İHTİYAR
BALIKÇI VE DENİZ
İstanbul Halk Tiyatrosu’nun
yeni oyunu.. Yıldıray Şahinler’in beşinci rejisörlüğü ve (yanılmıyorsam) ilk
oyun yazarlığı.. Şöyle bir baktım da
daha evvel yönettiği oyunların (Barut Fıçısı, Alevli Günler, Doğum Günü
Partisi, Bezirgan) hepsini izlemişim. Burada kendime bir soru sordum. Acaba
neden Yıldıray Şahinler’in farkına varamamışım? diye. Cevabımı bu yazımda
bulmaya çalışacağım…
YAZMIŞ
- YÖNETMİŞ - OYNAMIŞ
Başlık bana çok ters. Değil
üçlü, ikili olanına bile karşıyım. Bence yazan, yönetmemeli ya da yöneten
oynamamalı, hem yazıp, hem yönetip hem de oyuyorsa seyircinin (Kendi adıma
konuşuyorum) oyunu beğenmemesini yadırgamamalı. “Nasıl olur yahu? Yazdım,
yönettim, oynadım, ter döktüm, çile çektim, alkışı da sonuna kadar hak ettim.” Cümlesi
artık bana bir şey ifade etmiyor. Bu cümlenin arkasına sığınan tiyatrocunun
(Genel olarak konuşuyorum) bir başka oyununu izlemekte içimden gelmiyor. Bu durumda suçu kendimde mi aramalıyım? Oyunun
sonunda Erkan Can: “Her oyun yarım çıkar, seyircisiyle tamamlanır” dedi. Çok
doğru. Fakat ben oyunu kendi içimde bir türlü tamamlayamadım. Aklımda bir sürü
soru işareti var? Bu yazımı “soru” tekniği üzerine kurgulamaya karar verdim.
NEDEN
BÖYLE BİR KONU? NEDEN BÖYLE BİR İSİM?
Oyunun ikinci yarısı,
ilk yarısından daha iyi. Ne hikmetse hep öyle olur. Yıldıray Şahinler, ihtiyar
bir balıkçının (Oyunun adı öyle, Erkan Bey’den özür dilerim) kaybettiği ailesi, gençliği ve çıraklarıyla olan ilişkisini hayal ile gerçeğin ortasına oturtmuş. Oturtmuş
oturtmasına fakat işin içerisine hayal girince ben, daha fazla metafor ile
karşılaşacağımı umdum. İkinci perdede birtakım metaforlar buldum. Fakat
aynısını ilk perde için söyleyemeyeceğim. Peki o halde ilk perde neden var?
Balık nasıl tutulur?, gemi nasıl yol alır?, balık nasıl pişirilir? gibi
konularda seyirciyi uzmanlaştırmak için mi? Oyun broşürünün (yok ama neyse..)
bir kenarına, “Bu oyunun ilk perdesi sadece balıkçı ve çıraklarını ilgilendirir”
ibaresi konulsa önce şaşırırım sonra anlarım. Çorba yapım tarifi sahnesi bana,
sanki seyirciye nefes aldırmak, seyircinin gülmesini sağlamak adına yazılmış
gibi geldi. Gerek var mı?
İkinci perdede sistem
eleştirisi, konu ve mekan bağlamında güzel bir konuma sahip ama dediğim gibi
öncesinden gelen bir “bildiri” yok. Olmayınca da istenilen etkiyi verememiş.
Ayrıca fazla Hemingway. Aynı cümlelerin ve benzer sahnelerin defalarca
yaşanması beni oyundan uzaklaştırdı. Tablolar birbirinden çok bağımsız ve anlam
bütünlüğünden uzak. Gözüme çarpan en belirgin çarpıklık, metindeki “hatalı
kesme”lerdi. (Dizinin “özet”i gibi sanki) Oyun yazarlığı çok farklı bir kulvar.
Türk Tiyatrosuna yeni metinler kazandırmak elbette çok güzel, orası ayrı..
Yıldıray Şahinler,
oyunun adı için, Hemingway’in “İhtiyar Adam ve Deniz” adlı eseriyle bir ilgisi
olmadığını söylüyor. Peki neden buna benzer bir isim? Oyun, adı dolayısıyla,
herkesin aklında bir “Hemingway Etkisi” yaratıyor. Bu durumun, eseri olumsuz
yönde etkilediğine inanıyorum. Daha özgün ve orijinal olabilirdi. Yıldıray
Şahinler, oyun bitiminde nereden ilham aldığını da açıkldı. Tanıdığı bir
balıkçının anlattığı hikayelermiş bu izlediklerim. Yüzde sekseni öyleymiş..
Hepsi gerçekmiş.. Biz de denizde toplu iğne arar gibi, oyunda “hayal”
aramışız.. Gerçek olması ya da hayal olması benim için çok mühim değil. O
gerçekliğe/hayalliğe ne derece derinlik katıldığı önemli. Bu oyunla, denizin
derinliklerine kaç metre inebildik?
NEDEN
BÖYLE BİR DEKOR? NEDEN BÖYLE BİR SAHNELEYİŞ?
Dekor tasarımı Barış
Dinçel’e ait. Dinçel, neden bu kadar yoğun ve ıncık, cıncıkla dolu bir dekor tasarımını
tercih etmiş? Bu soru oyun boyunca kafama takıldı. Oyuna birlikte gittiğim bir
Ağabey’imle sürekli bunun kritiğini yaptık. Geminin penceresi içinden
yansıtılan deniz, bu duruma biraz da olsa dinginlik sağlamış, sahneyi
rahatlatmış. Peki neden sahnenin arkası boydan boya böyle bir görüntüyle
kaplanmamış? Her şey ön tarafta kalınca, arka tarafın boşluğu çok göze batmış.
Hayal ile gerçek demiştim. Dekor tasarımı da buna uygun fakat uygun oluşunu seyirciye
geçiremiyor. Köhne gemi omurgasının amacını çözemedim. Böyle bir gemiyle mi
açık denizde yolculuk yapılıyor? İskele-Sancak sahnesinde o gemi omurgası neden
oynamıyor?, hareket etmiyor? ya da dönmüyor? Bu oyun yurt dışında
sahnelenseydi, rejisörün böyle bir sahneleyişi tercih edeceğinden eminim.
En sıkıntılı kısım
mekan farklılığı. Gemi ne zaman duruyor, ne zaman ilerliyor, bunu
barkovizyondan tespit etmek güç. Bana yeterli gelmedi. Geminin önünde iskele
var, kimi zaman geminin bir bölümü, kimi zaman hayallerin kurbanı olan bir
başka mekan tasviriyle karşımıza çıkıyor. Sürekli yanıp sönen fener neden yamuk
duruyor? Sırf genel görünüme estetik katmak için yapıldıysa başarıya
ulaşamadığını söylemeliyim. Gemi uzaklaştığında ise, gemi ile fener arasındaki
mesafe aynı kalıyor. Bu durumda yine bir mekan algısızlığı ortaya çıkıyor. Ben,
bunun için iki tane alternatif yol öneririm. İlki, feneri raya geçirerek
hareketli bir şekilde yakınlaştırıp, uzaklaştırmak. İkincisi de fenerin sadece
ışık saçtığı kısmı sahne üzerinden göstererek, (Gövdesi gözükmeyecek) ışığı
kısıp, açmak.
Altı adet “baba”ya ne
gerek var? Sahnenin her iki yanının da dolu gözükmesi için yapıldığı çok belli.
Zaten sahne dolmuş, taşmış, üstüne kat çıkmanın manası nedir? Genel dekor “kat
kat”lığı yetmemiş mi? Oyuncuların sürekli inip, çıkıyor oluşu, oyunu takip
etmeyi zorlaştırmış. Gözüm fazlasıyla yoruldu. Ayrıca böyle bir dekor
tasarımında, kostümler nasıl ortaya çıkabilir? Oyunculuk nasıl kendini
gösterebilir? Etraf balıkçı ağı kaynıyor
ama ağ çekme sahnesinde eller boşa dönüyor. Başka bir sahnede ise balıkçı ile
çırağı ipe dolanıyor. Yani ortada bir ip var. Koca gemi penceresi var ama dümen
yok. Peki hangisi hayal, hangisi gerçek? Anlayabilmiş değilim. Anladığım tek
şey metinle son derece uyumsuz bir sahneleme tekniğinin ve dekor tasarımının
varoluşu.
NEDEN
BÖYLE BİR KOSTÜM? NEDEN BÖYLE BİR IŞIK? MÜZİK - EFEKT
Kostümler tipik balıkçı
kostümü. (Allahtan tipik, yoksa yukarıda bahsettiğim dekor ile ilişkisi
açısından pek iyi olmazdı) Peki nerede
bu kostümdeki hayal? Şimdi tüm bu zıtlıkların yanına (Reji, dekor) birde kostüm
eklenmiş oldu. (Tasarlayan kim?) Işık tasarımı geceye uygun olarak loş bir biçimde ayarlanmış. Aynı
şeyi oyuncuların yüzlerine tutulan ışık için söyleyemeyeceğim. Oyuncuların
yüzleri neden o kadar aydınlık? Hemen hemen hiçbir mimiği göremedim. Yanal ışık
bu durumu kurtarabilirdi. Ve çok fazla karartma var. Hayal (Eskiye dönüş)
sahnelerinde farklı renk ışık kullanımını görmeyi beklerdim. (Işık: Yüksel Aymaz) Oyun içinde müzik
olmadığı için sadece sahne geçişlerinde kullanılan müziklerden bahsedeceğim.
Her iki perdenin müziği farklı. İkinci perde başladığında arka sıramda oturan
bir bayan: ”İşte, ikinci perdenin oynak müzikleri” dedi. Metne bakıyorum, bir “oynak”lık
göremiyorum. Müzikler, aklıma “Kalipso
Kralı” Metin Ersoy’u getirdi. Tamam, deniz temasına uyum sağlamış fakat metnin
anlatımına bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Efektler beni sadece güldürdü.
Oyun boyunca düşündüm ne zaman bir martı efekti gelecek diye. Biraz geç oldu
ama güç olmadı..
OYUNCULUKLAR
Erkan Can,
Yıldıray Şahinler, Orhan Eşkin, Salih Kırlı ve Buse Sinem İren’den
oluşan kadro hem deneyimli hem de genç isimleri bir araya getirmiş. Diliyorum,
genç arkadaşlarım, ustalarından çok şey öğrenir. Bunu şunun için belirttim. “Oyunda
gördüğüm usta-çırak ilişkisi beni korkuttu…”
Emeği geçen herkesi
kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…
Notlar:
Balıkçımız suyu hiç
sevmiyor ama elini suya daldırıp, deniz suyunun faydalarından bahsediyor. Yıldıray
Bey’in bahsetttiği balıkçıyı şimdi çok daha merak ediyorum.
Oyun
2 saat / 2 perdedir.
Ayrıntılı
bilgi için: http://www.istanbulhalktiyatrosu.com/
(Site açıldığında en altta ünlü yazar Bertolt Brecht’in, ünlü bir sözü duruyor:
“Bana ne anlatırsan anlat, ama önce
eğlendir”)
EGE
KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder