20 Mart 2016 Pazar

Simgeci Bir Vodvil: 'Üç Nokta' (Ak'la Kara)


Üç Nokta, Kerem Kobanbay'ın yazdığı dördüncü (Herkes Aynı Hayatı Yaşar, Deliler Evi, Arsız Davet) vodvil. Oyun, Tiyatro Ak'la Kara'nın bir prodüksiyonu. Kerem Kobanbay da tiyatronun iki kurucusundan biri. Aynı adı taşıyan bir de dublaj stüdyoları var. Yazar, bünyesinde yer aldığı tiyatronun Sherlock Holmes ve Tom, Dick ve Harry adlı yapımlarında oyuncu, Tanrı ve Pizza Kulesi oyunlarında ise rejisör olarak yer almış. Şu sıralar, Kelebekler Özgürdür'ün yanı sıra Üç Nokta'da, üç farklı rolü oynamakta. Tiyatro Ak'la Kara'nın önünden çok geçtim lakin şimdiye kadar onlara bir fırsat tanımadım. Bunun nedeni, repertuarlarının gişeye (halkın rağbet göstereceği komediye) yönelik oluşu. Bu fazlalık elbette onlar için bir avantaj. Ayrıca, hali hazırda ünlü klasik eser, Cyrano de Bergerac'ı sahnelemekteler. Tür olarak diğerlerinden çok ayrı olmasına karşın, yine de benim için büyük bir soru işareti. Hani derler ya 'Ak mı kara mı şimdi ortaya çıkar' diye. Hislerim tam da bu yönde...

Üç Nokta, biri taksi şoförü, diğeri oyun yazarı, öbürü ise telaşe müdürü olan üçüzlerin, birbirlerinden habersiz çağırdıkları masözün, yayınevi temsilcisinin ve cinayete kurban gitmiş adamın karısının evlerine gelmesiyle, üçüzlerin ve üç ayrı kadının kimlik karmaşasından komedi yaratan, evin temizlikçisi, ona aşık apartman görevlisi, cinayeti işleyen katil ve katilin peşinde olan polisin de olaya katılımıyla, komedi dozunu arttıran keyifli bir vodvil. (Bu tip oyunların konusu ancak bu kadar açıklanır)  

Bir önceki paragraftan da anlaşılacağı gibi oyun, vodvil türünün olmazsa olmazlarını, yani karışıklık, karışıklıktan doğan kaos, yer değiştirme, yerine geçme, odalara tıkılma ve yanlış kapıyı açma gibi unsurları içerisinde barındıran bir 'mikser'. Bu mikserin kimin elinde olduğu sorusuna net bir yanıt vermek zor. Sürekli el değiştirmesi, oyunun da karmaşaya sürüklenmesini (düğüm atılmasını) sağlayan en önemli öğe. Metinde olayın geçtiği yer olarak tiyatro Ak'la Kara'nın adresi verilmiş. Öte yandan oyuncuların ışık odası ile kurdukları irtibat ve oyun asistanının oyuna dahil olması gibi etkenleri de düşündüğümde, yazarın 'burası bir tiyatro ve bu da bir oyun' mantığı ile metni kurguladığı sonucunu çıkarıyorum. Rejisörün yaptırımları da bu doğrultuda. Üçüzlerin haricindeki karakterlerin tümü için kargaşanın çözüme ulaşmasına vesile olacak anahtar, olayın merkezinde. Fakat önünde çözülmeyi bekleyen birden fazla sorun varsa, ana soruna odaklanman güçtür. Çoğu zaman cevaba çok yakınızdır ama bir başka mesele ile karşılaşınca ondan uzaklaşıp, yeni derdimiz ile meşgul oluruz. Kerem Kobanbay'ın yaptığı da bu.

Bu oyunda metin dışındaki her şeyi (ışık, dekor, kostüm, müzik) rejisör Murat Sarı'ya ithafen yazıyorum. Murat Sarı, metindeki kargaşayı 'simgesel' bir biçimde tasarlamış. Bu simgesellik, seyircinin kafasında oluşabilecek karışıklığı önlemek ve üçüzlerin 'birliğini' giderip, onları farklılaştırmak adına olumlu. Simgesellikten kastım, oyun kişilerinin genel olarak mesleki ve karakteristik yapılarına göre kimininkinde Shakespeare ve kuru kafa (oyun yazarlığı), kiminkinde ördek (peltek konuşması), bir başkasınınkinde Robert de Niro (taksi şoförülüğü), diğerlerinikinde ise Heidi (saflığı), Batman (kurtarıcı kapıcı), iyi polis - kötü polis (komiserliği), tiyatro Ak'la Kara amblemi (asistanlığı), arı (çalışkanlığı) gibi görsellerin, kostümlere işlenmiş olması. Mutfak ve banyo kapısı için de aynı şeyi söyleyebilirim. Diğer dört kapının çeşitli simgelerden uzak olması yine belirsizliğin yaratacağı karışıklığa iyi birer destekçi. 

'Renk', simgeden sonra oyunun düğümünü ve çözümünü oluşturan ikinci faktör. Üçüzlerin kostümlerinin renkleri ile tablodakilerin bir olması bu duruma bir örnek. (Tabii diğer karakterler de) Sahnenin dar oluşunun tempoya bir engel teşkil etmediğini görmek beni sevindirdi. Burada 'kaç-kovala'dan ziyade, 'gir-çık' motifinin ön planda olması, durumu kotarıcı. Bazı oyunlarda, olay hızlı ilerlerken birden durur ama bu durdurma rejisör tarafından bilinçli yapılan bir uygulamadır. Hem oyuna farklılık katar hem de seyirciye nefes aldırır. Çok uzun değildir. Oyun aniden tekrar aynı tempoya girer ve sonlanır. Murat Sarı'nın 'dans' sahnesi, az önceki açıklamama bir emsal. Atmosfer değişimi genellikle ışık düzeyinde verilir. Burada da öyle olmuş. 

Dekor: Murathan Yılmaz (daha modern olabilir, çok eski)
Işık: Serpil Coşkun Altuncu (üstüne düşeni yapıyor)
Müzik: Orhan Enes Kuzu (hiç yaratıcı değil)

Bedia Ener'i Asuman Dabak Tiyatrosu'nda çok seyrettim. Kendisini bu tür oyunlarda izlemeye aşinayım. Her zamanki gibi çok başarılı. Kerem Kobanbay, ses ve beden kullanımıyla, üç 'farklı' üçüz olmakta fazlasıyla iyi. Buket Dereoğlu inandırıcı bir sarhoş. Levent Ünsal, 'espri nasıl satılır' dersi veren bir aktör. Devrim Atmaca, korkutmak ile güldürmenin ayarını dengeleyen bir aktris. Nazlı Kar, biraz hızlı oynuyor ama bu kadronun uyumunu bozmuyor. Vural Buldu, iki farklı kişiliği aynı potada eritebilen bir oyuncu. Ahmet Taşdemir ise, hepimizin kurtulmak isteyeceği bir anti-tipte, çok sempatik. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Ben genelde metni okuduktan sonra sahnede gördüğüme pek gülmem. Üç Nokta, buna rağmen beni güldüren bir oyun oldu. Herkesin görmesini ve doya doya gülmesini isterim...


Notlar;
Oyun 2 perde / 2 saattir.
Fotoğraf bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Üç Nokta)
Oyun broşürü



Ege KÜÇÜKKİPER

17 Mart 2016 Perşembe

Matematiksel Bir İş : 'Oyunun Oyunu' (İBBŞT)


Michael Frayn'ın 1982 yılında yazdığı Oyunun Oyunu, yazarın dünya çapında bir üne kavuşmasını sağlayan ve en çok sahnelenen eseri. Ülkemizde, genellikle Ray Cooney'in fars türündeki yapıtları oynanır. Halkımız Ray Cooney sayesinde bu türü sevmiş ve benimsemiştir. Fars bir matematik işidir ve çözümsüz soru üretmez. Tıkanan her yol mutlaka açılır ve bir mantık çerçevesine oturtulur. Çözüm elbette finaldedir ve finale kadar atılan düğümler, oyunun kargaşasını oluşturarak, komediyi ön plana çıkarır. Yukarıdaki unsurlar her iki yazarın da, eserlerinde mevcut. Fakat bana göre Michael Frayn'ın matematiği, Ray Conney'inkinden çok daha iyi. Michael Frayn'ın, yarattığı 'hareket' sadece kaçıp, kovalamaya dair olmamakla birlikte, temel bir sorunu sahneye taşıma özelliğini içeren bir yapıda. Bu temel sorun, oyuncu, asistan, işçi ve rejisörlerin, bir oyunu ortaya çıkarabilmek adına yaşadıkları sancılı sürecin (prova sürecini), seyirci ile paylaşılması. Michael Frayn, prova-oyun-turne üçlemesini kurgularken, metnine 'prova havası' vermeyen usta bir yazar. Ali Gökmen Altuğ'un rejisi için de aynı şeyi rahatlıkla söyleyebilirim.

Rejisörün, oyunun matematiğini son derece iyi çözdüğünü düşünüyorum. Oyunun içindeki oyunu yaratan aslında yönetmenin elindeki ekip. Oyunun kolektif oluşumu, metne oldukça destekçi. Ali Gökmen Altuğ, yazarın üç aşamada metne yedirdiği, bütünsellik, bireysellik ve zamanlamayı (timing) reji dokunuşları ile oyuna katmayı başarmış. Metnin hatalar üzerine kurulu yapısının aksine 'doğru'yu oyunun her anına sindirmiş. Böylece doğru ile yanlışın tezatlığından kaynaklanan, lezzetli ve tempolu bir komedi ortaya çıkmış. Karakterler arasındaki her türlü ilişki, en başından itibaren seyirciye takdim edilmiş. Ayrıca iki farklı perde kullanımı, oyun ile oyun içindeki oyunun farkını netleştirmiş. (Bu oyunda her ne kadar iki oyun iç içe geçmiş olsa da, ayrım olmadığı takdirde birlik de bir işe yaramaz) Döner sahne avantajı ise son kısmı, beklemeye yer vermeksizin kotarmış. Bu arada Yönetmen karakterinin seyirci bölümündeki konumu çok iyi ayarlanmış. Bu tür oyunlarda tek bir hata her şeyi mahvedebilir. Çok dikkatli seyrettim, dikkatle inşa edildiğini gördüm. Kutlarım!  

Bir öneri: Michael Frayn'ın üç katmanlı oyun yapısı, dördüncü bir katmanı bünyesinde barındırmaya çok müsait. Birinci katman, provası yapılan oyun, ikinci katman, provası bitmiş eserin, oranın seyircisi ile buluşturulduğu (bizim sahne arkasını gördüğümüz) oyun, üçüncü katman ise bu iki oyunun birleşiminden doğan ve seyircinin başından beri seyrettiği ana oyun. Benim önerdiğim dördüncü katman ise Çırılçıplak oyununu yöneten rejisörün yanı sıra, oyunun genelini (yani Oyunun Oyunu'nu) yöneten bir rejisörün de olması. Bu tabii ki fazladan bir oyuncu demek. Konum yeri ise salonun en arkası. Bu kadar ince bir matematiği çözen, böyle bir durumun da altından kalkacaktır.    

Oyunun konusunu derinlemesine açıklamak, çoğu sürprizin anlamını yitirmesine neden olacağı için, konuyu İBBŞT'nin web sitesinden olduğu gibi alıyorum: 'Çırılçıplak' adlı oyunu sahnelemek üzere provaya başlayan bir tiyatro grubunun, bu süreçte yaşadıkları zorlukları, terslikleri, sıkıntı ve sevinçleri anlatan oyun, türünün en iyi örneklerinden biri olarak seyirciyle buluşuyor. (Benden farklı bir şey söylemesini beklerdim)

Taciser Sevinç'in dekor tasarımı, metnin gerekliliklerine uygun bir şekilde modern ile klasiği harmanlamakta başarılı. Nesnelerin yerleşimleri, oyun alanını genişletmekte ve oyuncuya hareket alanı sunmakta ideal. Renk tercihleri de oyunun 'canlı'lığına hizmetçi. Nihal Kaplangı'nın kostüm tasarımları, dönemin atmosferini ve sahne önü ile sahne gerisi ayrımını yansıtmakta iyi. Poppy'nin modern giysisi, oyunun eskiden yazıldığını ama 'bugün' sahnelendiğini belirleyici. Kemal Yiğitcan'ın ışık tasarımı ise prova ile oyun farkını betimleyici. 

Ahmet Saraçoğlu (Yönetmen - Lloyd), Aslıhan Kandemir (Flavia - Belinda), Ayşen Sezerel (Bayan Clackett - Dotty), Berna Oğuzutku Demirer (Sahne Amiri Yardımcısı - Poppy), Caner Çandarlı (Roger - Garry), Destan Batmaz (Sahne Amiri - Tim), Ergün Üğlü (Philip - Frederick), Yeliz Gerçek (Vicky - Brooke) ve İlhan Kilimci'den (Hırsız - Selsdon) oluşan kadro, dinamik, uyumlu ve sıcak. Her bir oyuncu, üstlendiği rolün hakkını fazlasıyla veriyor. Seyirci, hepsini eşit olarak değerlendirme fırsatına sahip. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Oyunun Oyunu, matematiksel bir iş. Zaten yazar da oyun içerisinde 'teknik' prova olduğunu belirtiyor. İBBŞT'nin tekniğini beğendim. Oyunu görmenizi isterim.


Notlar;
Oyun 2 perde / 2 saat 45 dakikadır.
Fotoğraf bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Oyunun Oyunu)




Ege KÜÇÜKKİPER     

14 Mart 2016 Pazartesi

Gogol'den Bir Klasik : 'Müfettiş' (Tiyatro Kedi)


Gogol'ün 1834'te yazdığı, ülkemizde sıkça sahnelenen klasik eseri Müfettiş, bu sezon Tiyatro Kedi tarafından seyirci ile buluşturuluyor. Son zamanlarda özel tiyatroların klasiklere yöneldiklerini görüyorum. Ödenekli tiyatroların ise klasiklerden uzaklaştıklarını. Bu durumu özeller adına olumlu, ödenekliler adına olumsuz buluyorum. Müfettiş'i bilmeyen yoktur ama ben yine de bir özet geçeyim. 

İlçelerine, kimliğini gizleyen bir Müfettiş'in geleceğini öğrenen, Kaymakam, Öğretmen, Savcı, Düşkünler Evi Müdürü, Posta Müdürü ve diğerleri, yarattıkları çarpık sistemin müfettiş tarafından fark edilmesini önlemek amacıyla apar topar hazırlıklara başlarlar. Fakat gelenin bir müfettiş değil de, zengin bir toprak ağasının oğlu olduğundan bihaberdirler. Kendisini müfettiş sandıklarını anlayan toprak ağasının oğlu ise, durumu kendi lehine çevirerek, erkeklerin paralarını, kadınların da duygularını sömürür ve ilçeyi terk eder. Hata yaptıklarını anlayan memurlar, gerçek müfettişin geldiği haberini aldıklarında, oyun donarak son bulur. 

Gogol, Kaymakam ile bürokrasiyi, Öğretmen ile eğitimi, Savcı ile de adaleti eleştirmiştir. Lakin eleştirisi sadece Rusya'ya değil, dünyayadır. İşin ilginç yanı, kasabalarına bir müfettişin geleceğini haber alan çeşitli derecelerden memurların, mimarları oldukları sistemin aslında bir sistemsizlik olduğunu bilmeleri ve buna bir kılıf uydurmak için her türlü yolu mübah görmeleridir. Sahte müfettiş doğruyu göstermek için gelen bir fırsattır. Fakat ağa oğlu, düzensiz bir sistemin içerisinde, kendi düzenini (!) yaratarak, her seferinde durumun fırsata çevrilmesine engel oluşturmuştur. Elbette memurların da bu fırsattan yararlanmak istemeyişleri, engeli güçlendirme yolunda bir adımdır. Ben, Müfettiş'i hep bu şekilde 'okudum'.  

Oyunun konusunu Gogol'e, yakın arkadaşı Puşkin önermiş. Puşkin, Rusya'da, o dönemde, kendini müfettiş olarak tanıtan birçok kimse olduğunu, bir seferinde kendisini de müfettiş sandıklarını, devletin ıslahat girişimlerinden dolayı teftişlerin çoğaldığını, fakat gelen müfettişlerin hakiki mi yoksa sahte mi olduklarının bir türlü anlaşılamadıklarını söylemiş. Gogol, oyun içerisinde arkadaşı Puşkin'i unutmayarak, kendisi ile olan yakınlığını birkaç satırda dile getirmiş. "Puşkin'le çok yakın arkadaşız. Ben ona bazen 'ne var ne yok sevgili kardeşim Puşkin' diye sorarım. O da bana 'ne olsun yuvarlanıp gidiyoruz işte' diye yanıt verir."

Beni en çok şaşırtan şey ise, Çehov'un, 'Vanya Dayı' adlı ünlü eserinde Müfettiş oyunu ile dalga geçmesidir. Serebryakov'un üçüncü perdede sahneye girişi şu sözlerledir: "Bayanlar baylar, buraya sizi kasabamıza bir müfettiş geleceğini bildirmek için çağırdım. Neyse şakayı bir yana bırakalım. Konumuz ciddi!" Müfettiş, bana her seferinde farklı eserleri çağrıştırır. Turgut Özakman'ın 'Sarıpınar 1914' adlı oyunu da, yalancı bir zelzele yüzünden kasabayı denetleyecek olan bakanın, durumu fark etmemesi için, memurlar tarafından kurulan 'yeni düzen'i anlatır. Yaşar Kemal'in 'Teneke'sindeki Kaymakam ise, hepsinden farklı olarak sistemi düzeltmeye çabalar. Yani Gogol'ün ele aldığı konu, birçok kişiye ilham kaynağı oluşturarak, evrenselliğini kanıtlamıştır.  

Müfettiş'i şimdiye kadar birbirinden çok farklı yorumlarla izledim. Tiyatro Kedi'nin yorumu da bana farklı geldi. Rejisör Cenk Tunalı, oyunu, Müfettiş ve uşağı Osip ile başlatarak, Kaymakam'ın sahnede görünüşünü sonraya bırakmış. Her iki perdeyi de Kaymakam ile bitirerek, oyunu 'donma' yerine söz ile noktalamış. Bence Cenk Tunalı, oyunu Haldun Dormen'e göre inşa etmiş. Tiyatro ile haşır neşir olanlar bilirler, oyunun başrolü perde açılır açılmaz sahnede görünmez. Aradan (çok uzun olmayan) bir müddet geçmesi gerekir. Gogol, bu süreyi 1 perde ile sınırlı tutmuş. Seyircilerin Müfettiş'i görmeleri için sabretmelerini ve meraklanmalarını istemiş. 

Rejisörün dokunuşunda merakla beklenen kişi (başrol) Müfettiş değil Kaymakam. Yani Haldun Dormen. Sahne değişimlerinin ve bitimlerinin bu amaç doğrultusunda yapıldığını düşünüyorum. O halde seyirci Kaymakam'ın üçkağılarını duymak ve görmek için sabredip, meraklanıyor. Buna ikna olmam zor. Öte yandan Müfettiş'in ilk sahneden gözükmesi, oyunun en önemli unsuru olan 'beni Müfettiş sanıyorlar' bilmecesinin önceden çözülmesine neden olan bir faktör durumunda. Gogol, Müfettiş'i 'saf kurnaz' olarak nitelemiş. Cenk Tunalı'nın Müfettiş'inde ise 'saflık' kısmı azat edilmiş. Bunu anlayabilirim. Aradan geçen 178 yıllık süreçte insanın aynı saflığı koruması mümkün değil. Benim için 178 yıl önceki Müfettiş'i bugün görmek imkansız. Gogol'ün karakteri günümüze oranla çok daha naif. Konu aynı fakat insan farklı. Haliyle bu fark, oyunun yoruma açık olduğunun bir göstergesi.

'Şikayetçiler' sahnesinin mektup biçiminde kotarılmasının oyuncu tasarrufu adına yapıldığı kanaatindeyim. Bu şekliyle bir eksiklik değil. Dobçinski ile Bobçinski'nin ikili uyumunu çok beğendim. Bu uyum için seçilen oyuncuların da beğenimde büyük payları var. Rejisörün 'Lorel-Hardi' yorumu, metne çok uygun ve oyuna dinamizm kazandıran bir etken. 

Dekor ve kostüm tasarımlarının (Günnur Çaras) dönemi yansıtmalarını sevdim. 'Dün görünümlü bugün' ya da 'dünden bugüne bir şey değişmedi' mesajı çok doğru verilmiş. Bu doğruluk üç farklı mekanın yerleşiminde de kendini gösteriyor. Kaymakam masasının 'merkezde' oluşu, rejiye ve metne destekçi. Panoların 'izleyen' vazifesindeki görünümleri de bu desteğe bir artı. Keşke her oyuncu kendi panosunun arkasından gizlice sahneyi izleseymiş. Bu, metin açısından da kayda değer bir yaptırım olurmuş. Işık tasarımı (Özgür Kaan Pural) çok özensiz. Genel ışığın haricinde özel ışık hemen hemen hiç yok. Olan da 'net' değil. 

Tolga Güleç'in (Müfettiş) oyunculuğu, diğer oyunculardan çok farklı. Bu durumu, yönetmenin yorum olarak değiştirdiği tek karakterin Müfettiş oluşuna bağlıyorum. Bazı anlar biraz 'fazla' lakin abes değil. Barış Kıralioğlu (Osip) ile olan ahengini yakalayabildim. Gogol, Müfettiş karakteri için "Konuşması kesik, kopuktur. Hiçbir sözü birbirini tutmaz" notunu düşmüş. Bu açıklamayı karakterde bulabildim. Hakan Altıner (Yargıç), Tayfun Yılmaz (Yoksullar Evi Müdürü), Emre Büyükpınar (Postahane Müdürü) ve Caner Tör (Lise Müdürü), 'Dalton Kardeşlervari' ve her biri, bir diğerini dengeleyici. Savaş Bayındır (Dobçinski) ve Efe Yeşilay (Bobçinski) için yeterli şeyi söylediğime inanıyorum. Selda Özbek Orpak (Anna) ve Burcu Akyürek (Marya) inandırıcı birer anne-kız. Ve Haldun Dormen (Kaymakam). Kendilerini bir kez daha sahnede görme şansına eriştiğim için çok mutluyum. İyi ki var ve iyi ki sahnede. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim... 

Oyunu izlerken sıkılmadım. Fakat çok da iyi bulmadım. Bu sonucu zaten yazım ortaya koyuyor. Gidip, görmenizi isterim...


Notlar;
Oyun 2 saat / 2 perdedir.
Fotoğraf bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Müfettiş)




Ege KÜÇÜKKİPER 

2 Mart 2016 Çarşamba

Özlediğim Bir Vodvil : 'Tom, Dick ve Harry' (EBBŞT)


Tom, Dick ve Harry, Ray Cooney'in, oğlu Michael Cooney ile birlikte 2003 yılında yazdığı keyifli bir vodvil. Ray Cooney'in oyunları ülkemizde hemen hemen her yıl sahneleniyor. Ben de kendisine yeteri kadar aşinayım. Aslında Ray Cooney'in oyunları konu ve karakter yaratımı itibariyle birbirine çok benzer. Ya bir aldatma vardır ya bir kovalama, ya karışıklıktan doğan kaos güldürür ya da yanlık anlaşılmadan kaynaklı bir durum. Oyunların isimleri bile mevzu hakkında yeterli ipucunu verir. (Hangisi Karısı?, Hangisi Babası?, Kaç Baba Kaç, Arapsaçı vs.) Fakat Ray Cooney bu basit konuları, ince espri ve matematiksel bir kurgu ile seçkin oyunlar haline getirir. Bu nedenle benim için vodvil türünün ustasıdır. Tom, Dick ve Harry, yazarın ustalık dönemine ait bir oyun ve diğer oyunları gibi, sakin başlayıp, tempolu devam eden, akabinde yine sakinleşen bir yapıya sahip. Tıpkı insan ömrü gibi. 

Oyunun durağan sahneleri, 'konuyu açma' amacındadır ve bu amaç, insanın 'yaşama (konuya) girme' çabası dolayısıyla bebeklik dönemine benzetilebilir. Gittikçe artan tempo, konunun başat konuma gelmesini sağlar ve karakterlerin olaya tamamen dahil olduğunu gösterir. Bu dahiliyet, insanın okuma-çalışma-kazanma gibi hayatının büyük bir bölümünü kapsayan ve yaşamını bu üç unsura bağlayan yetişkinlik dönemi ile paralel sayılabilir. Oyundaki hareketin bitmesi ise düğümlerin çözümü ve mutlu sona işaret eder. Bu da insan ömründeki hareketin ve beklentinin azaldığı yaşlılık dönemine tekabül etmesi ile eş değer kılınabilir. Tek fark yaşamın herkes için mutlu sonla bitmemesidir. Bu son, oyun bazında bakılacak olursa, insani ilişkilere, sevgi ve saygıya bağlıdır. Ray Cooney burada oldukça insani bir mesaj vermiştir. 

