20 Şubat 2013 Çarşamba

Güzellik mi? Zeka mı?: "Cyrano De Bergerac" (Ankara DT)




CYRANO DE BERGERAC

Ankara Devlet Tiyatrosunda seyrettiğim ikinci oyun...

Şimdi anlatacaklarım, Parisli oyun yazarı, şair ve silahşör, Savinien Cyrano De Bergerac'ın gerçek yaşam öyküsüdür. Edmond Rostand tarafından kaleme alınan eser, 17. Yüzyıl Fransa'sında, natüralizmin, (Doğalcılık) popüler olduğu dönemde, romantizme birtakım yenilikler getirerek, o dönemin tiyatrosuna bir alternatif sunmaktadır. Birçok kez beyaz perdeye aktarılan eser, 1936 yılında ise operaya uyarlanarak çok dilli oluşunu kanıtlamıştır. Eser, manzum (Şiirsel) olarak yazılmış, lirik ve epik - diyalektik anlatım türlerinin egemenliğinde hayat bulmuştur. Manzum şeklinde yazıldığı için, şiirsellik yönü fazlasıyla ağır basmaktadır. Tıpkı Shakespeare eseri gibi... Fransa ve İspanya savaşı oyunun ana hatlarından birini oluşturmakta. (Otuz Yıl Savaşı) Savaş öncesi ekonomik durum ile savaş sırasında ki, açlık ve yoksulluk, son derece yerinde betimlenerek, zıtlıkların temel alınışıyla, anlam pekiştirilmiş durumda. Nesnelerin, anlatımın ve olayların gerçekçi oluşu epik bir tiyatro örneği oluşunun altını çizmekte son derece başarılı.

Cyrano, karşısına çıkabilecek bütün rakiplerini, istediği her konuda ve şekilde yenebilen biridir. Kılıç kullanma yeteneği, etkileyici konuşması, zekası, bilgeliğiyle herkes tarafından kıskanılmaktadır. Bütün bu avantajlarının yanında, tek bir dezavantaja sahiptir. O da, çirkinliği... Çirkinliği, burnunun büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Burnuyla alay edilmesinden hiç hoşlanmayan Cyrano, bir kızı sevmektedir. (Bkz: II. Abdülhamit) Fakat sevdiği kız kuzenidir. Roxane adında ki bu genç ve güzel kız ise, Christian'ı sevmekte ama bir türlü söyleyememektedir. Roxane, tek çare olarak kuzeni Cyrano'dan, Christian ile aralarını yapmasını ister. Bu, Cyrano için bir ölüm fermanıdır. Fakat burnunu kendisine kompleks ettiği ve kuzeni ile böyle bir ilişkinin doğru olmayacağını bildiğinden, bu işi yapmayı kabul eder. 

Christian, Cyrano'nun tam tersi özelliklere sahip, orta halli kılıç kullanmasını bilen, çok yakışıklı fakat ağzı hiç laf yapmayan, sevdiği kıza bir türlü açılıp, güzel konuşmasıyla onu etkileyemeyen biridir. Cyrano, Christian ile konuştuğunda, onun da Roxane'a aşık olduğunu öğrenir.  Öğrenir öğrenmesine ama, onun derdi de aynıdır. Açılamamak... Hal böyle olunca, Christian, Cyrano'dan suflörlük yapmasını ister. Görüntüde kendisi var olacaktır fakat kızı etkilemesi için gerekli olan süslü sözlere Cyrano sayesinde ulaşacaktır. Yaptığı plan sayesinde Roxane'la evlenen Christian'ın mutluluğu uzun sürmez. Gelen bir haberle, bütün silahşörlerin cepheye alınacağını öğrenir... 

Roxane, Christian'dan, mektup yazmasını ister. Tabii mektupları yazacak isim Cyrano'dur. Yazdığı mektuplardan birine düşürdüğü gözyaşıyla, Christian tarafından, Roxane'a aşık olduğunun anlaşılmasına sebep olur. O sırada Roxane, mektuplara ve hasretliğe dayanamamış, cepheye gelmiştir. Cepheye gelişi aynı zamanda acı çekmesine neden olacaktır... Savaş bitmiş, aradan on dört yıl geçmiştir. Roxane, manastıra kapanmış, Cyrano ise, kafasında ağır bir yara ile gezmektedir. Nihai son ise tahmin ettiğiniz gibidir...   

REJİ - DEKOR

Yönetmen Işık Kasapoğlu ve dekor tasarımcısı Hakan Dündar, ortaya çok iyi bir iş çıkarmış. Öncelikle sahne geçişlerinden bahsetmek istiyorum. Koca koca dekorların çift taraflı oluşu birçok sahneyi kurtarmaya yetmiş. Ama dördüncü sahne (savaş sahnesi) değişikliği saatler alabilir cinsten. Nasıl bir çözüm yolu bulunmuştur diye düşünürken, perdenin inişiyle şaşkınlığımı gizleyemedim. Seyircileri dakikalarca boş boş bekletme gibisinden bir tutumun sergileneceğini düşünürken, manastır sahnesi için, dekora ihtiyaç duyulmamasından dolayı, perde önünde oynanmasına karar verildiğini gördüm. Bir sahne ancak böyle kotarılabilirdi. Üç dakika içerisinde perde yeniden açıldı ve son sahne bizleri karşıladı. "Tiyatro salonu" sahnesinde asılı olan avize ve üzerinde ki mumların alevleri, rüzgarda titriyordu. Bu bile düşünülmüş. Fırın sahnesindeki ekmek ve pastalar ise birbirinden güzel ve gerçekçiydi.

Fırın, savaş meydanı, ağaç, ev ve tiyatro salonu dekorlarının, büyük bir emeğin sonucu ortaya çıktığı çok belli. İlk defa bu kadar devasa ve muhteşem dekorlarla karşı karşıya geldim. Tam bir görsel şölendi diyebilirim. Ağaç sahnesinde, yukarıdan dökülen yapraklar, mevsim geçişini sağlamış. Yönetimde bir diğer husus, oyuncuların, sahneden değil, seyirci girişlerinden girmeleri. Bu sayede, seyircilerin, oyunla ve oyuncularla daha iyi iletişime geçebilmesi hedeflenmiş. Başarılı da olunmuş. İlk sahnede, bir oyuncunun balkonda durması ve onay vermesi gerekmekte. Benim tam görüş açımdaydı. Fakat balkonun altında oturanların görmeleri imkansız. Neyse ki ufak bir ayrıntı. Oyuncunun sözü bile yoktu. Kabullenebilir bir durum. Oyunun ilk perdesinin iki saat sürmesi beni biraz sıktı. Fakat birbirinden bölünemeyecek sahnelerin olduğunu anlamam ile birlikte, yapılacak bir şeyin olmadığını kavradım. Bu da, esere sadık kalındığını gösterir. Kadro otuz dokuz kişiden oluşuyor ve çoğu sahne kalabalık geçiyor. Haliyle gürültü eksik olmuyor. Bu nedenle, bazı cümleleri anlayamadığımı belirtmeliyim. 

KOSTÜM - IŞIK - EFEKT - MÜZİK

Kostümler dönemi yansıtmakta son derece başarılı. Afişte gördüğünüz üzere, şapkalar ön planda tutulmuş. Cyrano haricinde ki tüm karakterler kostüm değiştiriyor. Esra Seleh'i kutlarım. Işık, dekordan sonra en iyi öğe. Özellikle gece - gündüz geçişleri, fonun renk değiştirmesiyle çok güzel sağlanmış. Fonun tam ortasında silik, hafif dağılmış bir bulut / duman karışımı gözümüze çarpıyor. Gündüz sahnelerinde fon kırmızı oluyor. Fırından çıkan dumanlardan dolayı da kırmızı, bir ateş rengi oluşturmuş. Gece olduğunda ise, maviye dönüşüyor. Üstelik ton ton ilerliyor. Saatlere göre farklı karartmalar yapılmış. Dikkatlice ve özenle hazırlanmış. 

Cyrano'nun kendini en yakın hissettiği varlık olan "ay"ın, ölüm esnasında belirivermesi yerindeydi. Ayrıca Cyrano'nun sesi, sahneye girmeden duyuluyor ve  nokta aydınlatmasıyla ışık, seyircilerin üzerinde dolaşıyor. Rolü gereği birini arıyor Cyrano. Bütünleşme açısından doğru bir karar. Klasik aydınlatmanın çok dışında. Yakup Çartık, bu işi biliyor. Savaş sahnesinde ki efektler oldukça iyi. Müzik fazla baskın olmasa da, oyunun içerisine dağılmış bir kaç şarkı ve dansla, oyun daha keyifli hale getirilmiş ve dikkati diri tutmuş. Bunun için Joel Simon'a teşekkürler. Bu arada söylemeden edemeyeceğim, takma burun çok başarılıydı. Bir an gerçek sandım...

OYUNCULUKLAR

Durukan Ordu, (Cyrano) bir saniye bile sahneden inmiyor. Ses tonu öyle muhteşemdi ki, bütün salon onu konuşuyordu. Tonlamaları çok yerinde. Bazı yerlerde çok hızlı konuştuğu için anlamakta güçlük çektiğim oldu. Hareketleri son derece kıvrak ve atik. Beden dilini kullanmasını iyi biliyor. Kılıç kullanması da çok  profesyonel. Konservatuarda ki eskrim dersinin önemi burada ortaya çıkıyor. Böylesine büyük bir rolün altından başarıyla kalkabilmiş. Aldığı alkışı görmeniz lazımdı... Zeynep Yasa, (Roxane) narin, kırılgan, aşık kadın rollerini oldukça iyi canlandırdı. Ses tonunu ayarlamayı bildi. İrfan Kılınç, (Christian) dimdik duruşu, çoğu zaman sert ama çaresiz, kendinden emin tavrıyla bu işin üstesinden gelmiş. Özellikle evin balkonuna tırmanışı süperdi. Tamamen performansa bağlı bir oyun. Kadro çok kalabalık olduğu için ancak başrolleri değerlendirebildim. Şu kadarını söyleyebilirim ki, çok iyi organize olunmuş ve gece - gündüz çalışılmış. Karşılığı da fazlasıyla alınmış...

Şiir sevenler, şiire değer verenler size sesleniyorum. Bu oyunu sakın kaçırmayın. Ankara Devlet Tiyatrosu iyi bir repertuara sahip. Bunun kıymetini bilin. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim... 

Not: Oyun 190 dakika / 2 perde. 

Ayrıntılı bilgi için: http://www.devtiyatro.gov.tr/



OSMANLIDA YASAKLANDI

II. Abdülhamit döneminde, Padişah Abdülhamit'in burnunun büyük oluşu nedeniyle, oyun yasaklılar arasına girmiştir. (1842 - 1918) 

"BURUN" TİRADI

Burnunuz ne kocaman!

Cyrano: Evet, pek kocaman! Hepsi bu mu? Asıl iş edada. Meselâ bak, 



Hoyratça:

"Burnum böyle olsaydı, mösyö, mutlak dibinden kestirirdim!


Dostça: 

"Yana yatmaz mı, senden evvel davranıp kadehine batmaz mı?"

Tarifle: 

"Burun değil bir kere, coğrafyada böylesine dağ denir, dağ değil, yarımada!"

Mütecessis: 

"Acaba neye yarar bu alet? Makas kutusu mudur, divit midir izah et!"

Zarifâne: 

"Kuşları sevdiğiniz besbelli! yorulmasınlar diye yavrucaklar, temelli bir tünek kurmuşsunuz!"

Pür neş'e: 

"Birader, şu koskocaman burnunla tütün içince, komşu "yangın var!" demiyor mu?"


Müdebbir: 

"Aman yavrum, bu ağırlıkla yere düşmenden korkuyorum!"


Müşfik: 

"Yaptırın ona küçücük bir şemsiye, yazın fazla güneşten rengi solmasın diye!"

Alimâne: 

"Görmüştüm aristophane'da belki hippocampelephan tocamélos adındaki hayvanın burnu gayet büyükmüş! sen ne dersin?"

Nobran: 

"Zaten bilirim, sen misafir seversin, bu, şapka asmak için ne mükemmel bir icat!"

Şairâne: 
"Ey burun! bütün cihana inat, seni baştan aşağı nezle etmeye kadir tek rüzgar bulunamaz, karayel istisnadır!"

Hazin: 

"Bir de kanarsa, kızıldeniz, ne belâ!"

Hayran
"Lavantacıya ne mükemmel tabela!"

Safiyâne: 

"Abide ne günleri gezilir?"

Hürmetkârâne: 

"Beyefendi kibarsınız muhakkak, yoksa imkânı var mı cumba sahibi olmak?"

Köylü: 

"Vış anam! bu ne? bilmem guş mu balıh mı? yoksa bir tohuma gaçmış salatalıh mı?"

Sivri akıllı: 

"Bunu tombalaya koymalı! Kim elinden kaçırmak ister böyle bir malı?"


OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR











FİLM VERSİYONU (1990)


EDMOND ROSTAND
(1868 - 1918)

EGE KÜÇÜKKİPER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder