20 Nisan 2013 Cumartesi

Tarihsel Bir Kara Komedi: "Sessizlik" (İstanbul DT)



SESSİZLİK

Moira Buffini'nin 1999 yılında 3 perde şeklinde yazdığı, Mehmet Birkiye'nin yönettiği Sessizlik, karanlık orta çağ İngiltere'sinde, ağabeyi tarafından sürgüne yollanan Prenses Ymma'nın, İngiltere Kralı Ethelred tarafından, Cumbria Lordu (!) Silence ile zorla evlendirilmesini ve akabinde gelişen olayları, kara komedi türünde aktarıyor. Ünlem işaretini (!) neden koyduğumu söylemeyeceğim. Oyunun büyüsü bozulsun istemem. Önemli bir ana tema etrafında, çeşitli konulara değinilmiş. Metin, "kadın" ve "kadınlık" kavramlarının durumu, nerede durdukları, erkekler ve özellikle kilise için nasıl bir anlam ifade ettikleri, erkek egemen bir toplumda kadın olmanın zorluğu, cinsel istismar, kadının yalnız cinsel bir obje olarak varlığı ve gelecekte bu kavramların nerelerde olabileceklerine dair pek çok şey söylüyor. Bunların yanı sıra, "din" kavramının üzerinde de fazlasıyla durulmuş. (Hristiyanlık ve Paganlık) Yozlaştırılan kilise ve bu kilisenin gücü her şeyin üzerinde tutulmuş diyecekken, "dostluk" temasının belirginleşmesiyle, asıl gücün kimde ve nerede olacağı sorusunun cevabı kafamda şekillenmiş oldu. Ayrıca İslam dininden de ortak yanlar var. (Kurban kesmek gibi)  

Kara komedi türünün başat özelliği en çok "iktidar" temasında kendini belli ediyor. Kral'ın, korkak, çaresiz, güçsüz durumunun bir anda tam tersine bürünmesi, bir devleti yönetmekten aciz olanın, eline kılıcını alıp, düşmanı kana boğması (aslında kendi kanında boğuldu!), sessizliğini bozup, irade sahibi oluşuyla durum özetlenmiş. Benzer şeyleri Papaz için de söyleyebilirim. "Şiddet" teması bütün oyun boyunca karşımıza çıkıyor. Diğer temaların eşliğinde, şiddet nasıl olmasın ki? Uygulanan şiddetin çeşitli nedenleri var tabii. En basitinden (!) "tecavüz" diyebiliriz. "Düşünce gücü" (telepatik) teması ise şiddete en yakın kişi üzerinden verilmiş. Bütün bu anlatılanlar aslında karanlık orta çağ Avrupa'sında değil, günümüzde olan şeyler. Ne yazık ki... Bu nedenle her devrin oyunu olma özelliğini taşıyor Sessizlik. Keşke tam tersini söyleyebilseydim. Aslında, Kral'ın pasif durumu, Ymma'nın, Silence ile evlendirilmesi, Silence'ın değişen durumunun söylenememesi,  Papaz'ın kilise karşısındaki tutumu ve Eadric'in şiddeti benimsemesinin ardında yatan gerçek "sessizlik"ten, karakterlerin daha sonra iyiye yönelik değişiklik gösteren tutumları ise sessizliğin bozulmasından kaynaklı bir örgü. 

Öte yandan "rüya" gibi ruhani bir sentezin varlığı, oyunu mistik bir alana çevirmiş. Başta söylediğim gibi oyunda birden fazla tema var fakat bu temalar birbirleriyle anlamlı bir bütün oluşturamıyor. Vermek istediği mesajı vermekte zayıf kalmış bir metin olduğunu düşünüyorum. Fazlasıyla bölük - pörçük ve komedinin altına sığınmış bir oyun. Bu yön geri planda kalsaydı belki söylenmek istenen daha net bir şekilde anlaşılabilirdi. Salon kahkahadan yıkılırken, esas gösterilmek istenen şey çoktan kaçmıştı. İçerikten ziyade biçim önemli bir yer tutmuş. Genel olarak bakıldığında "izlenesi", ama ayakları çokta yere basmayan ve gelişimini tamamlayamamış bir oyun. "Cinsellik" temasının büyük bir bölümünü kapladığı oyunun, bazı kesimler tarafından "müstehcen" bulunacağı korkusundayım. Umuyorum bu güzel oyun, böylesine bir sebepten dolayı repertuardan kalkmaz. (Günümüzde işler böyle yürüyor malum!) Sırf bunun için bile sessizliğimizi bozmaya değmez mi?

REJİ

Mehmet Birkiye rejisini, daha önce Kenter Tiyatrosunda rejisörlüğünü üstlendiği, oldukça başarılı yapımlarından biliyorum. Bu oyunda da bir o kadar başarı sağlanmış durumda. Sahnelerin hızlıca değişimi, dekor farklılığını sağlamakla birlikte, oyuna dinamizm katarak, seyircinin ilgisini yoksunlaştırmamış. Ayrıca, dekorların, "koro" da görev alan oyuncular tarafından değiştirilmesi, sahne görevlisi kişilerin gereksiz bekletmelerine taviz vermemiş. Sonlara doğru olan sahne değişiklikleri ise beni biraz rahatsız etti. İntihar sahnesinde yukarıdan atılan yastık, din farklılığının getirdiği  komik ve saçma durumun haç taşınarak, Hz. İsa'nın bir oyuncu tarafından hareketlilikle canlandırılması, romantik sahnelerde kemancının gelişi ve sopaların ucuna takılı kuşların uçurulması, kan ve suyun, tasların içerisinden elle savrulması ve yağmurun sahne yukarısından şişe ile karın ise kağıtlarla ufalanarak yağdırılması mizahı güçlendirmekle birlikte eleştiriyi de sağlamlaştırmış. Biraz evvel bahsettiğim tabloları gerçekleştirenler yine korodaki arkadaşlarımız.  Koronun hiç konuşmuyor oluşu ise sessizlik temasına uyum sağlamış. Oyuncular aynı zamanda anlatıcı olarak da kullanılmış. Mehmet Birkiye, çok amaçlı oyuncu tutumuyla bu işin üstesinden gelmeyi başarmış. Birinci ve İkinci perdede karşıma çıkan tahminimce Latince olan bir yazı var. Anlamını çözemedim fakat "Sessizlik", "Korku" ve "Vücut" kelimelerinden oluşan bir anlatım söz konusu.

DEKOR - KOSTÜM - IŞIK - MÜZİK

Dekor tasarımı Efter Tunç'a ait. Tekerlekli ve kolay taşınır oluşu oyuna artı sağlamış. Orta çağ atmosferini yeterince verebilmiş. Oyun boyunca koca bendlerin ne işe yaradığını düşünürken, reji bölümünde bahsettiğim olaylar için yaratıldığını gördüm. Sadece tek bir noktası ve ön kısmı kullanılıyor. Sırf bunun için bu kadar büyük bir şeye ihtiyaç var mıydı? Sahnenin yan kısımlarında gördüğüm, bavul, saman vb. gibi metalar da bendler ile aynı kaderi paylaşıyor. Kostüm tasarımı oldukça iyi. Yine dönemin isteklerine uyum sağlar nitelikte. Şirin Dağtekin alkışı hak etmiş. Işık tasarımı oyunun en ilginç noktası. Işıklar sahnede belirgin ve kimi zaman önüne konulan camlar ile renk değişikliği sağlanırken, kimi zaman da vitray yardımıyla olayı kotarmakta. "Karanlık" orta çağ deyimine fazlasıyla katkı sağlayan bir tasarım. Önder Arık'a teşekkürler. Çağrı Beklen'in müzikleri son derece etkileyici. Oyuna daha fazla girmemi ve etkilenmemi sağladı.   

OYUNCULUKLAR

Nimet İyigün, Agnes'i, Münir Can Cindoruk, Kral'ı, Süleyman Atanısev Roger'ı başarıyla canlandırmış. Oyuna sağladıkları katkı tartışılmaz. Her biri karakteriyle özdeşleşmiş durumda. Özellikle Münir Can Cindoruk, karakterindeki değişimi gösterebilmiş. Savaş Özdemir, Eadric rolünde gerçekten çok iyi. Karakterinden nefret etmemi sağladığı için teşekkürler. Ses tonu ise tam da rolüne uygun. Oya Okar, (Ymma) bazen güçlü bazen çaresiz görünümü, rahat tavrı ve oldukça iyi performansıyla göz doldurdu. Ve Funda Eryiğit (Silence), 14 yaşındaki bir erkek çocuğunu, gerek beden dili, gerek ses tonu, gerek oyunculuğuyla, oyunun odak noktasıydı. Kendisini, Afife Tiyatro Ödülleri ve Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri kapsamında "En İyi Kadın Oyuncu" ödülüne aday gösterildiği için kutluyor ve ödülü olmasını can-ı yürekten diliyorum. Şunu söylemden edemeyeceğim, oyun, benim gözümde metin ile değil oyunculukla alkışı ve takdiri toplamıştır. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum...     

Not: SESSİZLİK, Afife Tiyatro Ödüllerinde, "En iyi Yapım", Mehmet Birkiye, "En İyi Rejisör", Süleyman Atanısev, "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu", ayrıca Sadri Alışık Ödüllerinde Funda Eryiğit "En İyi Kadın Oyuncu" ve Süleyman Atanısev "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında ödüllere layık görülmüştür.

Oyun 2 saat 40 dakika / 2 perdedir.  16 yaş ve üzeri seyirciler içindir. 


Detaylı bilgi için: http://www.devtiyatro.gov.tr/




OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR








MOİRA BUFFİNİ
(1965 -     )


EGE KÜÇÜKKİPER


8 Nisan 2013 Pazartesi

İstiridye Nakliyat Treni Yolcusu: "Çehov (Makinesi)" (İstanbul DT)



ÇEHOV MAKİNESİ

Matei Visniec'in yazdığı, Müge Gürman'ın sahnelediği, Çehov'un klasikler arasına girmiş olan "Martı", "Üç Kız Kardeş", "Vanya Dayı", "Vişne Bahçesi" ve "İvanov" adlı eserlerinde yarattığı karakterle, Çehov'un aynı ortamda buluşmasını anlatan, grotesk ve absürd yapıda olan Çehov Makinesi, görülmeye değer bir oyun olmuş. Zaten Çehov eksenli bir oyun nasıl kötü olabilir ki? Klasik eserlerle örülü oyunda, son derece dinamik ve modern bir hava estirilmiş. Tüm eserlerini okumuş biri olarak oyundan fazlasıyla zevk aldım.  Fakat oyunu tam anlamıyla özümseyebilmek için, yukarıda adları geçen eserleri izlemiş ya da okumuş olmanız gerekir. Çehov'a aşina olmayan biri, yaklaşık üç saat süren bu oyundan sıkılabilir.   

Konusu itibariyle son derece ilginç, özgün, şaşırtıcı ve etkileyici olan oyunda, Çehov'un yarattığı karakterler, trenle zamanda bir yolculuğa çıkmışlardır. Bu yolculukta her bir karakter, Çehov'la doğrudan iletişime geçer. Uzun süren bu yolculuk, Çehov'un ölümünden sonra da devam etmektedir. Oyunda, Vişne Bahçesinin sahibesi Andreyevna Ranevskaya, bahçeyi elinden alan Lopahin, yaşlı uşak Firs ve yolcu; Üç Kız Kardeş'de İrina, Olga, Maşa kardeşler, Teğmen Vasili Vasilyeviç, Prozorov, Bobik ve Anfisa, Martı'da Konstantin ve annesi Trepleva, Vanya Dayı'da Doktor Astrov ve Vanya Dayı, İvanov'da ise Sarah karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda birbirinden bağımsız, farklı oyun karakteri aynı ortamda buluşuyor.  

Karakterler, bağlı olduğu oyun hakkında bilgiler vermekle birlikte, Çehov'un yazarlığını da sorguluyor. Ayrıca Çehov'un sanat anlayışı, Martı adlı eserinde açıkça belirttiği gibi ortaya konmuş durumda. Bu sanat anlayışının belirtildiği bölüm, Martı eserinin karakterlerinin sahnedeyken aktarılması oyunu daha anlaşılır kılmış. Oyunda Çehov'un sadece yazarlık kimliği değil, asıl mesleği olan doktorluğunun da üzerinde durulmuş. Hatta yaralı olan karakterlerini tedavi ederken gösterilmiş. Burada ön plana çıkan husus, hasta - doktor ilişkisi. Çehov bir doktor ama aynı zamanda verem hastası. Bu, işin görünen ve basit kısmı. Görünmeyen ve zor olan kısım ise, Çehov'un ruhundaki hastalık. Yarattığı ve çoğunlukla acı çeken karakterler, onun ruhunda da derin izler bırakmış. Bu nedenle kendisini, "içindeki hastayı iyileştiremeyen doktor" olarak tanımlamıştır. İçerikte sanat anlayışının sorgulandığı gibi, neden tıp okuduğu, kendisini doktor olarak nasıl gördüğü gibi soruların üzerinde de durulmuş. Bu oyuna, "A'dan Z'ye bir Çehov Makinesi" desek daha doğru olur.     

Çehov'un, 1904 yılında ölmesiyle oyun sonlanmamış ve dönemin acı içinde geçen Rusya'sı, 1917 Ekim Devrimi, Bolşeviklerin iktidara geçişi, kıtlık ve savaş gibi konular gözler önüne serilmiş. Üç Kız Kardeş adlı eserinde, ön plana çıkmayan çocuk karakter Bobik, Çehov'un ölümünden sonra açılan ve Yalta'da bulunan "Çehov Müzesi"nin bekçisi olmuş. Rusya'nın berbat dönemlerini, aradan otuz yıl geçse de üzerinden asla atamayacak olan bir çocuk karakterin üzerinden verilmesi son derece yerinde bir etki sağlamış. Yazarın hayal gücüyle, üç kız kardeş her zaman gitmek istedikleri Moskova'ya gidebilmiş, Vanya Dayı ise Aleksandre Serebryakov'u öldürme suçundan hapsi boylamış. Ayrıca dönemin diğer büyük yazarları Gorki ve Tolstoy, Çehov ile karşılaştırılarak halkın gözünde ne kadar büyük bir yazar olduğu ifade edilmiş. İşte tam da burada, bu iki büyük yazarın Çehov için söylediklerini sizlere aktarmak istiyorum.

"Sanırım Anton Çehov'la karşılaşan herkes, içinde ister istemez daha yalın, daha doğru, daha kendisi olma isteği duyardı... Çehov hayatı boyunca hep kendi ruhsal bütünlüğü içinde yaşadı; her zaman kendisi olmayı, iç özgürlünü korumayı başardı. Başkalarının özellikle de daha kaba insanların Anton Çehov'dan beklediklerine hiç aldırmadı... Bu güzel yalınlığın içinde, kendisi de yalın, gerçek ve içten olan her şeyi sevdi ve kendine özgü bir güçle başkalarına da yalın olmayı öğretti."

Maksim GORKİ


"Çehov bir sanatçı olarak ,önceki Rus yazarlarıyla, Turgenyev, Dostoyevski veya benimle, mukayese bile edilemez. Çehov'un kendi biçimi var empresyonistler gibi. Bakarsanız adam hiçbir seçim yapmadan, eline hangi boya geçerse onu gelişi güzel sürüyor. Bu boyalar arasında hiçbir münasebet yokmuş gibi görünür. Ama bir de geri çekilip baktın mı şaşırırsınız. Karşınızda parlak büyüleyici bir tablo vardır."

Lev TOLSTOY



REJİ - DEKOR - KOSTÜM - IŞIK 

Dekor, vişne bahçesinin kesilen ağaç kütüklerinden oluşuyor. Bu kütükler, çok amaçlı olarak hem tabure hem de yazı masası olarak kullanılmış. Karşıda ise demir kapılar ve örtü yardımıyla açılıp, kapanan pencereler var. Bunlar bir trenin kapı ve pencereleri. Projeksiyon yardımıyla gelen kara trenden inen karakterler (yolcular) kapılardan sahneye giriyor. "Bu yolculuğa trenle çıktım ve Çehov'un yanına geldim." izlenimi kolay ve kullanışlı bir şekilde verilmiş. Oyunun sonunda Çehov'un, sanal olmayıp, gerçek bir trene binip gidişi ise, hayal dünyasından çıktığını başarıyla netleştirmiş. Müze sahnesinde karakterlerin mum gibi durup, sahnede döndürülmesi ise yine bu amaca hizmet etmiş. 

Zaman tüneli formu ise yerin dönüşü ile sağlanmış. Yere yansıtılan roma rakamlı saat ile karakterlerin olaya giriş ve çıkışları kurgulanmış. Andreyevna'nın, hayatını zevkleri uğruna bir kumar gibi ortaya koyuşu da yine yere yansıtılan bir rulet ile temellendirilmiş. Köpüklerle yağdırılan kar, gerçekçilikten uzak, hayali bir dünyada olduğumuzu hissettirerek, ölümün soğukluğunu nitelemiş. Zeki Sayaroğlu, az ama öz bir dekorla oyunu başarıyla kotarmış. Çehov'un her zaman vermek istediği derinlik ve sadelik anlayışına uyulmuş. Müge Gürman ise bu oyunda devleşmiş.  

Kostüm tasarımı oyunun en başarılı öğelerinden biri. Firs için hazırlanan kaplumbağa kostümü oyunun en anlamlı tasarımı. Vişne bahçesinde unutulan ve o ev ile birlikte gömülen Firs'in, "Ben evimi sırtımda taşıyorum, bu evden hiçbir zaman ayrılamam" anlayışına doğrudan temas etmiş. Diğer karakterlerin kostümleri ise amacına uygun ve Çehov'un, karakterlerini oluşturduğu ruh hallerine göre bir giydirim oluşturulmuş. Şirin Dağtekin harika bir iş çıkarmış. Işık tasarımı ise Akın Yılmaz'a ait ve son derece çarpıcı. Oyunun ani geçişlerinde hem hızlı hem de renk değişiklikleriyle vuruculuk yakalanmış. Sahnenin arka tarafının kırmızı oluşu ise "karakterler işlerini bitirdi ve tekrar geldikleri yere gidiyorlar yani ölüyorlar" izlenimini bırakmış. Yağmur sahnesi ise oldukça başarılı.           

MAKYAJ - MÜZİK - EFEKT - AKSESUAR

Makyaj oldukça başarılı. Oyuncuların yüzleri bembeyaz. "Yüzümüzde bu karakterlerin ruhları var." cümlesine uygun bir makyaj olmuş. Pudraların uçuşu ise sanki bir hayal gibi düşünülmüş. Müzikler ise hüznün ve mizahın bir araya gelerek harmanlandığı, hafif ürpertici bir dokuda kulaklarımıza giriyor. Grotesk yapıya uygun bir halde. Ürpertici oluşu da, karakterlerin hayali oluşu ile anlam kazanmış. Efekt tasarımı, sağlam bir yapıya oturtulmuş. Özellikle silahların kuru - sıkı değil de, efekt yardımıyla patlamaları, sürekli duyulan, damlayan su sesi, oyunda sık sık karşımıza çıkan içi su dolu bir tasla Çehov'un, içerisinde bulunduğu hayal ortamından kendisi çıkartmak istemesi, "efekt olan su" ile "gerçek olan suyu" bir arada sunmuş. Bu da absürdlüğe ve yine grotesk yapıya uyum sağlamış. 

Aksesuarlar için de aynı şeyi söyleyebilirim. Nesnelerin normal boyutlarından büyük oluşu, martının vuruluşu ve bu martının Çehov'un tüylü kalemlerinden oluşması, Çehov'un olmazsa olmazları, gözlüğü, şemsiyesi ve şapkası, kumar sahnesinde Andreyevna'nın gözlerinin altın oluşu, Çehov'un ölümüyle birlikte üzerine örtülen beyaz örtünün üzerinde, yazarlık kimliğini destekleyecek yazıların olması, Lopahin'in, vişne ağaçlarını kestiği için suçluluk duyuşuyla birlikte, kendini cezalandırmak için kütüklerden yapılmış bir kelepçe takması, oyunun özünü bizlere vermekte yetmiş hatta artmış durumda.     

OYUNCULUKLAR

Şu kadarını söylemeliyim ki, bütün oyuncular başroldü. Hemen hemen herkesin rolü eşitti. Bazı oyuncular ise iki ayrı karakteri canlandırıyordu. Bütün yazım boyunca bahsettiğim, oyunun grotesk bir yapıda temellendirilişi, oyunculuklara da yansımış ve bir bütün oluşturulmuş. Oyuncular bu yapının gerekliliklerini yerine getirmiş, hem hareketi hem de duyguyu seyirciye aktarabilmişler. Birbirinden değerli oyuncuların bir araya geldiği kadroyu sizlerle de paylaşmak istiyorum. Hakan Vanlı, Levent Öktem, (aynı zamanda yönetmen yardımcısı) Şahin Çelik, Erkan Taşdöğen, Nalan Okçuoğlu, Ayça Bingöl, Jale Arıkan, Toygun Ateş, Fatih Sönmez, Sanem Öge, Gözde Çetiner, Alper Saldıran, Pınar Tuncagil, Arda Baykal, İsmet Vural, Aslı Özsaraç, Didem Ertan ve Çağrı Şensoy. Tüm ekibi ve emeği geçenleri kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim. 



Not: Oyun 160 dakika / 2 perdedir.

Ayrıntılı bilgi için: http://www.devtiyatro.gov.tr/

ANTON ÇEHOV İÇİN DETAYLI BİLGİ: http://tr.wikipedia.org/wiki/Anton_%C3%87ehov



OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR







MATEİ VİSNİEC
(1956 -     )


EGE KÜÇÜKKİPER

5 Nisan 2013 Cuma

Bir Haldun Taner Klasiği: "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" (İBBŞT)




GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM

Oyunun baş karakterleri olan Vicdani ve Efruz'un yaşamlarından, dönemin sosyal, ağırlıklı olarak siyasal, kültürel ve az da olsa dini yapısını mercek altına alan "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım", toplum eleştirisini güldürü formatının içerisine sığdırarak bizlere sunuyor. Haldun Taner'in yazdığı, ilk olarak 1964 yılında Ulvi Uraz Tiyatrosu'nun sahnelediği, Şehir Tiyatroları'nda ise Savaş Dinçel rejisiyle hafızalara kazınan, bu yıl (2013) yine Şehir Tiyatroları yönetiminin, repertuarına katmakla çok iyi bir iş yapmış olduğu bir oyun. Oyun, II. Meşrutiyenin ilanından sonra gerçekleşen 31 Mart olayı ile başlayıp, 71 muhtırasıyla (12 Mart) sona erer. Haldun Taner üstat, ilk olarak oyunun geçtiği zaman dilimini 1960’lı yılların sonuna kadar yazmış olsa da, daha sonra yani 71 muhtırasının gerçekleşmesiyle, oyuna bazı eklemelerde bulunmuş, bu sayede oyun 1974 yılına kadar olan süreyi kapsamış. Ayrıca oyun, kabare tiyatrosunun ilk örneklerinden biri sayılmakta. 

Karakterler üzerinden yapılan bir ironi demiştim. Bunun için iki karakteri de özümsemek gerekiyor. Hepimizin içinde olduğunu varsaydığımız -ki bence yok- Vicdani, saf, namuslu, temiz, iyiliksever, dürüst, uysal, haksızlık nedir bilmeyen, vazifesini sonuna kadar yerine getirmeyi kendine hedef edinen biridir. Yani ismiyle son derece özdeşleşmiş biri... Aile yapısı ve yetiştiği ortam da elbette bu özelliklerine katkı sağlamış durumda. Efruz ise tam tersi bir karakter yapısına sahiptir. Fırsatçı, hilebaz, başkalarının arkasından iş çeviren, zengin olması ve babasının mevkisinden dolayı kendini üstün gören, vicdanının sesini hiçbir zaman dinlememiş, bitirimin tekidir. İkisi de çocukluktan beri arkadaştır. Bu karakter tanımlamasından sonra ikili arasında geçen iş, askerlik, aşk, evlilik, aile, para vb. konularda ezen - ezilen ilişkisini oyunun temalarını oluşturur. Tüm bu yaşanmışlıkların neticesinde, Vicdani delirmiş, daha doğrusu delirtilmiştir... 

REJİ

Can Doğan, rejisörlük koltuğunda oldukça başarılı. Oyunun finalinde, gramofonun ağız kısmının, Vicdani’yi içine alması ve gramofonun kapanması, oyunun ironisine katkı sağlamış. Askerlik sahnesinde, beyaz perdenin üzerine işlenmiş olan “Savaş Dinçel Kışlası” yazısı ise beni duygulandırdı. Can Doğan’ı bir kez daha tebrik ederim. Ustayı unutmadığı için… Oyuncular birden fazla karaktere bürünmüş durumda. İlk kez bu oyunda, böyle bir uygulama beni rahatsız etmedi. Aynı oyuncu olduğunun farkına bile varmadım desem yeridir. Tabii bunda kostüm ve makyajında önemli bir yeri var. Oyunu, bir kadın ve bir erkek anlatıcının açması, gelişen olayları aktarmaları sanki bir hikayeymiş izlenimi yaratıyor. Evet, izlediğimiz şey acı ama gerçek bir hikaye maalesef… Oyunda beni iten tek şey, bu kadar bol malzemeli bir metinden nasıl olur da günümüze göndermeler yapılmaz? Günümüze gönderme yapılması, seyirciyi oyuna bağlama konusunda daha verimli olur diye düşünüyorum. 

DEKOR – KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK - MAKYAJ

Ana dekorun haricinde bulunan diğer dekorlar ve kostümler, dönemsel farklılıklar göstermekte. Her dönemin dekoru ve kostümü başarıyla yapılmış. Ayrıca karakterlerin içsel dönüşümleri de kostümlerle belirginleştirilmiş. Gamze Kuş harika bir iş çıkarmış. Ana dekor ise kocaman bir gramofondan oluşuyor. Tepeden sarkan kocaman bir ses ağzı, yanlarda bulunan kapakları ve ortada ki döner plak. Oyunun son cümlesi: “Sakın plak olmayın… plak olmayın… plak olmayın…” Dekorun plak bölümünün, döner olarak kullanılması, hem sahneyi elverişli kullanmaya yaramış, hem plağın işlevini yerine getirmiş, hem de bu cümle ile anlatılmak isteneni oyun boyunca vurgulamış. Yanlarda bulunan kapak kısımları ise aynı zamanda mekan tanıtımı olarak değerlendirilmiş. Oyuncuların, dekorun kesik kısmından sahneye çıkıyor oluşları, “Evlerin içinden çıktım da geldim.” izlenimini yaratmış. Ayhan Doğan’a bu güzel dekor için teşekkürler.

Sahnenin tam karşısında duran kısım ise barkovizyon olarak seçilmiş. Anlatılanlar ile gösterilenler eş zamanlı bir biçimde verilmiş. Bu oyunda kesinlikle görselliğin bir yeri olmalıydı diye düşünüyorum. Barkovizyon görüntüleri için baya zahmete katlanılmış ve oyunda oynayan / oynamayan sanatçılar bir araya gelerek, dönemin önemli şahsiyetlerine hayat vermişler. Barkovizyon olmasaydı, ikişer dakikalık roller için boş yere oyuncu kullanımı olurdu. Zaten kadro yeteri kadar kalabalık. Tasarruf sağlama adına da yararlı bir çalışma olmuş. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün görüntülerinin gösterildiği sahne ise, en çok alkış alan bölümdü. Beni duygulandırdı... 

Müzikal oyunlarda, adı üzerinde en önemli olan unsur müziktir. Tabii kareografi de, müzikle dansın kombinasyonunu sağlayan baş öğedir. Bu oyunda hem müzikler hem de danslar çok çok iyi. Koordine olunmuş durumda. Ayrıca müziklerin güfteleri, oyunu özetler ve dönemi vurgular nitelikte. Orkestra bir harika. Selim Atakan ustalığını yine konuşturmuş. Işık tasarımı ise Fatih Mehmet Haroğlu’na ait. Anlatıcıların rol aldığı sahneler doğrultusunda amacına uygun kullanılan ışık, "sahne ışığı" diye tabir edebileceğimiz türden. Oyunun kendi hikayesi içerisinde ise, ağır çekimlerle süslenen sahneler, renk değişimiyle vurgulanarak belirgin bir hale getirilmiş. Bu arada, siyah renk gözlüklerin kullanılması, kör ile bakar kör arasındaki farkı betimlemekte başarılı. Makyaj ise, "Yıllar geçse de üstünden ben hiç yaşlanmam." diyor. Karakterlerin yaş aldıkça değişen durumları belirginleştirilseymiş keşke...

OYUNCULUKLAR

“Uğur Dilbaz = Vicdani” dersem doğru bir denklem kurmuş olurum herhalde. Saf hallerinden, delilik hallerine geçişi son derece başarılı. Aynı şekilde “Can Ertuğrul’da = Efruz” olmuş durumda. Çocukluk hallerinden, hırs küpü birine, yaramaz bir çocuktan, vakur bir iş adamına geçişleri mükemmel. Anlatıcı rollerinde bulunan İrem Arslan Aydın ve Ersin Umulu’nun oyunculuklarından çok sesleri ön planda. Doğru olan özelliklerden faydalanılmış. Yılmaz Meydaneri üç ayrı karakteri ses tonu, beden dili ve ustalığıyla seyirciye geçirebilmiş. Mert Aykul için de aynı şeyleri söyleyebilirim. İrem Erkaya ise oyunun neşe kaynağı. Tüm kadro, üzerine düşen görevi ve yönetmenin hayalindeki oyunu ortaya çıkarmış. Çok kalabalık olduğu için ancak başrolleri değerlendirebildim.  

Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim. İyi bir metin, iyi oyunculuklar, iyi danslar ve müzikler her zaman bir araya gelmez. Bu aydınlanma fırsatını kaçırmayın! "Gözlerini açmazsan eğer bu oyun hiç bitmeyecek" (Broşür arkası)

Not: Oyun 3 saat / 2 perdedir.


OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR





HALDUN TANER
(1915 - 1986)


EGE KÜÇÜKKİPER