SURNAME 2010
Öncelikle, "surname"nin ne
anlama geldiğini açıklamakta fayda var.
Surname: Divan edebiyatında
şehzadelerin sünnet düğünlerini, kadın sultanların evlenme törenlerinin anlatıldığı manzum ya
da mensur biçimindeki yapıt.
Oyunun yazarı Yiğit Sertdemir. Surnameler,
yazanın ismiyle anıldıkları için, bu surnameye de "Surname-i Yiğit"
diyebiliriz. Şimdi bir şenliğe çıkıyoruz hazır mısınız? Sühendan
Hanım'ın kocası Ziya Bey'in, eşine yazdığı fakat tamamlayamadan bu dünyadan göçüp
gittiği için, beş yıl sonra Sühendan Hanım'ın eline geçen surname vesile oluyor
bizlerin bu şenliği görmesine. Neler yok ki bu şenlikte? Karagöz'ünden
Hacivat'ına, Pişekar’ından, Kavuklu’suna, meddahından, kuklasına, kısacası
unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş, geleneksel değerlerimiz çıkıyor
karşımıza. Hatta sadece bizim karşımıza değil, birbirlerinin de karşısına çıkıyorlar.
Aynı ortamda buluşarak, “neydi? Ne oldu? yu” tartışıyorlar.
Osmanlı Devleti zamanlarına uzandığımız bu
şenliğin en özel tarafı, sadece geçmişi değil, günümüzüde ironik bir dille
anlatması. Yiğit Sertdemir, “eski” ile “yeni”yi harmanlayarak tadına doyum
olmayan bir gösteri sunmuş. “İstanbulbazlar” adı altında günümüz insanının
dertlerini, sıkıntılarını, korkularını, meraklarını bir başka deyişle başına
gelebilecek her türlü zorluk ve felaketi betimlemekte oldukça başarılı. Aslında bu yaşananlar sadece İstanbul’da değil, tüm
büyük şehirlerde baş gösteriyor. Fakat yazar, İstanbulbazlar adı altında bir
sunum tecih etmiş. Ayrıca İstanbulbazlar adı da eski ile yeniyi biraraya
getirmiş durumda. (“İstanbul” – “baz”)
İroni yalnızca bu yazdıklarımla sınırlı değil.
Birtakım güncelleştirmelerle, günümüze göndermelerde yapılmış. İktidar, makam,
statü gibi kavramlar bu gösteride kendine yer bulurken, gönderininde ana
kaynağı olmuş. 2010 yılında yazılmış bir metnin içerisine “Gezi” etkisini
yerleştirmek ne kadar doğru? Şahsen, “yeni metin – yeni oyun” anlayışı
içerisinde gezinin etkisini görmeyi ve bu etkiyi koklamayı daha yerinde
bulurum.
Bu gösteride, (gösteri demek daha doğru olur) özlem
var, umut var, beklenti var, hasret var, çocukça bir ruh var. Bu duyguların
yalnızca yaşı ileri olan insanların hissettiklerini sanmıyorum. Benim yaşım,
geleneksel Türk Tiyatrosuna aşina olmaya yetmedi. Bu eksikliği de her zaman
taşıdım. Fakat, bu gösteri, aşinalığımı arttırarak, yukarıda belirttiğim
duyguları yaşamamı sağladı. Bence oyunun en önemli işlevi burası. Genç
jenerasyonu da hedef kitleye sokabilmek ve bu güzelliklerin varlığını bir nebze
olsun hatırlatarak, sevdirebilmek. Ve İstanbul! Gösterinin geçtiği mekan. Kişilerin üzerlerinde ki "İstanbul teması"na uygun (Kız Kulesi, Haydarpaşa Tren İst., Galata Kulesi vs.) süngerden yapılmış simgesel nesneler, etkiyi arttırmada işlevsel konumda.
Kuşkusuz, gösterinin başrolleri kuklalar ve masklar.
Candan Seda Balaban harikalar yaratmış. Gösterinin olmazsa olmazı. Her maskın,
ayrı bir duygusu var. İzlerken, “ne çok duygu varmış” dedim. Maskın içindeki
kişinin söylemleri ve ruh hali ne ise, maskın ifadeside o! Bu çok özel ve
ayrıntı isteyen bir iş. Tek tek kafa yorulmuş ve iyi bir biçimde hayata
geçirilmiş. Toplamda kaç farklı mask, kukla, kostüm vardı sayamadım. Böylesine
büyük bir projenin İBBŞT’da “heba” olduğuna inanıyorum. Yurtdışında sahnelense
efsane olabilecek türden! Her ne kadar gösterinin yıldızları olmasalarda, geleneksel
tiyatronun büyük emekçileri İsmail Dümbüllü ve Kel Hasan’ı görmek bana keyif
verdi. Onlar da olmadan olmazdı.
Müzik, hem canlı hem de kayıt olarak kullanılmış.
Canlı kısımda davul bizlere eşlik ediyor. Dönemsel olarak düşünüldüğünde doğru
ve etkili bir karar. Günümüz davulcuları (sahur vakti çalınan davullar) “rastgele”
diye bir tarz yarattıkları için, davuldan soğumuştum. Fakat gösteri,
kulaklarımın pasını silmeyi ve beni geleneksele yakınlaştırmayı başardı. Bir
enstrümanın ezgisi ve çalış biçimi nasıl değişebilir? Değişmiş… Kayıttan gelen müzikler ise hem yereli, hem
evrenseli ortak bir paydada buluşturmuş. Dinlerken, “ben bu müziği bir yerden
hatırlıyorum” hissine kapılıyorsunuz. Müzikler, gösterinin geneline uyan bir
formda yaratılmış.
Sahnenin boş oluşu dikkati dağıtmamış ve gösterinin “büyük”lüğünü,
seyirciye göstermekte imkan sağlamış. Sahaf dükkanı ise şık ve estetik.
İstanbulbazların kostümlerinin siyah oluşu, karamsarlık ve sıkıntıyı yoğunlaştırır
nitelikte. Işık ise, genele yayılarak, her türlü ayrıntının görülmesinde bir
numara. Mahmut Özdemir’e teşekkürler. Son olarak Özgür Tanık, başarılı bir kareografi
yaratmış. Gösterinin coşkusunu ve ritmini yakalayabilmiş. Oyuncular, kuklaları
konuşturmakta, gerek ses tonları gerek hareketleriyle son derece uyumlu. Ekip
çalışması kendini göstermekte.
Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim. Böylesine dünya çapında projeleri daha sık görmek dileğiyle... (Tıpkı son sahnede gökyüzüne yollanan umut balonları gibi, benim hala umudum var. )
Not: Oyun 90
dakika / Tek perdedir.
Ayrıntılı
bilgi için: http://www.ibb.gov.tr/sites/sehirtiyatrolari/tr-TR/Sayfalar/Anasayfa.aspx
Surname için detay: http://www.edebiyatogretmeni.org/surname/
OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR
YİĞİT SERTDEMİR
(1979 - )
EGE KÜÇÜKKİPER