OTHELLO
UYARI:
“Bir önceki yazım olan “Fırtına”yı okumadıysanız bu yazıyı okumayınız.
William Shakespeare’in
1603 yılında yazdığı trajedi türündeki eser, birçok opera ve filme konu olmuş,
1930’lu yıllarda ise “Arab’ın İntikamı” adıyla çadır ve halk tiyatrolarında oynanmış.
Orijinal metin 5 perde ve Devlet Tiyatroları gibi köklü bir kurumda sadece 3
kez sahnelenmiş. (1954-55 ve 78-79 sezonu Ankara, 2012-13 sezonu Antalya)
“Shakespeare Haftası” kapsamında
seyrettiğim üçüncü ve son oyun olan “Othello” Antalya Devlet Tiyatrosu yapımı.
Rejisör ise bir önceki yazımda (Fırtına) yer alan Malcolm Keith Kay. Salona
girdiğim an kendime şu soruyu sordum: “Acaba dekor tasarımcısı aynı mı?”
Genelde teknik ekibe bakar, kafamda bazı şeyler kurar ve oyunu öyle seyrederim.
Bu sefer yoğunluktan dolayı olsa gerek atlamışım. Oyun bitiminde ilk işim dekor
tasarımcısına bakmak oldu. Baktıktan sonra karşıma çıkan ismin aynılığını
görünce (Hakan Dündar), kendime neden o soruyu sorduğumu daha net anladım.
“Fırtına”da olduğu gibi bu oyunda da saydam ve bütün sahneyi kaplayan,
projektör yardımıyla birtakım görüntüler aktaran perde ile karşılaştım. Tek
farkı, bu sefer daha oyun başlamadan görüntüler hareketlendirilmişti.
Çok geçmeden bir
benzerlik daha gördüm sahnede. Sol taraf aynalarla kaplıydı. O an bende şimşekler
çaktı. Yaratıcılıktan uzak, kopya bir sahneleyiş yöntemiyle oyunu izleyeceğimi
anladım. Yazılarımda genellikle rejiye ve dekora ayrı ayrı bölümler ayırırdım
fakat bu yazıda bunu yapmak epey güç. Bu nedenle iç içe değerlendirmeyi uygun
gördüm. Hatta kostümü ve müziği de araya sokmaya karar verdim. (Dekorist ve
rejisör aynı olunca bu istediğim daha da arttı) Belli ki rejisör dekora fazla
müdahale etmiş. Dekoristin yaratıcılığını elinden alarak kendi “kopya”sını oluşturmuş.
Ben Hakan Dündar’ın yerinde olsam kendi tabirimle “İkinci bir Malcolm Keith Kay
vak’ası” yaşamamak için bu işe hiç bulaşmazdım. Hakan Bey, “Cyrano de Bergerac”
(Ankara DT) oyun dekoruyla bana göre (Şimdiye kadar izlediğim oyunlar arasında)
en iyi dekor tasarımına imzasını atmıştı. Herhalde o zaman rejisör baskısı
yoktu.
Oyunda anlamlandıramadığım
bir sürü şey var. Bilindiği üzre Othello Mağripli bir asker. Mağrip ise Kuzey
Afrika’da. (Günümüzde Fas, Cezayir ve Tunus’u içine alan bölgede) Haliyle
siyahi. Dediğim gibi bu bizim bildiğimiz tarafı. Aslında başka tarafı yok ama
rejisör olduğuna inanmış olacak ki Othello’yu Uzak Doğulu yapmış. Malcolm Keith
Kay, “yaptım demekle olmaz” sözünün
doğruluğuna beni bir kez daha inandırdı. Madem Othello Uzak Doğulu oldu neden
karşımda siyahi olarak duruyor. Yarı Mağripli yarı Uzak Doğulu mu? Son yazdığım
soru cümlesi ne kadar mantıksız öyle değil mi? Ben bu oyunda mantıksız olan
daha çok şey gördüm. Othello’nun siyahi Uzak Doğulu olması sadece “görünen”
kısmı. (Ben de esmerim, yoksa yoksa…….)
Gelelim Uzak Doğu’nun
felsefesine. “Yin-Yang” yani karşıtlıklardan doğan ilişkiyi simgeleyen sembol,
dekorun ana hatlarını oluşturmuş. Gerçi sadece siyah kısmı bu hattın oluşumuna
katkı sağladığı için pek de “karşıtlık” olduğu söylenemez. Bu siyahlık başa
bela! Mekan algısı ve bilgisinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Shakespeare
haftası kapsamında izlediğim üç oyunun üçünde de bu algıyı bulamadım. Allahtan
metin elimdeydi de fazla zorluk çekmedim. (Bu cümlenin detayı yazı sonundadır)
Zorluk çekenler için olsa gerek rejisör, saydam perdede oluşturduğu görüntülerle
izleyiciye kolaylık sağlamak istemiş. “Hiçbir şey anlama en kolayı bu” demiş!
Bir an nerede oturduğum konusunda bile şüpheye düştüm. Olay Venedik ve
Kıbrıs’ta geçiyor. Bu iki yer ismi de oyunda belirtiliyor. Ona rağmen Uzak
Doğu. İlginç.. Ve “Aynalar”. Onlar orada neden var? Cevap çok açık: “Eyletmen
beni, söyletmen beni, ağlatman beni, aynalar… aynalar…” (Fırtına’yı hatırlayın)
Projektör ve perdeyi
değerlendirmek gerekirse, başlangıcın “estetik açıdan” beni etkilediğini itiraf
etmeliyim. Sonradan da bu etkiyi kaybettiğimi üzülerek belirtmeliyim. Kanın (Kırmızı
bir tül) perde gerisinde, suda dalgalanıyor gibi gösterilmesi etkilendiğim
kısımdı. Ama şöyle bir etraflıca düşününce, oyun boyunca kan görmediğimi
hatırladım. İlk görüntü çok mühimdir. Oyun hakkında bilgi verir, ilerisini
şekillendirir. Eser ve sahnede ölümün varolup, kanın olmaması kırmızı tülün
etkisini geçersiz kılmış. Geçersiz olan bir diğer görsel ise, yanan çorak arazi
görüntüsü. Finalde yer alan alevler sahnenin özünü anlatmaya yetmiş diye
yazacak iken çorak arazi bu cümleyi kurmamı engelledi. O arazi neyi anlatmış, anlatmaya
çalışmış ya da anlatamamış?
Malcolm Keith Kay, Uzak
Doğu dövüş sporlarını (Karate, Aikido, Tekvando) kılıçlı, oklu düello
sahnelerinde kullanmış. Oyun içerisinde, yazdığım üç sporun üçü de olmayabilir.
Hangisi hangisidir ben pek bilmem. Gördüklerim bana bunları yazdırıyor.
Othello, yanına gelenlerin karnına önce elinin tersiyle vuruyor daha sonra da
iki eliyle karşısındakinin kollarına vuruyor. Karşısındaki de bir dizini yere
koyarak selam veriyor. Sahnenin sol bölümü mavi ışıklandırma ile Othello’ya,
sağ bölümü ise kırmızı ışıklandırma ile İago’ya ayrılmış. Bu durum bende ringe
çıkacak iki boksörü çağrıştırdı. Oyundaki tellal (Karakterlerden biri tellal’ın
söyleceği sözü söylüyor) köşeleri duyurur ve karşılaşmayı başlatır diye
bekledim ama olmadı. (İyi ki) Kırmızı kısmın yani İago’nun alçakta, Othello’nun
ise yüksekte konumlandırılışları amacına uygun olmuş. Amaç neydi? Boks mu? Her
neyse karıştırdım devam edeyim..
Hazır Uzak Doğu dövüş
sporlarından bahsetmişken kostüm tasarımı hakkındaki düşüncelerimi de araya
sıkıştırayım. Othello hariç tüm erkek karakterler siyahlar içerisinde. Aklıma
yine “Fırtına” geliyor. “Acaba kostüm tasarımcısı da mı aynı?” diye düşünüyorum.
Sonra aynı olmadığını öğreniyorum. (Candan Günay) “Dük” karakteri, (Venedik’in
reisi) tahminimce Uzak Doğu dövüş sporları ustası. Bana bu tahmini yaptıran
Dük’ün “siyah kuşaklı” olması. Başındaki Çin dövmeleri, saçını tepede toplaması
da bu kanımı güçlendiren faktörler arasında. Zaten bütün olaylarda “hakem” olan
o. Othello ise ilk başlarda beyaz sonraları siyah. (Kostümü) Yani son raddeye
varmış ama görevi elinden alınıyor (?) Söylemiştim bu siyah başa bela! Bu kadar
siyahlık bence yeter. Biraz da beyazlıktan bahsedelim. Desdemona ve Emilia’nın
beyaz kostümleri, her ne kadar iyiliği
ve saflığı betimlese de incelikten yoksun tasarımları ile yaş farkını
gözetmemesi durumu anlamsızlaştırmış. Bu arada Othello’nun kostümüne baktığımda
“gizli Matrix” olduğunu keşfettim ve şöyle bir tanımlama yaptım: “Uzak Doğulu
bir Matrix Mağriplisi”. Nüfus cüzdanını merak ediyorum…
Müzikleri dinlediğimde
yapanın Çinli olduğuna kanaat getirdim. Çok iyi biliyor Çin işkencesini. Arada
bile müzik devam ediyordu. Bir dur! Topu topu 10 dakikamız var kafamızı
dinleyelim. Fuayeye çıktım kar etmedi, dışarı çıktım yağmurun sesini bastırdı.
İşkence değil de nedir? Uzak Doğu’nun ezgilerini taşıyan müziklerde ağırlıklı
olarak üflemeli enstrümanlar kullanılmış. Kimileri “dinlendirici” der ama bende
daha çok uyuşturucu bir tesir bıraktı. Sahne üzerinde ise vurmalı çalgılar kendini
göstermiş. Gong ise şüphe çeken sahnelerde yerini bulmuş. Bunların aksine Othello
ile İago’nun tartıştığı sahne Uzak Doğu esintileri yerine daha batıya kayan ve
sahnenin ruhunun canlanmasına hiçbir yardımı dokunmayan ölüm, ayrılık, hüzün
gibi duyguların hakim olduğu duygular taşıyor. Bana başka bir ülkeye geçmişlik
hissi verdi. “Fırtına” ile olan ortak nokta ise, “sözlü” müziğin varlığı. Bestecinin
adını yazmak isterdim ama belirtilmemiş. Zaten broşür de göremedim.
Işık tasarımcısı (Namık
Gürsoy) karanlık olmayı tercih etmiş. Çıkmaza girilen sahnelerde ya da duyguların
yoğun yaşandığı yerlerde bu uygulama yapılsaydı bir amaç taşıdığını
söyleyebilirdim fakat baştan sona her sahnenin karanlık olarak tasarlanmasını
benim aklım almadı. Üzerinde düşünmekte istemedim. Çünkü bir nedeninin olduğuna
inanmıyorum. Dekor yanlarında sıra sıra dizilen ışıkları takip etmekten son derece
gözüm yoruldu. Dikkati oyun ve oyuncu hariç her şeye çekiyor. Yeri gelmişken
söyleyim ışık tasarımını görünce aklım yine “Fırtına”ya gitti. “Bu kadar da
olmaz, bu benzerlikleri sen uyduruyorsun” diyebilirsiniz. Sizin söylediğiniz
cümleden “bu benzerlikleri sen uyduruyorsun” kısmını çıkararak bende söyledim..
Akseaurlarda ön plana
çıkan, sopa üzerine takılı mask. Sopayı kullanan Othello. Oturuş biçimi yoga
yapar gibi. Desdemona’nın boğulduğu yastık da siyah. (Bu kısım bir sonraki
bölümde daha detaylı açıklanacaktır) Othello’nun kulağı normale uygun olarak
küpeli. Bunu Uzak Doğulular’a anlatmak zor olacak. Efektler yapay. Senatonun yaptığı toplantıda
izleyiciler, toplantıya katılan üyeler olarak konumlandırılmış. Senato başkanının
her cümlesinin sonunda gelen yapay alkış efekti samimiyetten uzak. Benim yerime
o (?) alkışlıyor. Ve en rahatsız edici problem: “Sis”. Ne lüzumu var? Oyuna
hiçbir etkisi yok. Ayrıca çok yoğun. Sis olmasa ne olurdu? diye düşündüm. Tek
kelime ile yanıt bulabildim: “İyi”. Bundan
sonrası metin ve çeviri ile ilintilidir.
Çeviriyi Özdemir Nutku
yapmış. Benim elimdeki metnin çevirisi Mehmet Erdil’e ait. (Kitap Zamanı
Yayınevi) Erdil, Desdemona için “fahişe” ya da “namussuz” diyor, Nutku
“orospu.” Kibarlıktan dolayı değil ama fahişe daha uygun geldi bana. Ayrıca
sürekli orospu kelimesinin tekrar edilmesini abartılı buldum. Metinde ise bazı
budamalar ve değişiklikler var. Desdemona yastıkla değil, Othello tarafından
ağızının tıkanmasıyla ölüyor. O zaman o kara yastıklar orada neden var? Othello
kendisini, İago’da, Emilia’yı çakıya benzer bir kesiciyle öldürüyor. Ziya!
Çakıyla aslan mı öldürdün??? Doğrusunu söylemek gerekirse ben “harakiri”
yapacak sanmıştım. Sularını akıta akıta elma yeme ve elden dirseğe kadar yalama
bölümlerine hiçbir mana veremedim. Bu kısımla bağlantılı olarak karakterlerin boyut değiştirmesinden
bahsetmek istiyorum. İago’nun cinsel dürtüleri aşırıya kaçmış. Sapık ile
tecavüzcü arası bir noktada kendine yer edinmiş. Böyle bir tutumun tercih
edilmesi, Uzak Doğu’da tecavüzün çok oluşundan dolayı mı? Benim midemi
kaldırdı! Ve oyunun merkezlerinden biri olan mendil düşürme sahnesinde, mendili
neden Desdemona değilde Othello yere attı? Hem de alenen.
Ayrıca kavga
sahnelerinde ve Othello ile İago’nun Desdemona hakkında konuştukları sahnede de
(3. Perde 3. Sahne) birtakım budamalara şahit oldum. “Söğüt” adlı şarkıda
yoktu. (Bu anlaşılabilir) Biraz da vurgu ve tonlamalardan bahsedeyim. Cassio
ile Bianca sahnesinde (3. Perde 4. Sahne) Bianca’nın, ikinci repliğinden
sonrası fazla yumuşak söylendi. Sahneye ve seyirciye işlemedi. Bu oyunda bir
kez daha oyuncunun önemini anladım. Kimi çok hızlı, kimi çok sessiz, kimi çok
abartılı kimi ise çok isteksiz konuşuyor ve oynuyordu. Haliyle anlamakta ve
duymakta sıkıntı çektim. “Devlet Tiyatrosu Sanatçısı” kavramını düşündüm
durdum. Klasik sahneleyiş tekniğinde yönetmenin yaratıcılığının sınırlandığına inanırım
fakat böyle farklılıştırmaları gördükçe galiba en iyi klasik olanı diyorum.
Oyuna fazlasıyla yabancılaştım ama Çin efektleriyle değil…
Kadro:
Selim Bayraktar, Sertel Uğur, Ali Meriç, Orkun Yılmaz, Meltem Gülenç, Kader
Özşen Gözpınar, Başak İşür, Bülent Ünsür, Ebru Tanrıver, Hüseyin Atav, Erol
Karayılan, Yalçın Temmuz Yılmaz ve Toray Bostan.
Afiş
ile ilgili açıklama: Rejisör, afişi içine sindirmiş ve
Othello’yu kuklaya çevirmiş!
Oyunda
geçen mekanlar (Sırasıyla)
PERDE
1
SAHNE 1: Venedik’te bir sokak
SAHNE 2: Başka bir sokak
SAHNE 3: Toplantı odası
PERDE
2
SAHNE 1: Kıbrıs’ta bir liman, limana yakın bir
meydan
SAHNE 2: Bir sokak
SAHNE 3: Şatoda bir avlu
PERDE
3
SAHNE 1: Kıbrıs’ta şato önü
SAHNE 2: Bir oda
SAHNE 3: Kıbrıs: Kale bahçesi
SAHNE 4: Hisar önü
PERDE
4
SAHNE 1: Kıbrıs’ta şato önü
SAHNE 2: Aynı yer
SAHNE 3: Başka bir oda
PERDE
5
SAHNE 1: Kıbrıs’ta bir sokak
SAHNE 2: Hisarda bir yatak odası
Toplam
sahne sayısı: 15
Not:
Oyun 2 saat 20 dakika / 2 perdedir.
Ayrıntılı
bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr
Uyarı:
Oyunda yoğun bir biçimde sis kullanılmaktadır.
Kaynaklar
Kitap Zamanı Yayınevi: Othello (2009 Basımı)
Vikipedia
EGE KÜÇÜKKİPER