Tom, Dick ve Harry de olaylar şöyle gelişir: Tom ile eşi Linda, bir bebek evlat edinmek için son aşamaya gelmişlerdir ve saat 10.00'da gelecek olan evlat edindirme kurumu yetkilisi Bayan Potter'ı beklemektedirler. 55 dakikalık bu bekleyiş sırasında seyirci, Tom ile Linda'nın oturdukları evi satın almak istediklerini fakat yeterli paralarının olmadığını, ev sahibinin ise yüksek bir ücret talep ettiğini öğrenir. Tom'un, hastahanede çalışan küçük kardeşi Harry, çözüm olarak, öğrencilerin kullandıkları bir kadavrayı, parçalar halinde evin bahçesine gömmeyi ve bu sayede evin alım bedelini düşürmeyi önerir. Bu fikre ortak olan ortanca kardeş Dick ve karavana gizlenip gelen biri yaşlı biri genç iki kaçak göçmenin olaya katılımıyla, işler içinden çıkılmaz bir hal alır. Komedi tam da bu noktada başlar.  

İlham Yazar, yaratıcı bir rejisör. Kendisini Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan takip ediyor ve beğeniyorum. Daha çok komedi oyunlarını yönetmeyi sevdiğini biliyorum. Rejisörün, metnin 'trafiğini' çözdüğü çok açık. Ne zaman kırmızı, ne zaman sarı ve ne zaman yeşil ışık yakacağını, sahnelerin gidişatlarına göre belirlemekte başarılı. 55'er dakikalık her iki perdeyi, seyircinin gözü önünde ilerleyen bir saat mevcut iken, zamansal açıdan kotarmak çok zor bir iş. Bunun için gerekli olan iki şey: hız ve dinamizm. (Rock müzik de bu duruma bir katkı) Biraz önce bahsettiğim 'ışık' olayı, biraz da bu durumu açıklayıcı bir ibare. Yönetmen ile kadro uyumu aşikâr.

Rejisörün, Büyükbaba karakteri yerine Büyükanne yani erkek oyuncu yerine kadın oyuncu seçimi, iki kadının dayanışması, kaçanların hep kadın oluşları gibi, 'kadın' meselesine parmak basması yönünden, metnin eğlenceli içeriğinin bir 'söz'ü. Bingley ve Brandford isimlerinin, Marks ve Spencer şeklinde değiştirilmesi, kelime anlamları açısından önemli. Marks, 'ceset kalıntısı / artık' demek. Oyunun genelini düşündüğümde, bir mâna ifade ediyor. Spencer'ın ise Marks'a uyumlu ve ayrılmaz ikili (Dick ve Harry) sıfatını pekiştirmesinden dolayı konulduğu kanaatindeyim. 

Başak Özdoğan'ın dekor tasarımı 'yerleşim' bakımından çok çok iyi. Vodvil demek aynı zamanda kapı komedyası demektir. Her türlü giriş - çıkışın, kanepenin ve en önemlisi saatin konumlandırılışı, oyuna hizmet etmiş. Oyuncuya bırakılan alanlar, hareket için ideal. Modern ve klasiğin harmanlanışı, ev sahibinin ve çiftin yaşları ekseninde, oyuna uyumlu. Funda Çebi'nin kostüm tasarımları, oyun kişilerinin, karakteristik özelliklerini belirleyici türde. Kerem Çetinel'in ışık tasarımı ise, metnin belirttiği sabah saatleri ışığını yansıtmakta iyi. 

Devrim Özden Akın (Tom), Murat Danacı (Dick), Ercüment Yılmaz (Harry), Başak Boran Oksal (Linda), Çiğdem Altuğ (Bayan Potter), Elçin Tezcan (Andrra), Pınar Bekaroğlu (Kaqushe), Ayhan Bekdemir (Memur Dows) ve Berkay Gökçek (Boris) 'ekip uyumu işte budur!' dedirtiyor. Her oyuncu üzerine düşen görevi yerine getirerek, seyirciye lezzetli bir vodvil sunuyor. Uzun zamandır vodvil izlemeyi bırakmıştım, özlemişim. İyi geldi. Eskişehir Şehir Tiyatroları'nın repertuarını beğeniyorum. Harry karakterini oynayan Ercüment Yılmaz aynı zamanda kurumun Genel Sanat Yönetmeni imiş. Oyunculuğunu çok beğendim, yöneticiliği de öyle gibi duruyor. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...


Notlar: 
Oyun 2 perde / 2 saattir.
Fotoğraf bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Tom, Dick ve Harry)




Ege KÜÇÜKKİPER