22 Ekim 2013 Salı

Koruyucu Kalkanı ‘Sevgi’ Olan Bir Cadı: “Dolores Claiborne” (Ankara DT)




DOLORES CLAİBORNE

Korku denince akla ilk gelen isimlerden biri olan, tüm kitapları satış rekorları kırıp, onlarca dile çevrilen, hemen hemen her eseri beyazperdeye aktarılan, ünlü yazar Stephen King’in 1992’de yazdığı bu eser, şu sıralar tiyatro sahnesinde izleyiciyi selamlamakta. Daha önce (1995) Taylor Hackford yönetmenliğinde sinemaya uyarlanan roman, J.D. McClatchy tarafından  opera formuna dönüştürülmüş. Romanın oyunlaştırılmasında gözümüze çarpan isimse, David Joss Buckley. Açıkçası, oyunlaştıranın yabancı olduğunu öğrendiğimde, esere daha sadık kalacağını düşünmüştüm. Malum biz türkler uyarlama konusunda pek iyi değiliz. Tabii romanı birebir yansıtmakla da iyi olunmuyor. Önemli olan sağlam bir temele oturtarak, özünü ve cismini yakalayabilmek. Şunu söylemeden yapamayacağım. Bu oyundan sonra, bir kez daha Stephen King’in “toplumsal” bir yazar olduğunu anladım.

Dolores’in, dayakçı, sarhoş ve sapık kocası Joe, şiddetle dolu bir evde yaşamını idame ettirmeye çalışan, akla hayale gelmeyecek kötülüklere maruz kalan kızı Selena, yaşadığı olaylar sonucu kendisine bir o kadar yakın hissettiği, çalıştığı evin hanımı Vera ve yirmi yıl önceki davayı tekrar açan polis dedektifi Thibodeau. Her ne kadar birbirlerinden bağımsızlarmış gibi görünseler de aslında durum tam tersi bir noktada. Psikolojik gerilim türüne sahip oyun, Stefan King’in genel tarzından biraz uzakta duruyor. Ayrıca Stefan King, çoğu romanında olduğu gibi Dolores Claiborne’de de, kendi yaşamından bir şeyler katmış. (Alkol sorunu) 

Sosyolojik ve psikolojik öğelerle dolu olan oyunun en belirgin teması “kadın(lık).” Dolores’in, Vera’nın evinde çalışarak kazandığı tüm parayı, kocası Joe kendi hesabına geçiriyor. (Geçirmeye yetkisi yokken) Fakat durumdan haberdar olan Dolores, kendi parasını tekrar kendi hesabına geçiremiyor. Burada erkeğin, kadından daha fazla yaptırım gücünün olduğu ve kontrolü kendi elinde tutabileceği vurgulanmış. Tabii cinsler arasındaki eşitsizliği de unutmamak gerek. Öte yandan kızının, son zamanlarda eve geç gelişini, kocasından yediği dayakları, ve en önemlisi Joe ile Selena’nın ensest ilişkisini kimseye açıklayamayan Dolores, toplum baskısının bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Yalnızca toplum baskısı değil, “anne” baskısı da ön planda şekilleniyor. Babası ile yaşadığı durumu annesine açıklamak istemeyen Selena, annesinden utandığı için değil, annesinin onu öldüreceğini düşündüğü ve ondan korktuğu için dile getiremiyor. Bu şekilde düşünmesindeki etken ise babasının ona anlattığı kısmen gerçek ama çoğu yalan ifadeler. Mekansal açıdan değerlendirdiğimizde, kadının dayak yediği ve erkek tarafından baskı gördüğü yerler; ev ya da sorgu odası. Yani erkeğin baskın olduğu yerler. İlerde, Dolores baskın konuma geçse de, genel anlamda bu böyle! Maalesef… Zamansal olarak irdelendiğinde ise, tek günmüş gibi gözükse de geri dönüşler çok sık.

Oyunda açıkça belirtilen bir diğer husus, her şeyden önce kişinin, başkaları yerine kendini düşünmesi ve bu yolda ilerleyerek birtakım değerlerin farkına varması gerektiği. Özellikle de kendinin. Zaman içersinde Vera’nın rehberliğiyle, birey olduğunun bilincine varan Dolores, bunun neticesinde kızına karşı duyduğu koruma içgüdüsü ağırlığından (sevgi) ve tüm parasını üzerine geçirip ona “aptal” muamelesi yapan kocası Joe’dan intikam almaya söz veriyor. Dolores kendini cadı olarak tanımlıyor. Vera’da öyle. Bu nedenle aralarında güçlü bir bağ var. Cadılık, onlara göre birer koruyucu kalkan. “Sonunda bu dünyaya dayanabilenler de en esaslı cadılar oluyor.” cümlesinin durumu özetlediğine eminim. Kadının dışlandığı, hor görüldüğü, değersiz ve itibarsızlaştırıldığı ülkelerde galiba “cadı” olabilmek tek kurtuluş yolu! Ne yazık ki…  

Seneler önce bir kazada hayatını kaybeden eşi için şöyle diyor Vera: “Erkekler bazen kazalara kurban giderler ve tüm paraları karılarına kalır.” İşte tam da bu cümle Dolores’e yol gösteriyor. Dışardan gelebilecek tehlikelere karşı bir dayanışma sergileyen Vera ve Dolores, farklı yaşlardaki iki kadının birlik olduğunda neler yapabileceğini ispatlıyor. Yazar, başından beri “ezik” bir tutum içerisine soktuğu kadınını, son derece “feminist” bir bakış açısıyla yeni bir kılıfta sunuyor. Egemen olan erkeği, güçsüz olarak nitelendirdiği kadın ortadan kaldırmayı başarıyor. Her şey, herkesin o gün beklediği “tutulma”da gerçekleşiyor. Ada halkının tamamı tutulmayı izlerken, Dolores planını uygulamaya koyuyor. Planını başarıyla gerçekleştirdiğinde ise hiç ummadığı bir olay başına yeni bir dert açıyor.

Ve ağzından şu cümleler dökülüyor: “Ne yaptıysam sevgi için yaptım. Dünyada en güçlü aynı zamanda en önemli sevgi, bir annenin evladına duyduğu sevgidir. Bundan ötesi yok.”

REJİ VE UYARLAMA

Hakan Çimenser, rejisör koltuğunda, elinden geleni yapmışa benziyor. Oyunun ana katmanı olan geriye gönüş, sahnenin döner platform oluşuyla anlam kazanmış. Karakterlerin biri girip, diğer çıkarken, adeta hayal dünyanızın kapılarını aralıyorlar. “Yaşadıklarım aklımdan film şeridi gibi geçti” cümlesine uyum sağlayan bir dekor anlayışı ve uygulanışı var. Kurgu mantığı romandakinden farklı olarak seyirciyi şaşırtmak ve sürekli merak duygusunu ön planda tutmak için özel bir biçimde oluşturulmuş. Her şeyi başından bilmemiz, etki yaratım sürecinde bizlere ve oyuna bir şey kazandırmazdı. Dedektifin, olan biteni dışardan izlemesi ve zaman zaman konuya dahil olması, hem seyirciyi oyuna dahil etmiş hem de sorgulayıcı bir ortam yaratmış. Oyun boyunca, dedektif = seyirci olarak gösterilmiş. Dolores ise anlatıcı rolünde. Tıpkı romanda olduğu gibi. Dedektife benzer bir amaç üstlense de, seyircinin dikkatini çekmeyi başarmış.

Sahnenin altlı üstlü kullanılışı, Dolores ile Selena’nın birbirine olan mesafesini vurgularken, dedektifin olay yerinde gezinip, daha sonrası için ipuçları vermesine yaramış. Keza doruk noktası üst kısımda ve akıllıca yaratılmış. Gözleri yormadığını da belirtmeliyim. Gelelim bizleri başından beri ablukası altına alan barkovizyona. İlk sahnedeki görüntü, Dolores’in sıkışmışlık duygusunu vermekte başarılı fakat Joe’nun barkovizyon görüntülerini görmesek daha iyi olurdu. Bilinmezliğin, gerilimi ve dikkati daha da arttıracağını düşünüyorum. Bu arada barkovizyonun mekan tanıtımı yapması “olmasa da olurdu” diyeceğim cinsten.

DEKOR – KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK

Yıpranmış bir tahta masa ve sallanan sandalye, gerilim türüne bağlı olarak “teksas” filmlerini aratmayan türden. Görsellik, kullandığı malzeme ve aksesuarlarla, akıllarda psikolojik etkiyi yaratmayı becermiş. Vera’nın koltuğunun kırmızı oluşu şehvetini, nevresimin beyaz oluşuysa her şeye rağmen içinde barındırdığı iyiliğini, aynı zamanda da uzun süredir cinsel bir deneyim yaşamadığını anlatmaya yetmiş. Tabii bütün bunlar karakterin özellikleriyle ilişikli. Dekorun siyah oluşu karakterlerin karamsarlık içinde olduğunu betimlerken, fon, zamanı anlamamıza yardımcı olmuş. (Gece – gündüz) Ali Cem Köroğlu’nu kutlarım.

Kostümler Ceren Karahan imzalı. Vera’nın şık ve sürekli elbise değiştirmesi, zenginliğini, son sahnede geceliğinin beyaz oluşu ise az sonra yaşananlara ithafen “kefen”i akıllara getirmiş. Selena’nın değişim süreci tamamen kostümün başarısı. Dolores’in kırmızı, kadife ve şuh elbisenin üstüne günlük kıyafetlerini giymesi ve bir anda tekrar eski haline dönüşü, ruh halinin çabukluğunu yansıtmış. Dedektif ise, konuşmasa bile dedektif. Kostüm her şeyi açıklamış. Joe, salaş giyinişiyle umursamaz ve serseri oluşunu göstermiş.

Işık tasarımı, oyunun genel ruh haline çok uygun. Sürprizlerle dolu sahnelerde nesnelerin görünmemesi ve birden aydınlığa çıkışları gerilimi arttırırken, sorgu sahnelerinin fazla aydınlık oluşu tersi bir etki yaratmış. Derinliği olan karakterlere derinlemesine nüfuz eden bir ışık uygulanarak, hissiyatları daha güçlü aktarılmış. Şükrü Kırımoğlu’na teşekkürler. Başlangıç müziği, “hüzünlü bir hikaye anlatacağım sana” cümlesini vurgularken, film jeneriği tarzına da göz kırpmış. Genel müzikler gerilimiyle, sahne geçişleri ve hızlandırılmış olaylar bütünü ise, eğlenceli melodileriyle oyunun amacına ulaşmasını sağlamış. Efektler, gelen aksiyonun habercisi niteliğinde istenileni yapmış. Ayrıca vapur ve yağmur efektleri çok sahiciydi.

OYUNCULUKLAR

Fulya Koçak (Dolores), olağanüstü bir performans sergileyerek, Dolores’in hissettiği duyguları en ince noktasına kadar sahneye taşımayı başardı. Tolga Tuncer (Joe), yazımın başında tarif ettiğim gibi serseri, ayyaş, umursamaz ve saplantılı oluşunu tüm doğallığıyla seyirciye geçirebildi. Deniz Gökçe Kayhan (Selena), hem bunalımlı, ergen genç kız, hemde vakur tipini canlandırmakta ustaca. Tolga Çiftçi (Dedektif) etkileyici ses tonu ve rahat tavırlarıyla, klasik dedektif tipini hakkıyla oynadı. Ve Serap Sağlar (Vera), oyunun komedi unsurlarıyla seyirciye nefes aldırarak, gerek ses tonu, gerek iniş-çıkışları, gerekse hastalık zamanlarındaki beden dilini kullanmasıyla alkışı hak etti. Bana göre oyunun yıldızıydı.

Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…

ROMANDA VAR, OYUNDA YOK

Bir postacı var ve olayların şahidi olarak büyük bir rol oynamakta.
Sorgu sırasında sadece Polis dedektifi değil bir de adli tıp uzmanı var.
Kurgu sıralamasında ilk önce Dolores’in itirafları var. Oyunda sona saklanmış. Biz roman boyunca neden (?) olduğuyla ilgileniyoruz.  
Romanda birtakım neslerin ileriye yönelik işlevlerinden bahsediliyor. Fakat bunlar oyunun ana hatlarını oluşturduğu için söylenmeden sürpriz bir şekilde gösteriliyor.
Dolores, kaçıp giden kızı hakkında bilgi sahibi. Fakat oyunda değil.
Olaylar gazete yazılarıyla öğreniliyor. Oyunda ise ana haber mantığı kullanılmış.
Selena’nın cinsel yönleri, oyuna göre daha ağır basmakta.
Dolores’in annesinin, babasına uyguladığı şiddet oyun boyunca bahsedilmemekte.


Not: Oyun 135 dakika / 2 perdedir. 13+

Detaylı bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr

2012-2013 Sanat Kurulu Övgüye Değer Kadın Oyuncu Ödülü: Deniz Gökçe Kayhan
2012-2013 Tiyatro Eleştirmenler Derneği Yılın Kadın Oyuncusu Ödülü: Fulya Koçak




OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR






FİLM VERSİYONU
(1995)



STEPHEN KING
(1947 -     )


EGE KÜÇÜKKİPER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder