DOLORES
CLAİBORNE
Korku denince akla ilk
gelen isimlerden biri olan, tüm kitapları satış rekorları kırıp, onlarca dile
çevrilen, hemen hemen her eseri beyazperdeye aktarılan, ünlü yazar Stephen
King’in 1992’de yazdığı bu eser, şu sıralar tiyatro sahnesinde izleyiciyi
selamlamakta. Daha önce (1995) Taylor Hackford yönetmenliğinde sinemaya
uyarlanan roman, J.D. McClatchy tarafından opera formuna dönüştürülmüş. Romanın
oyunlaştırılmasında gözümüze çarpan isimse, David Joss Buckley. Açıkçası,
oyunlaştıranın yabancı olduğunu öğrendiğimde, esere daha sadık kalacağını
düşünmüştüm. Malum biz türkler uyarlama konusunda pek iyi değiliz. Tabii romanı
birebir yansıtmakla da iyi olunmuyor. Önemli olan sağlam bir temele oturtarak,
özünü ve cismini yakalayabilmek. Şunu söylemeden yapamayacağım. Bu oyundan
sonra, bir kez daha Stephen King’in “toplumsal” bir yazar olduğunu anladım.
Dolores’in, dayakçı,
sarhoş ve sapık kocası Joe, şiddetle dolu bir evde yaşamını idame ettirmeye
çalışan, akla hayale gelmeyecek kötülüklere maruz kalan kızı Selena, yaşadığı
olaylar sonucu kendisine bir o kadar yakın hissettiği, çalıştığı evin hanımı
Vera ve yirmi yıl önceki davayı tekrar açan polis dedektifi Thibodeau. Her ne
kadar birbirlerinden bağımsızlarmış gibi görünseler de aslında durum tam tersi
bir noktada. Psikolojik gerilim türüne sahip oyun, Stefan King’in genel
tarzından biraz uzakta duruyor. Ayrıca Stefan King, çoğu romanında olduğu gibi
Dolores Claiborne’de de, kendi yaşamından bir şeyler katmış. (Alkol
sorunu)
Sosyolojik ve
psikolojik öğelerle dolu olan oyunun en belirgin teması “kadın(lık).”
Dolores’in, Vera’nın evinde çalışarak kazandığı tüm parayı, kocası Joe kendi
hesabına geçiriyor. (Geçirmeye yetkisi yokken) Fakat durumdan haberdar olan
Dolores, kendi parasını tekrar kendi hesabına geçiremiyor. Burada erkeğin,
kadından daha fazla yaptırım gücünün olduğu ve kontrolü kendi elinde
tutabileceği vurgulanmış. Tabii cinsler arasındaki eşitsizliği de unutmamak
gerek. Öte yandan kızının, son zamanlarda eve geç gelişini, kocasından yediği
dayakları, ve en önemlisi Joe ile Selena’nın ensest ilişkisini kimseye
açıklayamayan Dolores, toplum baskısının bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Yalnızca toplum baskısı
değil, “anne” baskısı da ön planda şekilleniyor. Babası ile yaşadığı durumu
annesine açıklamak istemeyen Selena, annesinden utandığı için değil, annesinin
onu öldüreceğini düşündüğü ve ondan korktuğu için dile getiremiyor. Bu şekilde
düşünmesindeki etken ise babasının ona anlattığı kısmen gerçek ama çoğu yalan
ifadeler. Mekansal açıdan değerlendirdiğimizde, kadının dayak yediği ve erkek
tarafından baskı gördüğü yerler; ev ya da sorgu odası. Yani erkeğin baskın
olduğu yerler. İlerde, Dolores baskın konuma geçse de, genel anlamda bu böyle!
Maalesef… Zamansal olarak irdelendiğinde ise, tek günmüş gibi gözükse de geri
dönüşler çok sık.
Oyunda açıkça
belirtilen bir diğer husus, her şeyden önce kişinin, başkaları yerine kendini
düşünmesi ve bu yolda ilerleyerek birtakım değerlerin farkına varması gerektiği.
Özellikle de kendinin. Zaman içersinde Vera’nın rehberliğiyle, birey olduğunun
bilincine varan Dolores, bunun neticesinde kızına karşı duyduğu koruma içgüdüsü
ağırlığından (sevgi) ve tüm parasını üzerine geçirip ona “aptal” muamelesi
yapan kocası Joe’dan intikam almaya söz veriyor. Dolores kendini cadı olarak
tanımlıyor. Vera’da öyle. Bu nedenle aralarında güçlü bir bağ var. Cadılık,
onlara göre birer koruyucu kalkan. “Sonunda bu dünyaya dayanabilenler de en
esaslı cadılar oluyor.” cümlesinin durumu özetlediğine eminim. Kadının
dışlandığı, hor görüldüğü, değersiz ve itibarsızlaştırıldığı ülkelerde galiba
“cadı” olabilmek tek kurtuluş yolu! Ne yazık ki…
Seneler önce bir kazada
hayatını kaybeden eşi için şöyle diyor Vera: “Erkekler bazen kazalara kurban
giderler ve tüm paraları karılarına kalır.” İşte tam da bu cümle Dolores’e yol
gösteriyor. Dışardan gelebilecek tehlikelere karşı bir dayanışma sergileyen
Vera ve Dolores, farklı yaşlardaki iki kadının birlik olduğunda neler
yapabileceğini ispatlıyor. Yazar, başından beri “ezik” bir tutum içerisine
soktuğu kadınını, son derece “feminist” bir bakış açısıyla yeni bir kılıfta
sunuyor. Egemen olan erkeği, güçsüz olarak nitelendirdiği kadın ortadan
kaldırmayı başarıyor. Her şey, herkesin o gün beklediği “tutulma”da
gerçekleşiyor. Ada halkının tamamı tutulmayı izlerken, Dolores planını
uygulamaya koyuyor. Planını başarıyla gerçekleştirdiğinde ise hiç ummadığı bir
olay başına yeni bir dert açıyor.
Ve ağzından şu cümleler
dökülüyor: “Ne yaptıysam sevgi için yaptım. Dünyada en güçlü aynı zamanda en
önemli sevgi, bir annenin evladına duyduğu sevgidir. Bundan ötesi yok.”
REJİ
VE UYARLAMA
Hakan Çimenser, rejisör
koltuğunda, elinden geleni yapmışa benziyor. Oyunun ana katmanı olan geriye
gönüş, sahnenin döner platform oluşuyla anlam kazanmış. Karakterlerin biri
girip, diğer çıkarken, adeta hayal dünyanızın kapılarını aralıyorlar.
“Yaşadıklarım aklımdan film şeridi gibi geçti” cümlesine uyum sağlayan bir
dekor anlayışı ve uygulanışı var. Kurgu mantığı romandakinden farklı olarak
seyirciyi şaşırtmak ve sürekli merak duygusunu ön planda tutmak için özel bir
biçimde oluşturulmuş. Her şeyi başından bilmemiz, etki yaratım sürecinde
bizlere ve oyuna bir şey kazandırmazdı. Dedektifin, olan biteni dışardan
izlemesi ve zaman zaman konuya dahil olması, hem seyirciyi oyuna dahil etmiş
hem de sorgulayıcı bir ortam yaratmış. Oyun boyunca, dedektif = seyirci olarak
gösterilmiş. Dolores ise anlatıcı rolünde. Tıpkı romanda olduğu gibi. Dedektife
benzer bir amaç üstlense de, seyircinin dikkatini çekmeyi başarmış.
Sahnenin altlı üstlü
kullanılışı, Dolores ile Selena’nın birbirine olan mesafesini vurgularken, dedektifin
olay yerinde gezinip, daha sonrası için ipuçları vermesine yaramış. Keza doruk
noktası üst kısımda ve akıllıca yaratılmış. Gözleri yormadığını da
belirtmeliyim. Gelelim bizleri başından beri ablukası altına alan barkovizyona.
İlk sahnedeki görüntü, Dolores’in sıkışmışlık duygusunu vermekte başarılı fakat
Joe’nun barkovizyon görüntülerini görmesek daha iyi olurdu. Bilinmezliğin,
gerilimi ve dikkati daha da arttıracağını düşünüyorum. Bu arada barkovizyonun
mekan tanıtımı yapması “olmasa da olurdu” diyeceğim cinsten.
DEKOR
– KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK
Yıpranmış bir tahta
masa ve sallanan sandalye, gerilim türüne bağlı olarak “teksas” filmlerini
aratmayan türden. Görsellik, kullandığı malzeme ve aksesuarlarla, akıllarda
psikolojik etkiyi yaratmayı becermiş. Vera’nın koltuğunun kırmızı oluşu
şehvetini, nevresimin beyaz oluşuysa her şeye rağmen içinde barındırdığı
iyiliğini, aynı zamanda da uzun süredir cinsel bir deneyim yaşamadığını
anlatmaya yetmiş. Tabii bütün bunlar karakterin özellikleriyle ilişikli. Dekorun
siyah oluşu karakterlerin karamsarlık içinde olduğunu betimlerken, fon, zamanı
anlamamıza yardımcı olmuş. (Gece – gündüz) Ali Cem Köroğlu’nu kutlarım.
Kostümler Ceren Karahan
imzalı. Vera’nın şık ve sürekli elbise değiştirmesi, zenginliğini, son sahnede
geceliğinin beyaz oluşu ise az sonra yaşananlara ithafen “kefen”i akıllara
getirmiş. Selena’nın değişim süreci tamamen kostümün başarısı. Dolores’in kırmızı,
kadife ve şuh elbisenin üstüne günlük kıyafetlerini giymesi ve bir anda tekrar
eski haline dönüşü, ruh halinin çabukluğunu yansıtmış. Dedektif ise, konuşmasa
bile dedektif. Kostüm her şeyi açıklamış. Joe, salaş giyinişiyle umursamaz ve
serseri oluşunu göstermiş.
Işık tasarımı, oyunun
genel ruh haline çok uygun. Sürprizlerle dolu sahnelerde nesnelerin görünmemesi
ve birden aydınlığa çıkışları gerilimi arttırırken, sorgu sahnelerinin fazla
aydınlık oluşu tersi bir etki yaratmış. Derinliği olan karakterlere
derinlemesine nüfuz eden bir ışık uygulanarak, hissiyatları daha güçlü
aktarılmış. Şükrü Kırımoğlu’na teşekkürler. Başlangıç müziği, “hüzünlü bir
hikaye anlatacağım sana” cümlesini vurgularken, film jeneriği tarzına da göz
kırpmış. Genel müzikler gerilimiyle, sahne geçişleri ve hızlandırılmış olaylar
bütünü ise, eğlenceli melodileriyle oyunun amacına ulaşmasını sağlamış. Efektler,
gelen aksiyonun habercisi niteliğinde istenileni yapmış. Ayrıca vapur ve yağmur
efektleri çok sahiciydi.
OYUNCULUKLAR
Fulya Koçak (Dolores),
olağanüstü bir performans sergileyerek, Dolores’in hissettiği duyguları en ince
noktasına kadar sahneye taşımayı başardı. Tolga Tuncer (Joe), yazımın başında
tarif ettiğim gibi serseri, ayyaş, umursamaz ve saplantılı oluşunu tüm doğallığıyla
seyirciye geçirebildi. Deniz Gökçe Kayhan (Selena), hem bunalımlı, ergen genç
kız, hemde vakur tipini canlandırmakta ustaca. Tolga Çiftçi (Dedektif)
etkileyici ses tonu ve rahat tavırlarıyla, klasik dedektif tipini hakkıyla
oynadı. Ve Serap Sağlar (Vera), oyunun komedi unsurlarıyla seyirciye nefes
aldırarak, gerek ses tonu, gerek iniş-çıkışları, gerekse hastalık
zamanlarındaki beden dilini kullanmasıyla alkışı hak etti. Bana göre oyunun
yıldızıydı.
Emeği geçen herkesi
kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…
ROMANDA
VAR, OYUNDA YOK
Bir postacı var ve
olayların şahidi olarak büyük bir rol oynamakta.
Sorgu sırasında sadece
Polis dedektifi değil bir de adli tıp uzmanı var.
Kurgu sıralamasında ilk
önce Dolores’in itirafları var. Oyunda sona saklanmış. Biz roman boyunca neden
(?) olduğuyla ilgileniyoruz.
Romanda birtakım
neslerin ileriye yönelik işlevlerinden bahsediliyor. Fakat bunlar oyunun ana
hatlarını oluşturduğu için söylenmeden sürpriz bir şekilde gösteriliyor.
Dolores, kaçıp giden
kızı hakkında bilgi sahibi. Fakat oyunda değil.
Olaylar gazete
yazılarıyla öğreniliyor. Oyunda ise ana haber mantığı kullanılmış.
Selena’nın cinsel
yönleri, oyuna göre daha ağır basmakta.
Dolores’in annesinin,
babasına uyguladığı şiddet oyun boyunca bahsedilmemekte.
Not: Oyun 135 dakika / 2 perdedir. 13+
Detaylı
bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr
2012-2013 Sanat Kurulu Övgüye Değer Kadın Oyuncu Ödülü: Deniz
Gökçe Kayhan
2012-2013 Tiyatro Eleştirmenler Derneği Yılın Kadın Oyuncusu Ödülü: Fulya Koçak
2012-2013 Tiyatro Eleştirmenler Derneği Yılın Kadın Oyuncusu Ödülü: Fulya Koçak
Filmini izlemek için: http://www.hdfilmsehri.com/dolores-claiborne-turkce-altyazili-tek-part-izle.html
OYUNA
DAİR FOTOĞRAFLAR
FİLM VERSİYONU
(1995)
STEPHEN KING
(1947 - )
EGE KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder