KÜSKÜN
MÜZİKAL
Engin Alkan’ın, Carson
McCullers’ın“The Ballad of Sad Cafe” (Küskün Kahvenin Türküsü) adlı uzun
öyküsünden esinlenerek yazdığı, 1996’da Edward Albee’nin aynı adlı
çalışmasından etkilenerek, bir ‘rock bar’da sahnelediği Küskün Müzikal, 17 yıl
sonra yeni bir formda seyirci karşısına
çıkıyor. Eser, aynı zamanda Simon Callow yönetmenliğinde beyazperdeye
uyarlanmış. (1991) Oyunu, Sahne Hal’e ‘destek haftası’ kapsamında Avrupa
Yakasında “ilk ve son kez” sahnelendiğinde izledim. Broşürde Engin Alkan’ın
açıklamaları dikkatimi çekti. Ele aldığı eseri, “başucu” kitabı olarak
benimsemiş. Yıllardır Engin Alkan adını duyduğum da maraton koşucularına bile
taş çıkartan, büyük bir beklenti içerisine giren ben, oyun bitiminde hayal
kırıklığına uğradım ve aklıma takılan bir cümleyi (Başucuma koymak) değiştirme ihtiyacı duydum: “Başımdan savmak”
1940’lı-50’li yıllarda,
A.B.D’nin kabus dönemlerini (Gerçi şu anda da bir değişiklik yok), sıcaklığını,
yapışkanlığını, hatta mide bulandırıcılığını, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman
neşeli bir şekilde izleyiciye aktaran müzikal, yönetmenin de belirttiği gibi
“tuhaf” ama “gerçek” olan öyküsü ve karakterleriyle, izlediğim en “ilginç” oyun
statüsüne kavuşuyor. Metnin barındırdığı tema(lar) her ne kadar birbirine zıt
olsa da, hayatın birçok yönünü ele alarak, şiddet ile sevgiyi, aşk ile gururu,
kötü ile iyiyi ortak pota da eritiyor. Aslında mekansal olarak bakıldığında
kasaba ile şehir arasındaki ayrımı da vurgulayan metin, ulaşılmak istenen hedef
misali, şehri bir kurtuluş olarak betimliyor.
Öte yandan sermayenin
egemenliğini, baş karakterin para karşılığı verdiği ilaç ve bu ilacın sadece
“baş”ta ki kişide oluşuyla tekel sistemini eleştiren eser, liderlik kavramı ile
bu kavrama duyulan ihtiyacı fiziksel bir boyutta ele alarak işliyor. Bu
işleyişte, “iyileştirme”/"uyuşturma" politikası ön plana çıkarılarak gücün önemi ya da
verilen vaat dile getirilirken, karar mekanizmasının sadece bireyde değil esas
toplumda olduğu düşüncesi vuku buluyor. “Ring” sahnesi bu paragrafa güzel bir
örnek teşkil ederken, güçlü ile güçsüzün durumunun değişkenliğini, şiddet
teması üzerinden şekillendiriyor. Minnet etmenin doğallaştırıldığı oyunda,
aşkın kuraltanımazlığı yine tuhaf bir biçimde aktarılırken, “ötekileştirme”nin
(en basitinden) bir grup içerisindeki konumunu belirliyor.
Karakterlerin
değişkenlikleri, ortamın şartlarına göre değişse de, birlik olma içgüdüsünün
ağır bastığı Küskün Müzikal’de, ezilen tabakanın, güçlünün yanındayken, onu
sersemletip, güçsüzün yanına geçerek, onu güçlü konuma getirişini “sömürü”
ilkesini baz alarak gösteriyor. Hem asi, hem de uysal insanların nasıl bir
yaşam tarzını tercih ettiklerini/ettirildiklerini, Amerika’dan diğer ülkelere
(Türkiye dahil) kadar uzanan bir coğrafyada erkek egemen toplumun çıkarlarını
sorgulayan oyun, “baskı” rejiminin getirilerinin (daha çok götürüleri) pasifleşen
insanoğlu ile ilişkilendiriyor. “Kadın(lık)”ın yeri ve erkek tarafından cinsel
obje olarak görülüşünü acı bir hisle veren eser, bitmek tükenmek bilmeyen
evrensel bir sorunla seyirciyi selamlarken, “bedel” üzerinde yoğunlaşıp, “ceza”
kriteri oluşturuyor.
REJİ
– DEKOR – MÜZİK
Engin Alkan, diyalog,
sahne, karakter ve en önemlisi şarkı eklemeleriyle müzikal bir form yakaladığı
esinlemesinde, aynı zamanda dekor tasarımını da üstlenmiş. Dekorla rejiyi iç
içe değerlendirmem gerekiyor. Zira söyleyeceklerim her iki unsurunda
tamamlayıcısı. Dekor, iki tarafından tahta merdivenlerle çıkılan ufak bir
kattan oluşmuş. Kuzen haricinde kimsenin yukarıya, yani gücün bulunduğu yere
(Zakkum’un yanına) çıkamaması, ulaşılmazlık, korku ve ezen-ezilen ilişkisini
açıklamaya yetmiş. Sadece aşk ve sevgiye bağlı olanların hedefe ulaşması ise, gerçek
ölçütü belirgin kılmış. Katın altının boş oluşu ve kasabalıların oraya
sığınması, güçlünün altında kendini sağlama alma ve sığınma içgüsünü
yansıtırken, Zakkum’un her an çökecek boşluktaki yeri, gücün sarsılabilir/devrilebilir
halini simgelemiş. Ring sahnesinde ise aynı pastadan pay alacakların taraf
oluşu, çıkara göre bölünebilirliği temsil etmiş. Merdivenlerin kapalı konuma
getirilip, kafes izleniminin yaratılması da sıkışmışlık duygusunu hissettirmiş.
İşte oyunun en güzel
tarafı! Oyuncunun (Zakkum) kadın, ama tiplemesinin erkek oluşu! Erkek egemen
dünya ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Fondaki sarkıntılar, Güney
Amerika’nin bozkırına göz kırparken, paravan görevi de görmüş. Çoğu oyununda
grotesk yapıyı kullanan Alkan, bu oyunda karakterlerin yaşadığı “baskı”dan
ötürü, bu kullanımını gerekliliğe oturtmuş. Karakter isimleri, karakterlerin
fiziksel ve ruhsal açılarına uygun verilmiş. Kesik karakterinin ilk perde de
sadece görüntü olarak varlığı bence dikkat çekip, merak uyandırmamış. Bazı
yerler (özellikle giriş ve final) fazla uzatılmış. Müzikal yapımlar ille de 3
saat olacak diye bir şey yok! Şarkılar ise, keman, kanun, perküsyon, klarnet,
bas ve klavyenin eşliğinde, güzel melodili, güzel sözlü, dinamik, yapıcı,
etkili. Okestranın oyuna dahil oluşu samimiyetin bir göstergesi. Oyun
başlamadan evvel sahnede teknik aksaklıklar giderilirken, oyuncuların şarkı
söylediklerini duydum. (Provaydı herhalde) Çok hoşuma gitti, beklentim arttı,
yüzüm güldü, sabırsızlandım. Her oyundan önce olsa ya…
Geçmiş dönemin
“Müzikaller Kralı” Egemen Bostancı ise bu dönemin ki Engin Alkan’dır! Şark
Dişçisi, İstanbul Efendisi, Tarla Kuşuydu Juliet gibi pek çok müzikal/müzikli
oyuna imzasını atan Alkan, yazımın başında da belirttiğim gibi hevesimi
kursağımda bıraktı. Bu demek değil ki bir daha Engin Alkan yönetiminde bir
müzikal izlemeyeceğim. Sırada “Huysuz” var. Aslında sorun “reji”de değil,
metinde. Fakat Engin Bey’in hem orijinal hikayeden ne derece bağımsız hareket
ettiğini bilemediğimden hem de metnin sahneye yansıtılışı rejisör odaklı
olduğundan taşıdığım yükün sorumlusu olarak Engin Alkan’ı görüyorum. Muhakkak
yanılıyorumdur…
KOSTÜM
– IŞIK
Kostümler Çağla
Yıldırım imzalı. Role ve dönemin
atmosferine cuk oturmuş. Kuzen’in pembe kostümü eğlenceli kimliğini
yansıtırken, diğer karakterin soluk giyinşleri durumu özetlemiş. Fazla söze
gerek yok.. Işık tasarımı ise, oyunun
ruh haline göre açılma ve kararmalarla desteklenmiş. Kuzen’i arayış sahnesinde,
ışığın seyirci üzerinde gezdirilmesini isterdim. Böylece seyirci oyunun
içerisine dahil olup, dinamizm yaratabilirdi. Boks sahnesinde farklı renkte bir
aydınlatma kullanılabilirdi. Cem
Yılmazer’in ışık tasarımını yaptığı çoğu oyunu izledim ve genel kanaatim:
“Bazen oluyor da bazen neden olmuyor.” oldu.
OYUNCULUKLAR
Pınar Yıldırım
(Zakkum), Zeynep Çelik Küreş (Battal Sefa) ve İbrahim Ersoylu’ya (Kıymık)
bayıldım. Belirttiğim üzere grotesk oyunculuk en zorudur. Hem duyguyu verip,
hem bedeni parçalarcasına kullanmak her babayiğidin harcı değildir! Ayrıca
Zeynep Hanım oyunun komedi yönünü ortaya çıkaran yegane oyuncu, kutlarım. Mert
Süleyman (Kesik), Hande Ağaoğlu Kaplan (Zifir) ve Caner Erdem (Mıhbey) benim
için ikinci planda geldi. Ekip çalışmasına son derece uyumlu ve inanan genç,
kıpır kıpır oyuncular. Edip Tepeli (Kuzen) ise kamburluğuna rağmen, mimiklerini
seyirciye geçirebildi fakat (malum ufak alan) ses düzeyi bir süre sonra
çekilmez bir hal alıyor. Yukarıda grotesk oyunculuk ile baba-harc meselesine
dikkat!
Kimileri Engin Alkan
‘sever’ (Ben de severim) ama onun ötesinde ‘izlerim’. Sözün özü; onca müziğe ve
hareketliliğe rağmen “RUH” yok! Oyunda da geçtiği gibi: “Herkes üzgün biraz bugün hem de küskün”. Küsmedim ama gücendim… İtiraf
etmem gerekirse işin içerisinde Engin Alkan olmasaydı bu kadar yazı bile yazmazdım.
Kendisi, ‘şevk’e gelmemin nedenidir. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının
bol olmasını dilerim… Ah o metin!!! SAÇMA!
Not:
Oyun 2 perde / 3 saattir.
OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR
FİLM VERSİYONU (1991)
EGE KÜÇÜKKİPER