HAYVAN
ÇİFTLİĞİ
“Siz de
tıpkı adi bir politikacı gibi görmediklerinizi görmüş gibi yapın.”
(W. Shakespeare – Kral Lear)
George Orwell’ın 1944 yılında
yazdığı, “Retro Hugo Ödüllü” Hayvan Çiftliği, ilk olarak 1954’de, İngiltere’de (animasyon),
1999’da ise ABD’nde beyazperdeye uyarlanmış. İngiliz yapımı olan versiyonunda,
CIA içeriğe müdahale edip, bütçenin bir bölümünü karşılayarak, eseri biraz daha
“İngilizleştirmiş”. Eserin çevirisini üstlenen Celal Üster, dediklerime pay
biçen önsözünde şunları dile getirmiş: “George
Orwell tüm Avrupa ve Amerika’nın kulak kesildiği BBC radyosunda, Hitler’i konu
edinen bir izlence sunar. Ne var ki izlence boyunca, Hitler’in düşüncelerini
örneklemek amacıyla, ‘Kavgam’dan alıntılara yer verdiğinden, kitabın yazarına
telif ücreti ödemek gerekiyordur! Oysa İngiltere ile Almanya savaşmakta
oldukları için iki ülke arasındaki diplomatik ve tecimsel ilişkiler kesiktir.
Parayı ödemeye kararlı olan BBC yöneticileri, günlerce bir çözüm ararlar ve
sonunda bulurlar: Hitler’in telif ücreti, Norveç hükümeti aracılığıyla ödenir!
Bu öykü bana her zaman, çok “İngilizce” gelmiştir…”
Yazımda Hayvan Çiftliği’nin kitap
halinin analizini yapmayacağım. Çünkü benim alakadar olduğum kısım, romanın sahneye
uyarlanışı sırasında, romana ne derece sadık kalındığı, nasıl bir bütünlük
oluşturulduğu ve hangi amaçlar doğrultusunda hareket edildiği ile ilgili. Fakat
yapıtın ele aldığı konudan bahsetmemek olmaz. Bir çiftlikte yaşayan
hayvanların, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp, çiftliğin yönetimini
ele geçirmeleriyle, eşitlikçi bir topluluk yaratma amacı güttüklerini anlatan
eser, domuzların kısa sürede önder bir takım meydana getirip, devrimi yolundan
saptırarak, insanlardan daha baskıcı bir diktatörlük kurmalarının kaçınılmaz
sonuçlarından dem vuruyor.
Yukarıda CIA’nın, romanın
içeriğine müdahale etmesinden bahsetmiştim. Ben, burada Barış Erdenk’in
uyarlamasındaki olumlu ve olumsuz müdahalelerinden söz edeceğim. Öncelikle şunu
belirtmek isterim ki, aynı rejisörün aynı oyunu, birden fazla kez yönetmesinden
çok sıkıldım. Devlet Tiyatroları rejisör sıkıntısı çekiyorsa, ben hazırım. (Şaka
tabii) Daha önce Barış Erdenk’in, Kafkas Tebeşir Dairesi adlı oyunu üç kez
yönetmesine sitem etmiştim. (Yazının linki sayfa sonunda mevcuttur) Üzerinden
fazla zaman geçmeden, yine aynı kişinin, aynı tutumu ile karşılaştım. Belli ki
kendisi de bunu yapmaktan hoşlanıyor. Belli ki Devlet Tiyatrosu bunu adet
haline getirmiş ve durumdan son derece memnun. Bana, “aynı oyunu ikinci kez
yönetir misin?” şeklinde bir teklif gelse, “siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?”
derim. Ayşe Emel Mesçi için de aynı şeyi (Bernarda Alba’nın Evi) söylemiştim. Dinleyen
var mı(ydı)?..
Aslında bütün mesele, oyunun/kitabın
ana temasını belirleyen şu cümlede gizli: “Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar
daha eşittir”. Ben, “hayvanlar” kelimesini çıkarıp, çıkardığım yerlere “rejisörler”
kelimesini eklersem (yanlış anlaşılmasın hayvan diyerek hakaret etmiyorum.
Lütfen cümlenin anlamını, metne göre yorumlayın) sanırım durumu izah etmiş
olurum. Rejisörün ve Devlet Tiyatrosu’nun tutumunun tam da bu eleştiriye denk gelmesi
ve oyunla yakın bir bağ kurması, yazıyı konu ile uyumlu kıldı. 2008-09
sezonunda Sivas Devlet Tiyatrosu için yapılan rejinin, dekorun ve kostümün “aynılığını”
fotoğraflarla ifşa etmek istemiyorum. Merak edenler DT’nun resmi sitesine
girip, arşiv kısmına oyunun adını yazarak, hem teknik ekibe hem de fotoğraflara
ulaşabilirler.
Genelde böyle durumları yazımın
sonunda dipnot olarak geçerim. Fakat anladığım kadarıyla kimse yazılarımı
sonuna kadar okumuyor ve haberdar olmuyor. Bu nedenle sitemime “okunan bir
bölümde” (?) yer verdim. Bu arada ilave etmek isterim ki, Barış Erdenk, “kendi
kuvvetinden haberdar olmayan, çalışkan ve DT’nun tutumunu haklı bulan biri”. George
Orwell’da, romanındaki Boxer adlı atı bu şekilde tanımlıyor. Gördüklerimi
değil, gör(e)mediklerimi anlatacağım bu SON yazımda, daha önce sıraladığım, amaç, bütünlük
ve sadıklık başlıklarına değineceğim. Yiğidi öldür ama hakkını yeme demişler. Baş
taraf tamam. Şimdi sıra hak kısmında…
Köpekler
Oyunda, köpekleri çok geç sahnede
gördüğümüz kanısındayım. Köpeklerin nereden çıktıkları ve neden o kadar vahşi
olduklarının altının çizilmediği düşüncesindeyim. İktidar
yalakası oldukları, sergiledikleri tavırlarıyla elbette aşikar lakin,
köpeklerin tıpkı romandaki gibi yavru iken annelerinden alındığını görmek, “iktidar,
çeşitli vaadler karşılığında yavrularınızı elinizden alıp işte böyle eğitiyor” cümlesine
kanıt oluşturabilirdi. Oysa ben, neden?, nereden? ve nasıl? sorularını
soramıyor ve GÖREMEDİĞİM olgu için yanıt bulmakta güçlük çekiyorum…
Domuz
Snowball
Oyunda Koca Reis’i GÖREMEDİM. Barış
Erdenk, sanki Snowball’a Koca Reis’in postunu (kişiliğini) giydirmiş. Sadece kişiliğinin
değil yaşadıklarının da bir sentezini yapmış. Onun ölümünü Snowball’a vererek, vuku
bulan ihanetin dozunu azaltmış. Bir nevi “Koca Snowball” yaratmış. Rejisör, herhalde
Koca Reis’i oyundan çıkardığı için üzülmüş. Ben bir üzüntü duymadım. Fakat
sonuç farklı olduğu için, domuzların söylentileri yani iktidarın yalanlarını
azınlıkta algıladım…
Güzel
At Molly ve Kuzgun Moses
Neden kaçıp gitmediğini ve
kalmakla ne kazandığını anlayamadım? Ata mücadeleci bir ruh katarak, her zoru
gördüğünde (pek zorluk yaşadığını GÖREMEDİM) kaçmayıp, mücadele etmesi
gerektiği mesajını vermek için mi? Öyleyse başarılı. Fakat dayanıksızların
erken ölümlerini hesaba katarsam, böyle bir atın oyun sonuna kadar yaşaması bir
mucize. Moses’in gidip gelmeleri tam netlik kazanmasa da “her devrin uşağı”
sıfatını taşımasına engel oluşturmamış…
Eşek
Benjamin ve At Boxer
Oyunda hem Benjamin’i hem de
Boxer’ı fazla etkin buldum. Boxer, yazarın daha önce bahsettiğim tanımına
uymayan, son derece dik başlı ve sorgulayan bir profille karşıma çıktı.
Benjamin için de bu geçerli. Her iki karakterde yaşlı. Bugünün yaşlılarında ben
bu bilinci GÖREMİYORUM. O yüzden oyun karakterlerinin bugüne taşındığı
konusunda soru işaretlerim var. Bu oyunun, 2013 Ekim’de prömiyer yapmasından ve
yazın provalara girmesinden ötürü Gezi
Olayları etkisini taşıdığını düşünüyorum. Evet duruma çok uygun bir eser.
Karakterlerin değişiminin de buna uygun olduğunu umuyorum…
İnsanlar
(Bay Jones, Bay Frederick, Bay Pilkington)
Belki de oyunun en önemli
özelliği, insan olan karakterlerin hiçbirinin gözükmemesi. Ben yine GÖREMEMEKTEN
yanayım fakat seslerinin olması gerektiği taraftarıyım. Sadece içeri gidip
gelmekle bu iş olmaz. İçeride ne var? Kim biliyor? Kümes ya da ahır girişi
olarak gördüğümüz kapının ardında neler yaşanıyor? Cevaplar muamma. Ağıl savaşı
metinden çıkarıldığı için silah sesleri efekt olarak gelebilirdi diyemiyorum. Benim
gözümde savaşı görmek, sadece adını duyduğumuz korkunun vücut bulmuş halini
görmek demektir. Aksi halde konuşulanlar sadece “taktik” olara kalır…
Şarkı
Hayvanların sonradan değişen
şarkılarını oyunda GÖREMEDİM. İlk şarkıda “yapacakları şeyleri” anlatan
hayvanların, ikinci şarkıda “yaptım oldu” diyerek kabuk değiştirmeleri bence
bugün için önemli bir mizansen. Bu iki şarkının ilkinde başkaları adına
yazılmışlık hissi var. İkincisinde ise kendi adına yazdırılmışlık. Başbakan’ın
son seçim şarkısını hatırlayın. Başkasının adına yazılan bir şarkıyı, gücüne
(!) güç katmak için kendi adına yazdırdı. Şimdi aklımda daha çok soru işareti
var…
Hafıza
– Oylama – Bayrak - Çiftlik ve Diğer Hayvanlar
Seçim sürecinde oylamanın sıkça
tekrarlanmaması, “bunlar da her seferinde halkın oyuyla başa geliyor” mantığını
GÖSTEREMEMİŞ. Sanki hata bir kez yapıldı gibi bir durum baş göstermiş. Hazır
hatırlamama sorunu varken ve hafıza kaybı yaşanıyorken olayın biraz daha üstüne
gidilmesini bekle(r)dim. Bayraktan toynak ve boynuzun kaldırılmamasını,
insanların oyunda yer almayışa yordum. Çiftliğin finalde isim değiştirmeyişinide.
Diğer hayvanların metinde saf dışı bırakılmasında bir bozukluk ya da çarpıklık
hissetmedim…
Açıklama
Gereği Duydum
Hani demiştim ya yiğidi öldür
hakkını yeme diye. Bu cümleyi, bazı sorularla biraz açmak niyetindeyim. 1)Oyunda
bir bütünlük var mıydı? c1)Evet. 2)Belli
başlı amaçlar gözetimiş miydi? c2)Evet.
3)Romana sadık kalınmış mıydı? c3)Kısmen
evet. 4)Mesaj aktarılabilmiş miydi? c4)Evet.
Başlık halinde yazdığım bölümler okuyanlarda olumsuz yönde bir tesir
bırakabilir. Benim bu oyunu yermek gibi bir kaygım, oyunu izlediğim
dakikalardan, yazıyı yazdığım ana kadar hiç olmadı. Salondan tatmin olmuş bir
şekilde çıktım. Yani oyun gayet başarılı idi. Demek istediğim, GÖRMEDİĞİM bölümleri GÖRMÜŞ olsaydım çok
daha iyi olurdu. Romanı okumuş biri olarak “kendimce” önemli bulduğum bazı
bölümlerin ve karakterin metinden çıkarılmasını hoş karşılamadım. Barış Erdenk,
oyunu Sivas DT için sahnelediğinde üç tavuk, bir de horoz ilave ederek yola
koyulmuş. Her sahneleyişinde, sadece farklılık yaratmak için karakter çıkarımı
yapmadığını diliyorum. Aksi halde sadece Benjamin ile kalmaktan korkuyorum…
Dekor - Kostüm - Işık - Müzik - Koreografi
Dekor - Kostüm - Işık - Müzik - Koreografi
Dekor tasarımına imza atan Seyhan
Kırca, çiftlik konseptinde oldukça iyi. Her iki yanda bulunan tünekler pek işlev
görmese de inandırıcı. Kostümler (Hakan Dündar), karakterlerin yapıları ve
cinsleriyle doğru orantılı. (Özellikle Molly’nin kostümü) Kabarık hayvan kostümleri giymeyip (AVM önlerinde broşür dağıtıp, şirinlik yapanlar gibi), hareket ve beden dili ile bürünülen karakteri simgeleme takdire şayan. Işık (Kerem Çetinel),
gece – gündüz ayrımını yapmakla birlikte, atmosferi etkin kılmış. Müzikler olağanüstü. Her biri sahnenin ruhunu veren cinsten. Koreografi
oyunun baştacı. Sibel Erdenk’i ayakta alkışlıyorum. Çok çok iyi çalışılmış. Bravo!
Oyunculuk
Her oyuncuyu ayrı ayrı tebrik
ederim. Bir buçuk saat boyunca kambur durup, parmak ucunda yürümek hiç kolay
değil. Her oyuncunun rolü eşit olduğu için bir başrolden söz edemiyorum. Özgür
Öztürk, Deniz Keyf, Gülin Ersoy, Şivan Binici, Cengiz Uzun, Ulaş Ersoy, Berna
Konur, Ufuk Şener, Muzffer Saygı, Engin Bostancı, Emre Güven ve Nahide Aynı’dan
oluşan kadronun emeğine sağlık. Herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını
dilerim…
Teşekkür
Teşekkür
Şimdiye kadar beni takip eden ve destek olan herkese teşekkürü bir borç bilirim... Sağolun, varolun! Hoşçakalın... Tiyatrosuz kalmayın...
Not: Oyun 1 saat 30 dakika / Tek perdedir.
Ayrıntılı bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr
EGE KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder