1 Haziran 2014 Pazar

Gördüklerimi Değil Gör(e)mediklerimi Anlattığım Oyun: “Hayvan Çiftliği” (Ankara DT)




HAYVAN ÇİFTLİĞİ

“Siz de tıpkı adi bir politikacı gibi görmediklerinizi görmüş gibi yapın.” (W. Shakespeare – Kral Lear)


George Orwell’ın 1944 yılında yazdığı, “Retro Hugo Ödüllü” Hayvan Çiftliği, ilk olarak 1954’de, İngiltere’de (animasyon), 1999’da ise ABD’nde beyazperdeye uyarlanmış. İngiliz yapımı olan versiyonunda, CIA içeriğe müdahale edip, bütçenin bir bölümünü karşılayarak, eseri biraz daha “İngilizleştirmiş”. Eserin çevirisini üstlenen Celal Üster, dediklerime pay biçen önsözünde şunları dile getirmiş: “George Orwell tüm Avrupa ve Amerika’nın kulak kesildiği BBC radyosunda, Hitler’i konu edinen bir izlence sunar. Ne var ki izlence boyunca, Hitler’in düşüncelerini örneklemek amacıyla, ‘Kavgam’dan alıntılara yer verdiğinden, kitabın yazarına telif ücreti ödemek gerekiyordur! Oysa İngiltere ile Almanya savaşmakta oldukları için iki ülke arasındaki diplomatik ve tecimsel ilişkiler kesiktir. Parayı ödemeye kararlı olan BBC yöneticileri, günlerce bir çözüm ararlar ve sonunda bulurlar: Hitler’in telif ücreti, Norveç hükümeti aracılığıyla ödenir! Bu öykü bana her zaman, çok “İngilizce” gelmiştir…”

Yazımda Hayvan Çiftliği’nin kitap halinin analizini yapmayacağım. Çünkü benim alakadar olduğum kısım, romanın sahneye uyarlanışı sırasında, romana ne derece sadık kalındığı, nasıl bir bütünlük oluşturulduğu ve hangi amaçlar doğrultusunda hareket edildiği ile ilgili. Fakat yapıtın ele aldığı konudan bahsetmemek olmaz. Bir çiftlikte yaşayan hayvanların, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp, çiftliğin yönetimini ele geçirmeleriyle, eşitlikçi bir topluluk yaratma amacı güttüklerini anlatan eser, domuzların kısa sürede önder bir takım meydana getirip, devrimi yolundan saptırarak, insanlardan daha baskıcı bir diktatörlük kurmalarının kaçınılmaz sonuçlarından dem vuruyor.   

Yukarıda CIA’nın, romanın içeriğine müdahale etmesinden bahsetmiştim. Ben, burada Barış Erdenk’in uyarlamasındaki olumlu ve olumsuz müdahalelerinden söz edeceğim. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, aynı rejisörün aynı oyunu, birden fazla kez yönetmesinden çok sıkıldım. Devlet Tiyatroları rejisör sıkıntısı çekiyorsa, ben hazırım. (Şaka tabii) Daha önce Barış Erdenk’in, Kafkas Tebeşir Dairesi adlı oyunu üç kez yönetmesine sitem etmiştim. (Yazının linki sayfa sonunda mevcuttur) Üzerinden fazla zaman geçmeden, yine aynı kişinin, aynı tutumu ile karşılaştım. Belli ki kendisi de bunu yapmaktan hoşlanıyor. Belli ki Devlet Tiyatrosu bunu adet haline getirmiş ve durumdan son derece memnun. Bana, “aynı oyunu ikinci kez yönetir misin?” şeklinde bir teklif gelse, “siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?” derim. Ayşe Emel Mesçi için de aynı şeyi (Bernarda Alba’nın Evi) söylemiştim. Dinleyen var mı(ydı)?..

Aslında bütün mesele, oyunun/kitabın ana temasını belirleyen şu cümlede gizli: “Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar daha eşittir”. Ben, “hayvanlar” kelimesini çıkarıp, çıkardığım yerlere “rejisörler” kelimesini eklersem (yanlış anlaşılmasın hayvan diyerek hakaret etmiyorum. Lütfen cümlenin anlamını, metne göre yorumlayın) sanırım durumu izah etmiş olurum. Rejisörün ve Devlet Tiyatrosu’nun tutumunun tam da bu eleştiriye denk gelmesi ve oyunla yakın bir bağ kurması, yazıyı konu ile uyumlu kıldı. 2008-09 sezonunda Sivas Devlet Tiyatrosu için yapılan rejinin, dekorun ve kostümün “aynılığını” fotoğraflarla ifşa etmek istemiyorum. Merak edenler DT’nun resmi sitesine girip, arşiv kısmına oyunun adını yazarak, hem teknik ekibe hem de fotoğraflara ulaşabilirler.

Genelde böyle durumları yazımın sonunda dipnot olarak geçerim. Fakat anladığım kadarıyla kimse yazılarımı sonuna kadar okumuyor ve haberdar olmuyor. Bu nedenle sitemime “okunan bir bölümde” (?) yer verdim. Bu arada ilave etmek isterim ki, Barış Erdenk, “kendi kuvvetinden haberdar olmayan, çalışkan ve DT’nun tutumunu haklı bulan biri”. George Orwell’da, romanındaki Boxer adlı atı bu şekilde tanımlıyor. Gördüklerimi değil, gör(e)mediklerimi anlatacağım bu SON yazımda, daha önce sıraladığım, amaç, bütünlük ve sadıklık başlıklarına değineceğim. Yiğidi öldür ama hakkını yeme demişler. Baş taraf tamam. Şimdi sıra hak kısmında…

Köpekler

Oyunda, köpekleri çok geç sahnede gördüğümüz kanısındayım. Köpeklerin nereden çıktıkları ve neden o kadar vahşi olduklarının altının çizilmediği düşüncesindeyim. İktidar yalakası oldukları, sergiledikleri tavırlarıyla elbette aşikar lakin, köpeklerin tıpkı romandaki gibi yavru iken annelerinden alındığını görmek, “iktidar, çeşitli vaadler karşılığında yavrularınızı elinizden alıp işte böyle eğitiyor” cümlesine kanıt oluşturabilirdi. Oysa ben, neden?, nereden? ve nasıl? sorularını soramıyor ve GÖREMEDİĞİM olgu için yanıt bulmakta güçlük çekiyorum…

Domuz Snowball

Oyunda Koca Reis’i GÖREMEDİM. Barış Erdenk, sanki Snowball’a Koca Reis’in postunu (kişiliğini) giydirmiş. Sadece kişiliğinin değil yaşadıklarının da bir sentezini yapmış. Onun ölümünü Snowball’a vererek, vuku bulan ihanetin dozunu azaltmış. Bir nevi “Koca Snowball” yaratmış. Rejisör, herhalde Koca Reis’i oyundan çıkardığı için üzülmüş. Ben bir üzüntü duymadım. Fakat sonuç farklı olduğu için, domuzların söylentileri yani iktidarın yalanlarını azınlıkta algıladım…

Güzel At Molly ve Kuzgun Moses

Neden kaçıp gitmediğini ve kalmakla ne kazandığını anlayamadım? Ata mücadeleci bir ruh katarak, her zoru gördüğünde (pek zorluk yaşadığını GÖREMEDİM) kaçmayıp, mücadele etmesi gerektiği mesajını vermek için mi? Öyleyse başarılı. Fakat dayanıksızların erken ölümlerini hesaba katarsam, böyle bir atın oyun sonuna kadar yaşaması bir mucize. Moses’in gidip gelmeleri tam netlik kazanmasa da “her devrin uşağı” sıfatını taşımasına engel oluşturmamış…

Eşek Benjamin ve At Boxer

Oyunda hem Benjamin’i hem de Boxer’ı fazla etkin buldum. Boxer, yazarın daha önce bahsettiğim tanımına uymayan, son derece dik başlı ve sorgulayan bir profille karşıma çıktı. Benjamin için de bu geçerli. Her iki karakterde yaşlı. Bugünün yaşlılarında ben bu bilinci GÖREMİYORUM. O yüzden oyun karakterlerinin bugüne taşındığı konusunda soru işaretlerim var. Bu oyunun, 2013 Ekim’de prömiyer yapmasından ve  yazın provalara girmesinden ötürü Gezi Olayları etkisini taşıdığını düşünüyorum. Evet duruma çok uygun bir eser. Karakterlerin değişiminin de buna uygun olduğunu umuyorum…

İnsanlar (Bay Jones, Bay Frederick, Bay Pilkington)

Belki de oyunun en önemli özelliği, insan olan karakterlerin hiçbirinin gözükmemesi. Ben yine GÖREMEMEKTEN yanayım fakat seslerinin olması gerektiği taraftarıyım. Sadece içeri gidip gelmekle bu iş olmaz. İçeride ne var? Kim biliyor? Kümes ya da ahır girişi olarak gördüğümüz kapının ardında neler yaşanıyor? Cevaplar muamma. Ağıl savaşı metinden çıkarıldığı için silah sesleri efekt olarak gelebilirdi diyemiyorum. Benim gözümde savaşı görmek, sadece adını duyduğumuz korkunun vücut bulmuş halini görmek demektir. Aksi halde konuşulanlar sadece “taktik” olara kalır…

Şarkı

Hayvanların sonradan değişen şarkılarını oyunda GÖREMEDİM. İlk şarkıda “yapacakları şeyleri” anlatan hayvanların, ikinci şarkıda “yaptım oldu” diyerek kabuk değiştirmeleri bence bugün için önemli bir mizansen. Bu iki şarkının ilkinde başkaları adına yazılmışlık hissi var. İkincisinde ise kendi adına yazdırılmışlık. Başbakan’ın son seçim şarkısını hatırlayın. Başkasının adına yazılan bir şarkıyı, gücüne (!) güç katmak için kendi adına yazdırdı. Şimdi aklımda daha çok soru işareti var…  

Hafıza – Oylama – Bayrak - Çiftlik ve Diğer Hayvanlar

Seçim sürecinde oylamanın sıkça tekrarlanmaması, “bunlar da her seferinde halkın oyuyla başa geliyor” mantığını GÖSTEREMEMİŞ. Sanki hata bir kez yapıldı gibi bir durum baş göstermiş. Hazır hatırlamama sorunu varken ve hafıza kaybı yaşanıyorken olayın biraz daha üstüne gidilmesini bekle(r)dim. Bayraktan toynak ve boynuzun kaldırılmamasını, insanların oyunda yer almayışa yordum. Çiftliğin finalde isim değiştirmeyişinide. Diğer hayvanların metinde saf dışı bırakılmasında bir bozukluk ya da çarpıklık hissetmedim…

Açıklama Gereği Duydum

Hani demiştim ya yiğidi öldür hakkını yeme diye. Bu cümleyi, bazı sorularla biraz açmak niyetindeyim. 1)Oyunda bir bütünlük var mıydı? c1)Evet. 2)Belli başlı amaçlar gözetimiş miydi? c2)Evet. 3)Romana sadık kalınmış mıydı? c3)Kısmen evet. 4)Mesaj aktarılabilmiş miydi? c4)Evet. Başlık halinde yazdığım bölümler okuyanlarda olumsuz yönde bir tesir bırakabilir. Benim bu oyunu yermek gibi bir kaygım, oyunu izlediğim dakikalardan, yazıyı yazdığım ana kadar hiç olmadı. Salondan tatmin olmuş bir şekilde çıktım. Yani oyun gayet başarılı idi. Demek istediğim, GÖRMEDİĞİM bölümleri GÖRMÜŞ olsaydım çok daha iyi olurdu. Romanı okumuş biri olarak “kendimce” önemli bulduğum bazı bölümlerin ve karakterin metinden çıkarılmasını hoş karşılamadım. Barış Erdenk, oyunu Sivas DT için sahnelediğinde üç tavuk, bir de horoz ilave ederek yola koyulmuş. Her sahneleyişinde, sadece farklılık yaratmak için karakter çıkarımı yapmadığını diliyorum. Aksi halde sadece Benjamin ile kalmaktan korkuyorum…

Dekor - Kostüm - Işık - Müzik - Koreografi

Dekor tasarımına imza atan Seyhan Kırca, çiftlik konseptinde oldukça iyi. Her iki yanda bulunan tünekler pek işlev görmese de inandırıcı. Kostümler (Hakan Dündar), karakterlerin yapıları ve cinsleriyle doğru orantılı. (Özellikle Molly’nin kostümü) Kabarık hayvan kostümleri giymeyip (AVM önlerinde broşür dağıtıp, şirinlik yapanlar gibi), hareket ve beden dili ile bürünülen karakteri simgeleme takdire şayan. Işık (Kerem Çetinel), gece – gündüz ayrımını yapmakla birlikte, atmosferi etkin kılmış. Müzikler olağanüstü. Her biri sahnenin ruhunu veren cinsten. Koreografi oyunun baştacı. Sibel Erdenk’i ayakta alkışlıyorum. Çok çok iyi çalışılmış. Bravo!

Oyunculuk

Her oyuncuyu ayrı ayrı tebrik ederim. Bir buçuk saat boyunca kambur durup, parmak ucunda yürümek hiç kolay değil. Her oyuncunun rolü eşit olduğu için bir başrolden söz edemiyorum. Özgür Öztürk, Deniz Keyf, Gülin Ersoy, Şivan Binici, Cengiz Uzun, Ulaş Ersoy, Berna Konur, Ufuk Şener, Muzffer Saygı, Engin Bostancı, Emre Güven ve Nahide Aynı’dan oluşan kadronun emeğine sağlık. Herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…

Teşekkür

Şimdiye kadar beni takip eden ve destek olan herkese teşekkürü bir borç bilirim... Sağolun, varolun! Hoşçakalın... Tiyatrosuz kalmayın...


Not: Oyun 1 saat 30 dakika / Tek perdedir.

Ayrıntılı bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr




EGE KÜÇÜKKİPER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder