AKLIMDAKİ
KADINLAR
Neil Simon’un 1992
yılında yazdığı, Gleen Jordan’ın televizyon filmi olarak beyaz cama aktardığı
(1996), ilk kez bu yıl Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen “Aklımdaki
Kadınlar”, yazarın diğer oyunları gibi hem hüznü hem de komediyi birarada barındırıyor.
Orijinal adı “Jake’in Kadınları” olan oyun, uyarlama ismiyle, bütününe daha
fazla uyum sağlamış. Ayrıca Neil Simon imzalı “Aşka 103 Adım” Tiyatrokare, “Ben
Sinema Artisti Olmak İstiyorum” ise İBBŞT tarafından sahnelenmekte.
Nevrotik (Kişilik
bozukluğu) yazarımız Jake’in, eşleriyle (İlk eşi vefat etmiş), çocuklarıyla,
kız kardeşiyle, psikoloğuyla ve metresiyle zihninde yaşadığı maceraların
anlatıldığı oyun, geçmişin bugüne, bugünün yarına olan etkisini kurgulamakta
son derece başarılı. İlk bakışta “kadın” temalı görünen metin, altında
yarattığı derinlikle, “sevgi”nin ve “affın” hayatımızdaki en güçlü duygular
olduğuna vurgu yaparken, (Yeti de diyebiliriz, çünkü bazılarımızda yok!) kurtuluşun
insanın içinde olduğuna, üstesinden gelmemiz gereken her şeyin ancak bu yoldan
geçtiğine ve değerlerimizin daha olumlu şartlar altında şekillenmesinde birer
araç olarak gösterilmekte. Aynı zaman da insan yaşamında yeniliğin önemli bir
yeri olduğuna dikkat çeken eser, evlilik ve aile ilişkilerinin kişi üzerindeki
etkisi hakkında hayati sorunları ele almakta.
Metin, fantastik tarzı
akıllara getirirken, karakterler arasındaki bağı sıkıca örmekte. Hatta sahnede
görmediğimiz fakat yazarın, aklından sürekli geçirdiği “anne” figürünün,
yaşadığı rahatsızlığa etken olarak gösterilmesi, ebeveyn ilişkilerine dikkat
çekmekte. Kaybettiği eşinin varlığı geçmişe olan özlemi dile getirirken, aynı
anda iki kadını idare etmesi ise, anın mutsuzluğunu, yarının kaygısını
taşımakta. Anne ile kızın buluşması, iki zamanı ortak bir paydada
buluştururken, asıl meselenin “anı yaşamak” olduğunu gözler önüne sermekte. Erkekler
konusunda sıkıntısı olmayan yazarın tek sorunu aklındaki kadınlar olsa da,
“baba”sının zihnini kurcalaması her şeyin göründüğü kadar basit olmadığını
kanıtlamakta. Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği oyun, karşılıklı saygı
ve hoşgörünün egemen olması halinde hayatın dolu ve güzel olabileceğini naif
bir dille anlatmakta.
DEKOR
– KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK
Melih Karakurt, yazarı,
yüksekte konumlandırarak, hem yaratım gücüne (zihinsel olarak) sahip olduğunu
hem de varmak istediği yer ile mesafesini, “otorite” kavramını da göz önünde
bulundurarak yansıtmış. Kapıların sadece kirişten meydana gelişi ve fonda
sallanan çizgisel perdeler boşluk duygusunu vermeye yetmiş. Sahne üç ayrı
bölüme ayrılarak, karakterin içinde bulunduğu durum (Nevrotikliği) aşama aşama kaydedilmiş.
Ve modern ile klasik harmanlanarak, tıpkı zamansal formların birlikteliği gibi
eski-yeni çağrışımı yakalanmış.
Kostümler modern ve
şık. Yazar karakterinin kostümü şal ve gözlük gibi nesnelerle daha entellektüel
hale getirilebilirdi. Fakat klasik anlatının dışında yapılanması daha doğal
sonuçlar doğurduğunu düşünüyorum. Psikiyatr, leopar deseniyle cinsellik
arzusunu belirtirken, olağan kostümüyle mesleğini aktarabilmiş. Molly’nin hem
çocuksu hem olgun halleri kostümlerle betimlenirken, annesi ile aynı ceketi
giymesi, aralarındaki bağı desteklemiş. Julie’nin canlı renkler tercih etmemesi
geçmişi daha iyi yansıtırken, kaldığı noktadan devam edişini (özellikle
başındaki band ile) özetlemiş.
Maggie’nin yenilik
arayışı, sıkça kostüm değişikliğiyle anlatımı kuvvetlendirirken, koyu renk
tercih edişi olgun ve tecrübeli oluşunu göstermiş. Shelie için de hemen hemen aynı şeyleri
söyleyebilirim. Ek olarak, elbisesi kariyer sahibi bir iş kadını olduğunu
söylese de (ceketli), her şeyden önce kadınlık içgüdülerinin olduğunu temsil
etmiş. (ceketsiz) Karen ise, yazarın zihnindeki algıya uyum sağlamış. Ayrıca kendi
haline bırakıldığında oldukça sade ve mütevazı kostümüyle yalnızlığını
seyirciye geçirebilmiş. Fatma Sarıkurt’u kutlarım.
Işığın sahneyi bölüm
bölüm aydınlatması, (yani sadece olayın geçtiği yerin aydınlatımı) yine
nevrotikliğe bir bakış açısı hazırlamış. Abajur bize zamanı bildirirken,
geçmişin izlerinin taşındığı sahneler karanlık bir ortamda sunularak anlatıma
hizmet etmiş. Son kısımda koltukların tekli aydınlatılması, her karaktere bir
selam çakarken, yok oluşun (hastalıktan kurtuluşun) sembolü niteliğinde
karşımıza çıkmış. Zeynel Işık’a teşekkürler. Müzikler ise “an” odaklı ve oyunun
her iki türüne (dram ve komedi) uygun bir biçimde tasarlanmış.
ÖNEMLİ
NOT
İlk kez oyunun en
önemli öğesi olan “REJİ”yi değerlendiremiyorum.
Çünkü yok! “Sen şurada dur”, “sen şu lafı söyle”, “sen de şuradan gir”
cümlelerinin gezindiği bir atmosfer olduğu çok belli. Söyleyebileceğim tek şey,
karakterler de bölümlere göre ayrılıp, birbirlerinin kısımlarına müdahale
etmeselerdi, hastalığın seyri daha net anlaşılabilirdi. Reji: Sinan Pekinton.
OYUNCULUKLAR
Levent Şenbay, Zeynep Ekin Öner, Ekin Tunçay Turan, Alev Buharalı, Pınar
Gün, Dilara Keyf Günüç, Özge Mirzali ve Zeynep Bostancı’dan oluşan kadro, sıcaklığı,
doğallığı, karakteri yaşayışı, dinamizmi ve ekip ruhu ile oyunun üstesinden
gelerek, bizlere keyifli dakikalar yaşatıyor. Oyunun başrolü yazar (Jack) gibi anlaşılsa
da, her karakterin eşit durumda olduğunu dipnot olarak açıklamalıyım. Bu arada yazmadan
geçemeyeceğim. Bir ara her şeyi bırakıp Zeynep Ekin Öner’in ses tonuna
kitlendim. Sabaha kadar konuşsa dinlerim, o derece! Emeği geçen herkesi kutlar,
alkışlarının bol olmasını dilerim…
Not: Oyun 135 dakika / 2 perdedir.
Ayrıntılı bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr
OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR
NEİL SİMON
(1927 - )
EGE KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder