi de psikoloğa ihtiyaç duyan ve 'sevgi' kavramının etrafında dolaşan mutsuzlar. Neil Simon, bahsi geçen bu oyununda, yine sevgi temasını başat konumlandırarak, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kurmuş. (Aklımdaki Kadınlar'da yaptığı gibi) Bu köprünün ayaklarından biri olan geçmişten kurtulmanın, diğer ayak olan geleceği daha kuvvetlendireceğini salık vermiş. Elbette geçmişteki ayağı tamamen kesmeden... 

Son söylediklerim, oyunun kurgusunu da açıklayıcı kılan türde. Metin ilk anından son anına kadar kurulu bir düzen içerisinde. Düzenin bir diğer mimarı ise oyunun rejisörü Hidayet Erdinç. Hidayet Erdinç ile ilk kez tanıştım. Oyundan çıkarken aklımda şu cümle vardı: 'Türk seyircisi Neil Simon'ı çok seviyor fakat bununla da bitmiyor, rejisörler de Neil Simon'ı iyi anlıyor.'  Neil Simon benim için naif, sözünü kırıp dökmeden söyleyen, sıcak insan ilişkileri kuran, bu sıcaklığa seyirciyi de ortak eden, içimizdeki acıyı da neşeyi de çok iyi bilen, nerede durması gerektiğini sezen, dilini akıcı kullanan ve en önemlisi üretken bir yazar. Neil Simon metinleri bir sistem eleştirisi yapmamasına rağmen (çoğu) güncelliğini koruyacak kadar güçlü fakat bir o kadar da cam kaplı metinler. Rejisör Hidayet Erdinç, bu camı kırmadan, 'günümüzü' dozunda tutup (cep telefonu vs.), komediyi sulandırmayarak, metnin getirilerine uyumlu ve Neil Simon'ın çoğu kez zikrettiği 'resmin içinde olmak' sözünün altını dolduran bir sahneleyişe imza atmış. Bu arada Barbara Wood kitapları ve Chapter Two teksti ayrıntıları hoş...         

Ethem Özbora'nın, 'beni orada birilerinin yaşadığına inandırdığı' dekor tasarımı çok iyi. İkiliye verilen alanların sınır çekilmeden, birbirinden renk, desen ve nesneler ile ayrılması, köprünün öbür tarafına geçişte engel oluşturmamış. Klasik ile modern harmanlanarak, dün ve bugün birbirine bağlanmış. Karakterlerin kişisel özelliklerine göre düzenlenen (kadının titiz, erkeğin pejmürde oluşu) dağınık ve toplu ortamlar, oyun başlamadan seyirciye bilgi sunmuş. Nalan Alaylı'nın kostüm tasarımı da bu söylediğimi haklı çıkarmış. Ayrıca zaman geçişi bol olan metne, bol miktarda kostüm tasarlayarak, zaman kavramına görsel açıdan destek vermiş. Seçilen renkler de karakterlerin ruhani yapısına uyum sağlamış. Önder Arık, ışık tasarımında pek de bir şey yapmamış. Sahne geçişleri için karartma ve aydınlatmayı bir tasarım olarak nitelemem zor ama dekordan yardım alarak doğal ışık kullanması güzel. Finaldeki ışığın da özel olduğunu söyleyebilirim. Künyede koreografa rastlamadım. Bu nedenle aktaracaklarım yine yönetmen için olacak. Komedi bir ritm işidir. Koreografide bu ritmi bulabildim. Göz yormaması, artısı... 


Yurt dışı sahnelenişinden bir dekor tasarımı. Bence bizim dekor, bu dekoru yakalamış...

Öneri: Her iki telefonunda aynı sehpa üzerinde yan yana durmasını isterdim. İkilinin yaşamlarını ve yaşam alanlarını bağlayan yegane unsur telefon...

Şahin Çelik ve Ayşen İnci... Devlet Tiyatroları'nın iki şahane oyuncusu. Açıkçası Şahin Bey'in böyle bir komedi kılıfının olduğunu bilmezdim. Ses tonu ve vurgulamalarına diyecek bir şey yok. Ayşen İnci, oyunda daha çok mimik yollu bir oyunculuk sergileyen, Jennie Malone olarak hafızama kazınan, aynı göz doktoruna gittiğimiz benim her zaman 'şeker' diye adlandırdığım oyuncu... Veda Yurtsever İpek ve Lebib Gökhan ise sahnelerini doldurabilen ve uyumu yakalayan iki iyi oyuncu...

Ekip güzel, metin iyi, seyirci coşkulu. Bu oyunu herkes görmeli. Emeği geçenleri kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim. (Galiba ilk kez bir dileğim kabul oldu) İkinci Bölüm, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda izlediğim ender iyi oyunlardan. Keyifli vakit geçirmek isteyenlere tavsiye ederim...


Notlar;
Oyun 2 perde / 2 saat 15 dakikadır.
Alttaki fotoğraflar bana aittir.

Kaynak;
DT Arşivi (İkinci Bölüm)
Vikipedia (Neil Simon)

Yazdığım Diğer Neil Simon Oyunları

Aklımdaki Kadınlar:
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2013/10/dusuncelerimizin-vazgecilmezleri.html

Aşka 103 Adım: 
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2013/09/mutluluga-ulasmann-yolu-aska-103-adm.html

Müziksiz Evin Konukları:
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2013/12/neil-simondan-pulitzer-odullu-bir.html

Ben Sinema Artisti Olmak İstiyorum: 
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2014/04/4-yl-beklettigim-oyun-ben-sinema.html

Sevgili Doktor (Oyunlaştıran):
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2012/12/cehovdan-sekiz-oyku-sevgili-doktor.html



  













Ege KÜÇÜKKİPER




1 Aralık 2015 Salı

Haldun Taner 100 Yaşında (2) : 'Dün Bugün' (Tiyatro2000)


Semiha Berksoy Opera Vakfı - Tiyatro 2000 (Zeliha Berksoy) tarafından, Haldun Taner'in 100. Doğum yılı nedeniyle sahneye konan 'Dün Bugün'ü yazmak için, Pera Müzesi'nde gerçekleştirilen Haldun Taner sempozyumunun bitmesini bekledim. İki güne yayılan sempozyumun, her iki günü de oradaydım. İlk günün konuşmacıları arasında Zeliha Berksoy da vardı. Biraz da onun için bekledim... 

Üzerine iki yazı de yazdım. 
1. Gün: http://egekucukkipergunluk.blogspot.com.tr/2015/11/2-uluslararas-disiplinleraras-tiyatro.html?spref=fb 
2. Gün: http://egekucukkipergunluk.blogspot.com.tr/2015/11/2-uluslararas-disiplinleraras-tiyatro_29.html?spref=fb 



Dün Bugün adı bana yabancı gelmedi. İlk kez 1967'de izleyicisi ile buluşan Devekuşu Kabare'nin, oynadığı 6 oyundan (Yasaklar - Aşk Olsun - Deliler - Reklamlar - Beyoğlu Beyoğlu) biri de Dün Bugün idi. Tiyatro 2000'in projesi, ismi ile hem Haldun Taner'in ironisine hem de geçmişe bir selam niteliğinde. Devekuşu Kabare'yi yaşım dolayısıyla canlı canlı izleyemedim ama teknolojik gelişmeler seyretmemi mümkün kıldı. İşte Dün Bugün, içimde kalan kabare özlemini, içimde kaldığı biçimiyle seyretmeme vesile oldu. Devlet Tiyatroları bu yıl İstanbul ve Ankara'da Haldun Taner'in anısına iki oyun (Sersem Kocanın Kurnaz Karısı ve Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım) yaptı. Birini izledim fena değildi. Özel tiyatrolar buna pek cesaret edemedi. Cesareti için Zeliha Berksoy'u kutluyor ve kendisine teşekkür ediyorum...

Dün Bugün, Haldun Taner'in dört oyunundan (Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım, Keşanlı Ali Destanı, Vatan Kurtaran Şaban, Günün Adamı) çeşitli episodların birleşimiyle meydana gelen bir kolaj çalışması. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki yukarıda adı geçen dört oyundan seçilen bölümler ve bu bölümlerin sıralanışı yani oyunun kurgusu, metinsel açıdan bir bütünlük yaratmış. (Bilhassa miting konuşmasının, muhtarlık seçimine bağlanması)  Bu bütünlük de seyri kolaylaştırıp, seyircinin oyundan kopmamasını sağlamış. Rejisör, her bölümü kendi içerisinde tartışıp, bir çözüm yolu ararken, aradığını oyunun geneline yayarak, aynı zamanda ortaya büyük resmi çıkarmış. Buradan hareketle, ben hem küçük resimlere (bölümlere) hem de resmin büyüğüne (oyuna) bakarak, izlenimlerimi aktaracağım...

Oyunun Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım'ın 'okul' sahnesi ile başlaması tarihsel (kronolojik) ve 'dünün' anlatımı açısından son derece uygun. Erkeklerin ayrı, kızların ayrı yerde eğitim görmeleri, 'bugünün' kızlı - erkekli meselesine parmak basmış. Oyunun orta oyunu biçiminde sahnelenmesi, Haldun Taner'in epik tiyatro anlayışındaki 'oyunsuluğa' katkı sunmakla birlikte, yabancılaştırma öğesinin kullanılmasına, anlatıcının işlevine ve dekor-kostüm değişiminin kolaylaşmasına olanak tanımış. Oyunsuluk ise oyuncuların dahil olacakları sahneyi izlemeleri şeklinde gerçekleştirilmiş. Bir nevi onlar da seyirci konumuna yerleştirilip, oyuna sokulmuş. ('Etkin olmak', gidişatı değiştirebilmek)

Haldun Taner'in oyunlarındaki orta oyunsuluk, ekseriyetle karakterler aracılığı ile kendini gösteren bir olgu. Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım'daki Vicdani ile Efruz'un, Kavuklu ile Pişekar, Vatan Kurtaran Şaban'daki Şaban ile Mustafa'nın (ve Sahaf'ın) Hacivat ile Karagöz, anlatıcının ise Meddah kisvesine bürünmeleri ve var olmayan bir nesneyi/kişiyi var(mış) gibi canlandırma, söylediklerime bir emsal. Bir başka emsal ise erkeklerin kadın, kadınların erkek rollerini oynaması. Rejisör, orta oyununda baş gösteren bu unsuru da oyuna yedirerek, 'değişikliği' seyirciye yadırgatmamış. Dün Bugün adlı yapımda, bu emsallerin karşılıklarını, yadırgamadan bulabildim...    

Zeliha Berksoy, dört oyunu bitirdikten sonra Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım ve Keşanlı Ali Destanı'na tekrar dönüş yaparak, oyunun başı ile sonunu olay örgüsü ve karakter bazında eş kılmış. Açılış ile kapanış oyununu, aynı oyundan seçtiği farklı bölümlerle (seçilen bölümler de o oyunun ilk ve son sahneleri) ortak bir zemine oturtmaya çalışmış. Benim gördüğüm oyunun 'Vicdani' temelli olduğu ve bu yolla vicdani üzerinden bir sorgulama yapıldığı. Rejisör, dünden bugüne Efruzlar mı çoğaldı yoksa vicdaniler mi, bu çoğalmanın sebepleri neler, çoğalmanın etkileri hangi yönde, bu çoğalmayı durdurmak için neler yapmalıyız? gibi sorulara yanıt aramış (sanki) 

Kabare, hem eğlendirici hem de düşündürücü yapıda bir tür. Dün Bugün'de her ikisi de var. Hatta düşündürücü özellik 'düşünen adam' metaforu ile görselleşmiş vaziyette. Keşanlı Ali Destanın'daki Sipsi'nin kulak metaforu 'duydum - gördüm - anlattım' üçgenindeki 'duydum'a bir mesaj. Sakın plak olmayın iletisi, 'anlattım'a, oyunun geneli ise 'gördüm'e bir örnek. Oyunun 'bugün' temasını en çok hissettirdiği bölüm Vatan Kurtaran Şaban'ın teftiş anları. Rejisör Zeliha Berksoy, dramaturjik çalışması ile Haldun Bey'in oyunlarını iyi teftiş etmiş. Lakin süreyi çok uzun tutmuş. Son 4-5 bölümün (Zilha'nın zerafet dersi, Zilha ile Ali'nin ay ışığında konuşması, Zilha ile Şamama, Balo, Nilüfer'in intihar konuşması) oyunun anlatımına pek destek olmadığı kanaatindeyim. Çıkarılması bir kayıp değil...

Oyun kabare olduğu için sıralamada bir değişiklik yapıp, müziklere değinmek istiyorum. Her şarkının, kendisinden evvel oynanan bölümü anlattığı müzikler, yıllardır izlediğimiz Haldun Taner oyunlarından aşina olduğumuz 'dünkü' haliyle mevcut. Elbette aşina olmadıklarımız da var. Onlar da 'bugünün' şarkıları. Fakat oyun süresinin uzunluğuna neden olan da şarkılar. Benim önerim, şarkıların iki defa dönmemesi. (Müzikler: Yalçın Tura, Cem İdiz, İlteriş Sun) Orkestra (Malik Halce) başarılı ve dinamik.  

Emrah Kürekçi'nin dekor tasarımı, oyunun biçimine uygun olarak az ve öz. Değişim için pratik. Tiyatro 2000'in kostüm tasarımları ise karakterlerin ruhsal ve fiziksel özelliklerine göre iyi. Her iki tasarım da (dekor - kostüm) dün ile bugünün anlatısına hizmetçi. Zeliha Berksoy'un, şapka simgesi ile Haldun Taner'i sahneye taşıması harikulade. Yakup Çartık'ın ışık tasarımı bölüm başlangıç ve bitişlerine haberci. Daha özenli olabilirdi.

Erdem Akakçe'yi sahnede ilk kez izledim ve çok beğendim. Zıt karakterleri bünyesinde harmanlayabilen bir oyuncu. Alayça Öztürk için de aynı şeyleri söyleyebilirim. Onu dinlemek ve izlemek benim için keyif. Bu arada bundan sonra Selin Zafertepe'nin en sıkı takipçisi ben olacağım! Utku Çorbacı, İpek Gülbir, Can Yılmaz ve Uğur Arda Başkan da rollerinin hakkını veren diğer isimler. Kabare oyunculuğu abartıya yer vermesi ve temposunu yüksek tutmasıyla başarıya ulaşabilir. Dün Bugün, uyumlu bir ekip, hızlı bir oyun. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim...


Notlar;
Oyun 2 saat 45 dakika / 2 perdedir.
Fotoğraflar bana aittir.

Kaynaklar
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım
Keşanlı Ali Destanı
Vatan Kurtaran Şaban
Günün Adamı




Ege KÜÇÜKKİPER