KÖSEM
SULTAN
I.Ahmed’in eşi, IV.Murad ve Deli İbrahim’in annesi, IV.Mehmet’in babaannesi Kösem Sultan’ın üç adı vardı. Anastasya,
Mahpeyker (Ay yüzlü) ve Kösem (Önde giden)
“IV. Murat” ve “Deli İbrahim”den
sonra iktidar üçlemesinin son halkası olan “Kösem Sultan”, Turan Oflazoğlu
tarafından 1980’de kaleme alındı. Tarihi oyunlara “belgesel” niteliğinde
bakılsa da, dramatik bir yapının yeşerttiği, olay akışlarının ve karakterlerin,
tiyatro metni içerisinde kendine yer bulduğunu unutmamak lazım. 28 yıl sonra
Ankara DT’de sahnelenen Kösem Sultan, tarihin ışığında yolunu bularak, çok
sağlam bir yapının üzerine temellendirilmiş bir metin. Turan Oflazoğlu’nun
türkçesi ise, şairane. Şu sıralar İBBŞT’da, Engin Uludağ rejisiyle sahnelenen
oyunu, Ankara DT’da, 100 kişilik dev bir oyuncu kadrosu ve 30 kişilik teknik
ekibiyle, Murat Atak rejisinden seyretme fırsatı buldum. Ayrıca belirtmekte
yarar var ki, 2010’da Selda Alkor tarafından “Mahpeyker” adı ile filme
alınmıştı.
Özünde, oğlu İbrahim’i
boğdurarak, yerine torunu, yani çocuk yaştaki IV. Mehmet’i tahta geçiren ve bu
sayede iktidarı elinde bulunduracağını sanan (zamanla torununu da öldürmek
isteyecek) Kösem Sultan’ın, gelini Turhan Sultan ile olan çatışmalarını 1648-1651
yılları arasında anlatan eser, trajik bir son ile bitse de, her şeyin sükuta
erdiğini, hayatın normal akışına tekrar kavuştuğunu, devletin bir yükseliş
dönemine girdiğini kanıtlamıyor. Osmanlı Devleti eli kanlı bir “kadın”
hükümdardan kurtulsa da sırtında kambur olmaya devam eden bir başka “kadın”
hükümdarla mücadele ediyor. Kurtulması da biraz güç gibi duruyor.
Hem halkın hem de
saraydakilerin, çocuk padişahın ağzından çıkacak buyrukları beklemeleri ve
verilen buyruklara uymaları, devletin ne kadar güçsüz hatta savunmasız olduğunu
betimlerken, Kösem Sultan ve ağalarının kendi çıkarlarını, devletin çıkarlarından
üstün tutmaları da düzenin çarpıklığını gözler önüne seriyor. Alınan rüşvetler
ve piyasaya sürülmeyen eksik akçeler de bu çarpıklığa tuz biber ekiyor. Oyun
tezatlıklar üzerine kurulu. Bu tezatlık, ilk görüşte iyi ile kötülüğün
tezatlığı gibi görünse de, daha derinlerde hak ile haksızlık, çok başlı devlet
yönetimi, siyaset ile askeriye ya da saray mensupları ile halk arasındaki
eşitsizlik olarakta okunabilir. Bu tezatlıkları açacak olursak;
Osmanlı Devleti, her
zaman “bin başlı” bir devletti. Kösem Sultan devrindeki çok başlılık yani Kösem
Sultan ile Turhan Sultan arasındaki rekabet, devletin çöküşüne zemin hazırlayan
en etkili faktör. (En azında oyunda bu şekilde bir anlatım tercih edilmiş)
Buradan yola çıkarak iyi ile kötünün sentezini de yapabiliriz. Turhan
Sultan’ın, Kösem Sultan’ı alt edebilmesi için tek yolu, kötülüğü özümsemesi ve
bunu iyiliğine yedirebilmesi. Yani kötülüğü yok edebilmek için yine kötülüğe
başvurması. Aynı kutupların birbirini itmesi de diyebiliriz. Öyleki bu yaratıyı
anlamlandıracak en iyi cümle, Turhan Sultan’nın: “Seni kuşandım Kösem. Sana
karşı.” demesi olacaktır. Halk ile
haksızlık konusuna daha önce rüşvet vb. gibi olaylarla değinmiştim fakat
bunlarla sınırlı kalmayan Kösem’in, hak etmeyen kişileri, hak etmedikleri
mevkilere getirmesi, torununu, iktidarının önünde bir engel olarak görüp,
zehirlemek istemesi de bu başlığa emsal oluşturuyor.
Yeniçerilerin (dönemin
ordusu), yönetime karışmak istemesi ve isyan çıkarması, siyasi ile askerinin
çatışmasının en güzel örneği. “Darbe” zihniyetinin o günlerden bu günlere miras
kaldığı aşikar. Sarayın halka olan uzaklığı ise, her şeyden habersiz olup,
sonunu hazırlayan Kösem Sultan’dan anlaşılıyor. Fakat halk, saraya uzak değil.
Bilakis çok yakın. Olan bitenin o kadar
farkında ki, saray mensupları bile içlerinde oldukları durumun farkındalığına
bu kadar erememişlerdir. Kösem Sultan’ın bu durumu özetleyen güzel bir sözü
var: “Olaylar karmakarışık olmalı, o kadar karışık olmalı ki bir tek biz
anlayabilelim.” Lakin olayların gidişatı bu cümleyi tersi bir duruma getirmekte
gecikmiyor. Aslında iki yüzlü olan sadece saray ahalisi değil. Halk, önceleri
kötü, hilebaz ve katil olarak gördüğü Kösem Sultan’ı, eline üç kuruş para
geçip, rahata erdiğinde “anası” olarak benimsiyor. “Böyle halka böyle baş”
demekte bana düşüyor.
Kösem Sultan oyunu, her
ne kadar kanlı ve hainliklerle dolu görünse de, savaş karşıtı oyunların başında
gelmektedir. Bu söylemimi sevgili Turan Oflazoğlu, Şeyhülislam Bahai’nin
ağzından aktarır. İngiliz elçisinin, savaşan iki devlete birden yardım etmesi
(Bunlardan biri Osmanlı. Kendi devleti savaşta yok) ve “biz kendimiz için iyi
olanı yaparız” demesi üzerine Bahai’nin: “Savaş bile olsa” deyip, bir güzel
nutuk çekmesi, oyunun alt temalarından birini oluşturuyor. “Ülkeyi bataklıktan
kurtaracak çok fazla “dürüst” insan var fakat yanındakiler hırsız.” dersem,
bütün anlatmak istediklerimi aktarmış olurum. Su yolunu bulmuş akıyor fakat
taşa da bilir. Eser, ne yazık ki güncelliğini hala korumakta. Tarihsel oyunları
izledikçe, günümüz dünyasında hiçbir şeyin değişmediğini gördükçe kahroluyorum!
Padişahlıktan demokrasiye (!) hep aynı…
Hikaye ne zaman geçiyor
diye var mı soran?
Varsa, cevap: oyun hep
şimdi, bu an.
Evet, zaman yaşanmakta
olan zaman. (2.
Perde 7. Sahne)
Ve gelenekler. IV.
Mehmet’in sünnet düğününü şenlendiren meddah Tıfli, yarı klasik yarı modern bir
şekilde karşımıza çıkıyor. Şaka yollu her entrikayı ortaya çıkarırken tepki
görse de, Kösem Sultan tarafından “Bırakın canım aydınlanalım.” cümlesiyle,
meddah dönemin “aydını” olarak bizlere sunuluyor. Son olarak Kösem Sultan’ın
“kadın”lığından bahsetmek istiyorum. Yazımın giriş kısımlarında kadın teması
üzerinde durmuştum. Hayatını tam olarak yaşayamayan insanlar, kafayı başka
şeylere takar. Kösem Sultan kendini doğuştan Sultan olarak görüyor ve bu yolda
kadınlığını hiçe sayıyor. Sevgisiz, şefkatsiz, aşksız ve doyumsuz oluşunu buna
bağlamak mümkün. Öyle ya o, İbrahim gibi bir çılgını ve Murat gibi bir canavarı
doğurdu!
REJİ
Yazı boyunca
bahsettiğim zıtlıkları, Murat Atak muhteşem bir görsellikle sahneye yansıtmış.
Tarafların yerleşimini ve safların belirtilmesini net bir biçimde belli etmiş.
Son sahnede Kösem Sultan’ın boğdurulmasıyla düşüşü, aynı anda Turhan Sultan’ın
sahneden yükselişi de bu uyumu destekleyerek sonucun açıklığını ortaya koymuş.
Bu düşüş orkestra çukuruyla akıllıca kotarılmış. İpin gerçekten boyuna
geçmemesi, geç”miş” gibi yapılması da “kurgu” oluşunu nitelemiş. Bazı olayların
perde arkasında geçmesi, gizli-saklı oluşunu anlatmada rol oynarak, oyunu
gereksiz sahnelerden kurtarmış. Esnafın ön kısımda yani perde önünde, perde
arkasına dair konuşması farkındalığı temsil etmiş.
Sahneler arası geçiş
bazen diyalog yoluyla bazen klasik bir biçimde (ışık karartılarak) sağlanmış.
Sesler, olayların öncesini ve sonrasını aktarıp, “hikaye” izlenimi vererek
oyunun yapısı içerisinde hedeflediği amaca ulaşmış. Ayrıca karakterlerin kendi
ağızlarından, seyirciye taraf, düşüncelerini ve durumlarını anlatması da kurgu
mantığının dışına çıkılmadığını göstermiş. Dans sahnesi ise oyuna dinamizm
katarak, seyirciye nefes aldırmayı bilmiş. Son olarak bugünün iktidarıyla
bağdaşlaşsa bile daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi “çapulcu”
kelimesinin kullanılması hoş kaçmamış. Bu etkiyi yeni yazılan oyunlarda görmeyi
yeğlerim. Ve en önemlisi Kösem Sultan’ın bir anti karakter olarak tüm
çıplaklığıyla karşımıza çıkması alkışı hak etmiş.
DEKOR
– KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK
Osmanlı Devleti’nde
önemli bir yere sahip olan hilal (afişi de oluşturmakta), oyunda bir büyük bir
de küçük olmak üzere iç içe geçerek ana dekoru oluşturmuş. Dekorun yüksek
oluşu, makam ve mevkinin de yüksekliğini belirtirken, aynı zamanda eğimli
oluşu, “her an ayağın kayabilir” düşüncesini vermeye yetmiş. Yürüme
kısımlarının altının boş oluşu ise, “yerine çok güvenme, boşluğa düşebilirsin”
cümlesini akıllara getirmiş. Ah bir de gacırdamasa! Duvarların üçgen biçimli
hali, Kösem – Turhan – IV.Mehmet sacayağını temsil etmiş. Sivriliği ise
keskinliği göstermiş. Fondaki İstanbul panaroması, mekanı bildirerek,
görselliği güçlendirmiş. Behlüldane Tor’a bu güzel ve çok amaçlı dekor için
teşekkürler.
Kostümler Funda Çebi
imzalı. Daha ilk kostümü gördüğümde modernize olduğunu anladım. Fazla
ışıltılıydı. Osmanlı’nın şaşaasını yansıtması açısından ve hazinede para
olmamasına karşın lüksten uzak durulmayarak devleti çöküşe hazırlamasını göz
önüne alırsak elbette doğru olan buydu fakat anlatılan dönemin “duraklama
devri” olduğu düşünülürse, bunu yansıtmak daha doğru olacaktı diye düşünüyorum.
Aynı şeyi ışık tasarımı için de söyleyebilirim. Oyunun atmosferine uygun bir
şekilde daha karanlık olmasını beklerdim. (Özellikle Kösem Sultan’ın olduğu
sahneler) Ne de olsa dönem karanlık bir dönem. Son sahnenin ise hem kurtuluş
hem de ölümü ele aldığımız takdirde, haddinden fazla aydınlık oluşu daha etkili
olurdu. Perde arkasında yaşanan olayların ışığı ise sır gibi puslu bir hava
altında geçtiğini vurgulamış. Ersen Tunççekiç’i emeğinden dolayı kutluyorum.
Müzik dediğimizde Murat
Gedikli karşımıza çıkıyor. Çoğu, gerilim, korku ve entrikayla bezeli. Yer yer
“dizi müziği”ni andırsa da Mehter takımının ve Itri’nin ezgileri, bizleri
döneme daha da yakınlaştırmış. Hüzünlü müzikler ise dramatik yapının öne
çıkışına etki etmiş. Efektler, gelecek olan aksiyonun habercisi niteliğinde
merak uyandırıcı. Koreografi oyunun en başarılı öğesi. Çatışma sahneleri
muazzam. Deniz Çığ ve eskrim eğitmeni Ali Tayla harikalar yaratmış. Bütünlük ve
coşku bir arada verilmiş.
OYUNCULUKLAR
Özlem Ersönmez (Kösem),
duygu değişimlerini, ses tonunu ve beden dilininin kullanımında çok usta olduğu
belli. Büyük bir performans sergileyerek alkışı sonuna kadar hak ediyor. Elvin
Beşikçioğlu (Turhan) için de farksız bir şey söyleyemem. Mithat Erdemli (Bektaş
Ağa), Kösem’e aşkını itiraf ederken, Mehmet Gürkan (Şeyhlüislam Bahai)
doğruları haykırırken, Tolga Tecer (Siyavuş Paşa) nefsini terbiye ederken,
Tolga Çiftçi (Murat Paşa) bakışlarıyla büyülerken, Nejat Armutçu (Meddah Tıfli)
hoş sohbetliği ve şen şakraklığıyla keyif aldırırken, Eda Aydınlı (Meleki)
çaresiz ve çift taraflılığıyla ve çocuk oyuncumuz tüm doğallığıyla sempatiyi
toplarken çok ama çok başarılıydılar. Kalabalık bir kadro olduğu için ancak bu
kadarını değerlendirebildim. Tüm ekibi kutlar, alkışlarının bol olmasını
dilerim.
BROŞÜRDEN
ÖĞRENDİKLERİM
Oyun kişileri, dönemin
yaşamış kişilerinden, bilinen isimlerden seçilmiştir. Siyavuş Paşa, sadrazamlık
görevine Murat Ağa’dan sonra gelmemiştir fakat oyunda sıralama farklıdır.
(Eserin dramatik yapısının bozulmaması için) Özdemir Nutku, “Meddahlık ve
Meddah Hikayaleri” kitabında Tıfli’nin, dönemin en önemli meddahı olduğunu
belirtir. Asıl adı Ahmet’tir. Itri’nin, “Salat-ı Ümmiye”si sünnet törenlerinde
bir ritüel olduğu için kullanılmıştır.
Not:
Oyun 160 dakika / 2 perdedir.
Not
2: Bahsi geçen oyun, izlediğim 100. Oyundur.
Ayrıntılı
bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr
Kösem
Sultan hakkında detay için: http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6sem_Sultan
OYUNA
DAİR FOTOĞRAFLAR
A. TURAN OFLAZOĞLU
(1932 - )
EGE KÜÇÜKKİPER