LYSİSTRATA
Aristophanes’in, “Barış
üçlemesi”nden biri olan Lysistrata (Diğer ikisi, “Barış” ve “Kömürcüler”) İ.Ö
411’de yazılarak, “savaş karşıtı ilk oyun” nitelemesiyle tarihteki yerini
almış. İlginçtir, Devlet Tiyatroları’nda sadece dört kez sahnelenmiş. Ve her
bir sahnelenişinde orijinal adının yanına çeşitli eklentiler almış. Kimi
sahnelenişte “Kadınlar ı-ıh Derse”, kimisinde “Kadınlar Savaşı”, İBBŞT’nda ise
“Kadınlar da Savaşırsa” ibaresiyle seyircisini selamlamış. Aristophanes, Antik
Yunan Tiyatrosu’nun önemli komedya yazarlarından biri. Atina demokrasisinin hem
yükseliş hem de gerileme dönemlerine tanıklık etmiş ve Pelepones Savaşı’nın
tahribatlarını gözlemleyerek, bu tarihsel olgulara yapıtlarında yer vermiş.
Oyuna biraz daha
yakından bakmak gerekirse; erkeğin gözünden kadın, kadının gözünden erkek
profilinin çizildiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Aslında bunu söylerken pek de
rahat değilim. Çünkü yaratılan profil hiç iç açıcı değil. Her iki cinsin ortak
noktası cinsellik. Yanlış anlaşılmasın cinsellikten rahatsız olmadım. Neticede
bu da hayatın bir parçası. Fakat erkeklerin, kadınları sadece cinsel
yaşamlarını idame ettirebilemleri açısından önemli görmelerini ve onları
çeşitli hakaretlerle (“Hayvan” dahil) aşağılamalarını midem almadı. Midemin
alamayacağı bir şeyi buraya yazmak gerçekten çok güç. Bu tutumların, oyundaki
erkekler karakterler tarafından gerçekleştirilmesi, kendimi aşağılanmış
hissetmeme sebep oldu. Buna sebep bir başka etken de “Kadın barışsa, erkek
savaştır” repliği idi. Evet, savaşı çıkaranlar erkek olabilir ama burada bir
genelleme söz konusu. Yani bende mi savaşım? Birde bu replik, broşür arkasına
yazılarak, oyunun temeli haline getirilmiş. Pes doğrusu!
Oyunda, kadınların ağzı
iyi laf yapar, savunmaları güçlüdür, erkekler ise sadece kuru gürültüden
ibarettir izlenimi, gerek replikler, gerek şarkılar, gerek hal ve hareketlerle
çok iyi verilmiş. Tabii bu kısım da, bir önceki paragrafta bahsettiğim, kadının
gözünden erkek profilinin izdüşümü. Yani neresinden tutsam elimde kalıyor.
“Cinsiyetçilik” oyunu şekillendiren ana unsur. Halbuki verilen mesaj “barış”.
Mesaj gayet güzel, kim böyle bir mesaja karşı çıkabilir ki? Ben de çıkmam.
Karşı çıktığım şey, mesajın iletiliş biçimi. Kadınların “aşklık” grevi yaparak,
(eşleri ile yatmayarak) savaşı durdurmaya çalışmaları ne ile açıklanabilir? Son
olarak “ziyaretçin var” cümlesi ve elde tutulan mızrak, kadınların kendi
içlerinde hapis hayatı yaşamalarını örneklendirmiş. Dayanışmaya rağmen. İlginç.
Oyun komedi formunda olduğunu ve Türk milletinin belaltı olaylara karşı ne
kadar ilgili olduğunu hesaba katarsak, kahkaha ve alkış oranının yüksek oluşu
şaşırtıcı değil. Beğeninin ve zevkin ölçütü bu mu olmalı? Oyunun bende etkisi
bu idi. Bir başkasında tam tersi olabilir. Beklentiye bağlı…
REJİ
Kemal Kocatürk’ün
rejisörlüğünü üstlendiği bir oyunu ilk kez izledim. Kendisini oyuncu olarak çok
beğenirim fakat bahsi geçen oyundaki yönetim tarzını içime sindiremedim.
Elbette beğendiğim noktalarda oldu. Önce onları yazsam daha iyi olacak. Erkeklerin,
her iki yanda duran beyaz bölümlerin içerisinde durmaları, bana, “parçalamak (Savaşmak)
için kafes arkasında bekleyen aslan” izlenimini verdi. Metni düşünürsek, amaca
hizmet ettiği aşikar. Kullanılan enstrümanlar, kadınların daha naif (Tef, yan
flüt, darbuka), erkeklerin ise daha sert (Davul vb.) olduğunu estetik olarak
vurgulamış. Yine erkeklerin sahne aşağısında, kadınların ise sahne üzerinde
rollerini canlandırmaları (Bir kısmını), “üstünlük” farkını belli etmiş. (Bana
göre eşittir de, metin o şekilde olduğu için bu sahneleyiş çok normal) Buna
normal gözüyle baktım ya neyse… Hadi ben baktım, rejisör de mi baktı? Gözümü
rahatsız eden ufak bir ayrıntıyı buraya sıkıştırmak istiyorum. Ellerinden bağlı
olan iki karakterin, iplerinin asılı olduğu yer gözükmese daha iyi olurmuş. Hazır iplerden söz açılmışken, iplerden
kurtulduktan sonra, miğferlerin boşlukta sallandırılışı durumu toparlamaya
çalışmış. Lakin çözüm “asmak” mıdır? Tartışılır…
Bölümün başında
bahsettiğim, beyaz kısımlara yansıtılan görüntüler, (Savaşlar, liderler vs.)
oyunun komedya oluşunu desteklemekten çok yaşananlarla dalga geçmiş. Ne demek
istediğimi oyunu izleyenler bilecektir. Söylersem büyüsü kaçar. Madem savaş olmasın, barış olsun istiyoruz,
bu iş, savaşı çıkaranları ya da savaşa destek verenleri küçümseyerek değil,
ciddiye alarak olur. (Ben bu şekilde düşünüyorum, farklı da olabilir) Söylemeye
dilim varmıyor ama “günümüz türkçesiyle” konuşan gençlik (Kelimeleri yayarak,
ör: “yaaaniiii”) oyunda yerini bulmuş. Bu da komedya formunu üst düzeye
çıkarmak için mi? Bana pek öyle gelmedi. Sürekli tekrarlanmasından son derece
rahatsız oldum. Bir-iki seferliğine kabul edilebilirdi. (Belki) Tencere, tava,
kepçe gibi aletlerden oluşan kukla, “Gezi”ye yapılan bir gönderme. (Sanki)
Oyuncuların da şiveli konuşması, benim açımdan bu konuyu destekler cinsten. Uygulanan mizansen, oyuna yedirilmiş (mi)? (En azdından bunun ne iş var burada demedim. “Gerek
var mıydı?” cümlesi hala soru işareti olarak aklımın bir köşesinde durmakta)
Ben olsam “döviz” de kullanırdım. Son
olarak, finalde beyaz örtülerin birleştirilip, büyük bir şekil alması ve
oyuncuların, bu büyük örtünün altına girişleri, (Malum, beyaz = barış) barışa
sığınmaları anlamını taşımış. Tabii oyunu izledikten sonra pek inanasım
gelmiyor ya, biz yine neyse diyelim…
DEKOR
– KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK
Sahne tasarımı da Kemal
Kocatürk’e ait. Aklındaki şeyleri rahatlıkla uygulayabileceği bir dekor anlayışı
göze çarpıyor. Bu açıdan güzel. Hatta sahnenin tahtalarını görmüyor oluşuma çok
sevindim. Kapının devasa boyutunu gördüğümde zihnime başka şeyler gelmişti
fakat oyun boyunca yarısına kadar (İnsan boyu kadar) kullanıldığını görünce,
biraz ironi sezmekle birlikte, genel dekorun büyüklüğüne uyum sağlaması için
yapıldığını düşündüm. Kazanın, merdiven üzerinde durması ve yine normal boyutundan
büyük olması, yeminin büyüklüğünü, ayrıca özel bir bölümün varlığını
hissettirmiş. Dekorla ilintili olarak aksesuarlardan da bahsetmek isterim.
Dekorun tersine, aksesuarların (Döşek, yastık, hasır) standart boyutlarından küçük
oluşlarını, acaba “bunlar erkeklerin istekleri o yüzden küçük” diye mi
anlamalıyım? Eğer öyleyse akıllıca! Barış sağlandıktan sonra kazandan sarkan
sebze-meyveler, “bu iş meyvesini verdi” dedirtmiş.
Kostümler, Canan Göknil
imzalı. Dönemi ve geçtiği yeri yansıtan tipik kostümlerden farklı olarak,
modernize edilmiş. Oyunun geneline destek yaparak, kadın karakterlerin
dişiliğine dişilik katmış. Kadın karakterlerin, ikişer, üçer, “bir örnek”
giyinişleri, her bir grubun başka yerden geldiğini betimlemiş. Işık ilk başta
çok hoşuma gitti. Özellikle sağ kısımda yanıp sönen kırmızı ışık, duruma
“alarm” havası vermiş. Fakat ben anlayamamışım. “Kaç, kurtul” demek istiyormuş.
Hadi daha oyunun başı diye anlamadım diyelim. İlerleyen dakikalarda, sahnenin
çeşitli yerlerinin kırmızıya bürünmesinden de mi anlamadın Ege?!! Kırmızı
demişken hemen araya gireyim. Kadınların hakim olduğu sahnelerin çoğunda
kırmızı ışık kullanılmış. (Bu alarm olan modelinden değil) Birde renk cümbüşü
var. Sahne mavi, kırmızı, yeşil, beyaz, lacivert gibi renklere bürünüyor.
Dediğim gibi bir cümbüş. Hem de ne cümbüş… (Son yazdıklarımın, oyunda
kullanılış amacını anlayamadım. Işık: Murat İşçi)
Koreografi (Salima Sökmen) ve müzik (Mertol Şalt) oyunun hatırı sayılır unsurları. Aristophanes’in oyunlarında “mim” ve “koro”
önemli bir yere sahip. Burada her iki öğe de etkin konumda. Fakat müzikler
içler acısı. Saydım, aynı şarkı altı kez söylendi. Haliyle bir süre sonra insan
sıkılıyor. Sözler de tuhaf ve amaçsız. Bir tanesinde, “Hava gibiyim hava, cıva
gibiyim cıva…” diyor. Aslında bu sözler oyun hakkındaki genel değerlendirmemi
yapabilmeme yardımcı bir amaç üstlenmiş. O da, oyunun gerçekten hava, cıva,
aygaz olduğu. “Mim” ise, bilhassa kadınlarla erkeklerin tartışma anlarında
varlığını göstermiş. Açılış şarkısının savaşı andıran dizelerle bezeli oluşu,
erkekleri ön saflarda tutarak, koreografiyi güçlendirmiş. Sırf kadınların
olduğu sahneler, kadınsal figürlerle daha da anlamlandırılmış. “Sirtaki” oyunun
baştacı. Unutulmaması beni mutlu kıldı. Keşke aynı şeyi “Çalışkuşu” için de söyleyebilsem.
Nasıl bir mana aramalıyım, bilemiyorum. 2. Perdenin başlangıcının aynı olması
da beni şaşırttı. Gerçi çoğu şey aynı ama neyse…
OYUNCULUKLAR
Berrin Akdeniz, Hülya
Arslan, Murat Bavli, Demet Bozkaya Şalt, Ayşen Çetiner, Gökhan Eğilmezbaş,
Bensu Orhunöz, Çağrı Hün, Irmak Örnek, Selçuk Soğukçay, İbrahim Ulutaş, Okan
Patırer, Çağatay Palabıyık, Çağlar Yiğitoğulları ve Nazan Yatgın’dan oluşan
kadroda oyunu izlediğim akşam bazı oyuncular sahneye çıkamamış. (onların yerine
başka oyuncular çıkmış) Bu durum her ne kadar, “seyirciyi olumsuz yönde
etkilemek istemedik” mantığıyla açıklansa da, benzeri bir durum “İstanbul
Efendisi” adlı oyunda “açıklanarak” yapılmıştı. Negatif bir tutum içerisine
girdiğimi hatırlamıyorum. Oyun gayet keyifli geçmişti. Kişi kişi
değerlendirmeyi pek sevmediğim için genel olarak bakacağım. Bu bakışımın yorumu
ise, ekibin uyum içerisinde olduğu yönünde.
Emeği geçen herkesi
kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…
Notlar:
Oyunu, çok sevdiğim bir
kız arkadaşım ile izledim. O da çok rahatsız oldu. Bunu belirtmemin nedeni,
sadece erkek gözüyle (ben) değerlendirilmediğinin bilinmesidir. Hatta o arkadaşım ilk perde bitince gidecekti fakat bana ayıp olmasın diye kaldı. Ben de ilk kez bir oyundan erken ayrılmak istedim. Yine de saygımdan dolayı kaldım.
Oyun 2 saat / 2 perdedir.
Ayrıntılı
bilgi için: http://www.ibb.gov.tr/sites/sehirtiyatrolari/tr-TR/Sayfalar/Anasayfa.aspx
2013 Uluslararası Stobi Antik Drama Festivali En İyi Kadın Oyuncu Ödülü: Nazan Yatgın
Sahne Görsel Efekt Tasarımı Ödülü: Kemal Kocatürk, Sırrı Topraktepe
Kaynaklar
Vikipedia
Devlet Tiyatroları
belgeliği
Oyun broşürü
Şikayet
OYUNA
DAİR FOTOĞRAFLAR
ARİSTOPHANES
(M.Ö 446 - 386)
EGE KÜÇÜKKİPER