3 Eylül 2015 Perşembe

Sumru Yavrucuk'tan Yeni Oyun: 'Shirley' (Tebdil-i Mekan)


Willy Russell'ın 1986'da yazdığı, 1989'da beyazperdeye uyarlanan eseri 'Shirley', Tebdil-i Mekan Prodüksiyon Tiyatrosu'nun ikinci, Sumru Yavrucuk'un ise bu tiyatrodaki ilk projesi. Tebdil-i mekanda ferahlık var derler. Doğru, ama ferahlığı sadece mekanda aramak eksik / yanlış. Öyleki, Sumru Yavrucuk bundan üç yıl önce, 'Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi', adlı piyes ile "tek kişilik oyunlar" kulvarına geçiş yaptı. Ferahlığı hissetmiş olacak ki, devamını getirmek istedi. Shirley de bu kulvarın ikinci oyunu oldu. İlk oyun, metin açısından yetersiz kalmakla birlikte, Sumru Yavrucuk'un zekası ve oyunculuğu sayesinde ilgi görerek, geniş bir kitle edindi. Bu pencereden bakarsam, Sumru Hanım'ın yine tek kişilik bir oyunda rol alıyor oluşunu yadırgamam. İlk oyunun Sumru Yavrucuk'a ait olan rejisinin de, o metne/oyuna ileri bir boyut kattığından emin olduğum için, bu oyunu da yönetmesini abes bulmam. Buraya kadar yazdıklarım aynı zamanda Shirley'i seyretme nedenlerim. Lakin karşılaştığım sonuçlar farklı. Şimdi o farklılıklara bir bakalım...  

Willy Russell'ın metni, birçok kadın meselesine değinen, kimi zaman güldürüp, kimi zaman düşündüren bir yapıda. Oyunun tam adı 'Shirley Valentine'. Sumru Yavrucuk ise karakteri, soy isminden arındırarak, salt 'Shirley' olarak sahneye taşımış. Şüphesiz çeviriyi yapan Evren Ercan'ın da bu işte büyük payı var. Bu durumun, metinde ele alınan meselelere bir katkı sunduğunu düşünmüyorum. Aksine, oyun içerisindeki çoğu anlamın, vasfını yitirdiği kanaatindeyim. Valentine, Shirley'nin kızlık soyadı. Oyun, kaba bir kocanın, sevgisiz ve ilgisiz bir adamın, bu türden davranışlarıyla karşısındakini (eşini) nasıl bir yola soktuğunu, karakterin içsel yolculuğunu ve ruh halini de göz önünde bulundurarak anlatıyor. Valentine, Shirley'i, Shirley yapan, özelde eşten/kocadan bağımsızlığı, genelde ise kadın bağımsızlığını vurgulayan yegane önemli unsur. Russell'ın metninde bu çok açık. Sadece Shirley, benim için hiçbir şey ifade etmiyor. 

Bir diğer husus mekan farklılığı. Orijinal metin Yunan Adaları'nda geçiyor. Ele aldığım oyun ise Bodrum'da. Bu vaziyeti, seyircinin yabancılık çekmemesi, olaya iyice hakim olması, kendinden daha çok şey bulması, özdeşleşmenin kolaylaşması biçiminde algılamam zor. (Uygulama amacının bu yönde olduğu kanısındayım) Fakat yapılan adaptasyonun sınırlayıcı etkilerinin olduğunu düşünüyorum. Bir oyunu yerelleştirmek demek, sadece o bölge içinde değerlendirmek demektir. Karakter, her ne kadar yabancı olsa da, aslında onun gibi olan tüm kadınları simgeleyen bir metafor. Bir resmin çerçevesi, o resmin görselliğine ve estetiğine çok şey katar. Tek motif, hiç motiftir. Bir çeşitlilik olmak zorundadır. Yazar, bu çeşitliliği veriyor. Bu oyun İtalya'da oynandığında, Shirley, İtalya'ya tatile gidiyorsa, metnin evrenselliği çürür, seyircinin düşünce alanı daralır. Kendi ülkesine hapsolma durumu, soru işaretlerine neden olur. İzleyici için dışarısı kapalı bir kapıdan farksızdır.

Dikkatimi çeken başka bir konu, Shirley'nin bir erkekten kaçıp, başka bir erkeğe gitmesi ve bu erkeğin bir Türk erkeği oluşu... Yazıyı yazarken Türk erkeklerini düşünüyorum... Hmmm... Aklıma gelen çoğu şey (şiddet, baskı, otorite, argo konuşma, tecavüz vb.) olumsuz. Biraz daha düşünüyorum ve bir soru buluyorum... Shirley, Türkiye'ye (Bodrum'a) gelmeseydi, Türk erkeği profilini inceleyecek miydim? Cevaplar kafamda netleşiyor. Unutmamak için sonucu yazıyorum: Her oyun bir zincirdir. Her öğe birbirine bağlıdır. Burada da aynı şey geçerli. Türk erkeğine Adem adının verilmesi, 'Ademoğlu' mantığını devreye soksa da, iyimserliğin bir ölçütü olmalı. Oyunun bütününde isimler üzerinden bir anlatım ve aktarım söz konusu. Bunu sevmedim... 

Yazar, bir kadının devinimsel sürecini, kronolojik olmasa dahi, yaşamının hemen hemen her noktasına değinerek, bir kızın gerek aile, gerekse okul/eğitim hayatı içerisinde evrilme aşamasını, görünüşün altındaki kadını, toplumun belirli bir kaideye oturttuğu kadını, çeşitli ilişkiler içindeki kadını, ikilemler yaşayan çelişik kadını, keşiflerde olan kadını, anne olan kadını, yalnız kadını, kısacası 'kadın'ı bir dürbün gibi yakınlaştırıp, büyüterek gözler önüne sermiş. Serili olan, bir cevher. İşlenmesi ise rejisörün elinde. Çok parlamıyor (sanki) 

Oyun seçimi, bugün adına çok şey söylemesi bakımından iyi ama yukarıda tanımladığım birbirinden farklı kadın tiplerinin incelenmesi bakımından yeterli değil. Sumru Yavrucuk'un oyunculuğu, yüzeyselliği daha derinlere götürmeyi başarmış fakat reji dokunuşları için bunu söylemek oldukça zor. Önerim, sahne üstündeki kadına, sahne dışından biri kadının bakması yönünde. Russell'ın metninde, bir kadının kendini nasıl gördüğü ifade edilmiş. Burada içsellik tam sinmemiş, toplumsal bakış ise seyircinin gözüyle odaklanmış. Seyircinin değerlendirmesi başkadır. Siz nasıl görüyorsunuz? Bu daha önemli. Bu bakışın oyunda kendine yer edindiği konusunda şüpheliyim. Ayrıca modern dünyanın eleştirisi (cep telefonu, olay isimleri vs.) bu oyuna fazladan nasıl bir artı kazandırıyor? Hiçbir şey amaçsız olmamalı. Yazarın metni gerektiği kadar güncel...

Sumru Yavrucuk'un kostüm değişikliklerinde başvurduğu, canlı müzik, 'Sıcak Yaz Geceleri: Bodrum' konseptine uygun lakin bant müziklerde mevcut. Hal böyle iken, canlı müziğin bir anlam ifade etmesi şart. Oyunda bu anlamı bulamadım. Selmin Artemiz'i keyifle dinledim...

Dekor tasarımı Nurdan Aliyazıcıoğlu imzalı. Tipik Türk mutfağı, örtü, buzdolabı süsleri ve genel yerleşimi ve duvarın bakımsızlığı (ilgisiz kalan Shirley gibi) açısından başarılı. Mutfak dekoru oyunun ilk perdesine hakim. İlk perde Türkiye'de geçmiyor. Görüntünün farklı olması gerekirdi. Farklılık göze çarpmıyor. İkinci perde dekoru oyunun Bodrum'a taşınmasına bağlı olarak bütünleyici. Beyaz rengin hakimiyeti, sadelik ve gözü yormama, atmosferin rahatlatıcılığına hizmet eden bir oluşum. 

Kostüm tasarımı (bu yeni moda) karşısında kimsenin adı yok. Bu nedenle değerlendirmem. Düşünene haksızlık etmemek amacıyla, kostümlerin ev ve tatil modunun ayrımını ortaya çıkaran cinsten olduğunu söylemem kâfi. Yakup Çartık beni ışık tasarımında çok şaşırttı. Işığı, dekordan yardım alarak, doğallaştırması fevkalade. O boğucu ışıklar gitmiş, sevindim. Müzik (şarkılar) seçimleri ise, durumu bozmayan, zemini de güçlendirmeyen türden. Hoş...

Sumru Yavrucuk beğendiğim ve takip ettiğim bir sanatçı. Oyunun seyredilebilir olmasındaki etkisi tartışılmaz. Ben  bu oyunu 'geçiş dönemi'nin bir ürünü olarak görüyorum. Sumru Yavrucuk akıllı bir kadın. Geminin böyle yürümeyeceğini, gemi su almadan fark edecek ve önlemini alacaktır. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...


Not: Oyun 2 perde / 2 saattir.


Ege Küçükkiper