5 Nisan 2013 Cuma

Bir Haldun Taner Klasiği: "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" (İBBŞT)




GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM

Oyunun baş karakterleri olan Vicdani ve Efruz'un yaşamlarından, dönemin sosyal, ağırlıklı olarak siyasal, kültürel ve az da olsa dini yapısını mercek altına alan "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım", toplum eleştirisini güldürü formatının içerisine sığdırarak bizlere sunuyor. Haldun Taner'in yazdığı, ilk olarak 1964 yılında Ulvi Uraz Tiyatrosu'nun sahnelediği, Şehir Tiyatroları'nda ise Savaş Dinçel rejisiyle hafızalara kazınan, bu yıl (2013) yine Şehir Tiyatroları yönetiminin, repertuarına katmakla çok iyi bir iş yapmış olduğu bir oyun. Oyun, II. Meşrutiyenin ilanından sonra gerçekleşen 31 Mart olayı ile başlayıp, 71 muhtırasıyla (12 Mart) sona erer. Haldun Taner üstat, ilk olarak oyunun geçtiği zaman dilimini 1960’lı yılların sonuna kadar yazmış olsa da, daha sonra yani 71 muhtırasının gerçekleşmesiyle, oyuna bazı eklemelerde bulunmuş, bu sayede oyun 1974 yılına kadar olan süreyi kapsamış. Ayrıca oyun, kabare tiyatrosunun ilk örneklerinden biri sayılmakta. 

Karakterler üzerinden yapılan bir ironi demiştim. Bunun için iki karakteri de özümsemek gerekiyor. Hepimizin içinde olduğunu varsaydığımız -ki bence yok- Vicdani, saf, namuslu, temiz, iyiliksever, dürüst, uysal, haksızlık nedir bilmeyen, vazifesini sonuna kadar yerine getirmeyi kendine hedef edinen biridir. Yani ismiyle son derece özdeşleşmiş biri... Aile yapısı ve yetiştiği ortam da elbette bu özelliklerine katkı sağlamış durumda. Efruz ise tam tersi bir karakter yapısına sahiptir. Fırsatçı, hilebaz, başkalarının arkasından iş çeviren, zengin olması ve babasının mevkisinden dolayı kendini üstün gören, vicdanının sesini hiçbir zaman dinlememiş, bitirimin tekidir. İkisi de çocukluktan beri arkadaştır. Bu karakter tanımlamasından sonra ikili arasında geçen iş, askerlik, aşk, evlilik, aile, para vb. konularda ezen - ezilen ilişkisini oyunun temalarını oluşturur. Tüm bu yaşanmışlıkların neticesinde, Vicdani delirmiş, daha doğrusu delirtilmiştir... 

REJİ

Can Doğan, rejisörlük koltuğunda oldukça başarılı. Oyunun finalinde, gramofonun ağız kısmının, Vicdani’yi içine alması ve gramofonun kapanması, oyunun ironisine katkı sağlamış. Askerlik sahnesinde, beyaz perdenin üzerine işlenmiş olan “Savaş Dinçel Kışlası” yazısı ise beni duygulandırdı. Can Doğan’ı bir kez daha tebrik ederim. Ustayı unutmadığı için… Oyuncular birden fazla karaktere bürünmüş durumda. İlk kez bu oyunda, böyle bir uygulama beni rahatsız etmedi. Aynı oyuncu olduğunun farkına bile varmadım desem yeridir. Tabii bunda kostüm ve makyajında önemli bir yeri var. Oyunu, bir kadın ve bir erkek anlatıcının açması, gelişen olayları aktarmaları sanki bir hikayeymiş izlenimi yaratıyor. Evet, izlediğimiz şey acı ama gerçek bir hikaye maalesef… Oyunda beni iten tek şey, bu kadar bol malzemeli bir metinden nasıl olur da günümüze göndermeler yapılmaz? Günümüze gönderme yapılması, seyirciyi oyuna bağlama konusunda daha verimli olur diye düşünüyorum. 

DEKOR – KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK - MAKYAJ

Ana dekorun haricinde bulunan diğer dekorlar ve kostümler, dönemsel farklılıklar göstermekte. Her dönemin dekoru ve kostümü başarıyla yapılmış. Ayrıca karakterlerin içsel dönüşümleri de kostümlerle belirginleştirilmiş. Gamze Kuş harika bir iş çıkarmış. Ana dekor ise kocaman bir gramofondan oluşuyor. Tepeden sarkan kocaman bir ses ağzı, yanlarda bulunan kapakları ve ortada ki döner plak. Oyunun son cümlesi: “Sakın plak olmayın… plak olmayın… plak olmayın…” Dekorun plak bölümünün, döner olarak kullanılması, hem sahneyi elverişli kullanmaya yaramış, hem plağın işlevini yerine getirmiş, hem de bu cümle ile anlatılmak isteneni oyun boyunca vurgulamış. Yanlarda bulunan kapak kısımları ise aynı zamanda mekan tanıtımı olarak değerlendirilmiş. Oyuncuların, dekorun kesik kısmından sahneye çıkıyor oluşları, “Evlerin içinden çıktım da geldim.” izlenimini yaratmış. Ayhan Doğan’a bu güzel dekor için teşekkürler.

Sahnenin tam karşısında duran kısım ise barkovizyon olarak seçilmiş. Anlatılanlar ile gösterilenler eş zamanlı bir biçimde verilmiş. Bu oyunda kesinlikle görselliğin bir yeri olmalıydı diye düşünüyorum. Barkovizyon görüntüleri için baya zahmete katlanılmış ve oyunda oynayan / oynamayan sanatçılar bir araya gelerek, dönemin önemli şahsiyetlerine hayat vermişler. Barkovizyon olmasaydı, ikişer dakikalık roller için boş yere oyuncu kullanımı olurdu. Zaten kadro yeteri kadar kalabalık. Tasarruf sağlama adına da yararlı bir çalışma olmuş. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün görüntülerinin gösterildiği sahne ise, en çok alkış alan bölümdü. Beni duygulandırdı... 

Müzikal oyunlarda, adı üzerinde en önemli olan unsur müziktir. Tabii kareografi de, müzikle dansın kombinasyonunu sağlayan baş öğedir. Bu oyunda hem müzikler hem de danslar çok çok iyi. Koordine olunmuş durumda. Ayrıca müziklerin güfteleri, oyunu özetler ve dönemi vurgular nitelikte. Orkestra bir harika. Selim Atakan ustalığını yine konuşturmuş. Işık tasarımı ise Fatih Mehmet Haroğlu’na ait. Anlatıcıların rol aldığı sahneler doğrultusunda amacına uygun kullanılan ışık, "sahne ışığı" diye tabir edebileceğimiz türden. Oyunun kendi hikayesi içerisinde ise, ağır çekimlerle süslenen sahneler, renk değişimiyle vurgulanarak belirgin bir hale getirilmiş. Bu arada, siyah renk gözlüklerin kullanılması, kör ile bakar kör arasındaki farkı betimlemekte başarılı. Makyaj ise, "Yıllar geçse de üstünden ben hiç yaşlanmam." diyor. Karakterlerin yaş aldıkça değişen durumları belirginleştirilseymiş keşke...

OYUNCULUKLAR

“Uğur Dilbaz = Vicdani” dersem doğru bir denklem kurmuş olurum herhalde. Saf hallerinden, delilik hallerine geçişi son derece başarılı. Aynı şekilde “Can Ertuğrul’da = Efruz” olmuş durumda. Çocukluk hallerinden, hırs küpü birine, yaramaz bir çocuktan, vakur bir iş adamına geçişleri mükemmel. Anlatıcı rollerinde bulunan İrem Arslan Aydın ve Ersin Umulu’nun oyunculuklarından çok sesleri ön planda. Doğru olan özelliklerden faydalanılmış. Yılmaz Meydaneri üç ayrı karakteri ses tonu, beden dili ve ustalığıyla seyirciye geçirebilmiş. Mert Aykul için de aynı şeyleri söyleyebilirim. İrem Erkaya ise oyunun neşe kaynağı. Tüm kadro, üzerine düşen görevi ve yönetmenin hayalindeki oyunu ortaya çıkarmış. Çok kalabalık olduğu için ancak başrolleri değerlendirebildim.  

Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim. İyi bir metin, iyi oyunculuklar, iyi danslar ve müzikler her zaman bir araya gelmez. Bu aydınlanma fırsatını kaçırmayın! "Gözlerini açmazsan eğer bu oyun hiç bitmeyecek" (Broşür arkası)

Not: Oyun 3 saat / 2 perdedir.


OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR





HALDUN TANER
(1915 - 1986)


EGE KÜÇÜKKİPER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder