TENEKE
Yaşar Kemal’in 1955’de
roman olarak yazdığı, ardından tiyatroya uyarladığı, ilk kez 1966’da Engin
Cezzar – Gülriz Sururi tarafından sahnelenen, 1979’da ise İzmir Devlet Tiyatrosu
repertuarına katılan “Teneke”, bu sezon (2013-2014) Ankara DT’da seyircisiyle
buluşuyor. Yazarın diğer eserleri gibi Çukurova’yı mekan seçen oyun, tipik bir
anadolu sorununu ele alıyor. Yazıldığı günden bugüne güncelliğini (yine ne
yazık ki demek durumundayım) yitirmeyen metin, yüzyıllar boyu süregelen “ağa”
egemenliğini çarpıcı bir dille izleyicisine sunuyor.
Bir su düşünün… Çeltik
tarlalarından, evlerin içine kadar gelen bir su… Çocukların sıtmaya yakalanıp,
can verdikleri bir su... Sivrisineklerin
eksik olmayacağı bir su… Hoşunuza gitmedi değil mi? Aynı suyu tekrar düşünün… Ağaların,
ceplerini doldurabilecekleri bir su… Suyun başındakileri memnun edecek bir su…
Bozuk düzenin devamlılığını sağlayacak bir su… Kısacası her koşulda hoşunuza
gitmeyecek bir su…
Bir sistem eleştirisi
olan metin, tahsilli, kibar ve efendi olarak sunduğu Kaymakam karakterini, cahil,
kaba ve zorba ağaların elinde kukla olarak oynatarak, bu düzende
(düzensizlikte), okumanın ve diyalog kurmanın bir öneminin olmadığının üstüne
basıyor. Ve iki kutup arasındaki dil farklılığını ön plana çıkarıyor. Tüm
bunları yaparken, kişiyi sistemin bir parçası haline dönüştürmeyerek, mücadeleci
ruhundan taviz vermiyor. Birey üzerinden hareketle şekillenen oyun, “bir mermi
beş kuruş” cümlesini sıkça yineleyerek, insan yaşamının ucuzluğuna değinirken,
aynı zamanda paranın en güçlü meta oluşunun altını ince ince çiziyor.
Eser, çıkarları
doğrultusunda devletini baştacı edenlerin, tersi bir durumda aynı devleti
reddedip, ülkesindeki refahın mimarı olarak kendilerine pay biçenlerin, çift
yönlü bir politikanın ürünü olduklarını hicvederken, insanın mı devlet için,
yoksa devletin mi insan için olduğu sorusunu akıllara getiriyor. Sistemin
değişip, değişmeyeceğinin de cevabını arayan oyun, ağa çokluğunu baz alarak,
çok başlı devlet sistemine vurgu yapıyor. Ayrıca, başından beri gücü ve baskıyı
(şantaj, tehdit, silah vb. şeylerle) elinde bulunduran “erkeğin”, zorluklar karşısında
boyun eğerek, yerini “Anadolu kadını”na bırakması da, her koşulda korkusuzca
şekillenen kadının rolünü bir kez daha gözler önüne seriyor.
Yaşar Kemal, yapıtlarında
yer vermekten vazgeçemediği Kürt karakterlerine, bu yapıtında da, “kahraman” ve
“kurtarıcı” rollerini giydiriyor. (Kendisi de Kürt asıllıdır) Köyün tüm
erkekleri bozuk düzene baş kaldıramazken, Kürt Mehmet Ali’nin, silahını kuşanması
bu duruma bir örnek teşkil ediyor. Ediyor etmesine fakat kahramanlık elbisesini
kuşanan kişinin, (M.Ali) başkalarının katili olarak bu sıfatı hak ettiğini
gördüğümde, ister istemez şu sorular kafamı kurcalıyor. Bir katili ortadan
kaldırmak için, umudu başka bir “kurtarıcıya” bağlamak ne kadar doğru? Sorunlu
olan bir düzenin, çözümünü bu yolla aramak ne derece masum?
“Şimdi anlatacağımız
hikaye, başka yerde, başka insanların başına gelmekte.” cümlesinden yola
çıkılarak kurgulanan eser, tayini Çukurova’ya çıkmış, saf bir Kaymakamın,
Çukurova’nın ağa”lar”ına karşı verdiği mücadeleyi konu alarak, değişmeyen ve
değişmeyecek olan düzenin haberciliğini yapıyor. Bu haberin manşetini de şöyle
atıyor: “Bir ağa gelir, bir ağa gider,
bu düzen (!) de böyle devam eder…”
REJİ
Aynı masanın iki farklı
kişiye hizmet etmesi (Kaymakama ve ağalara), “alet etmeye” ve “bulaştırmaya”
yönelik tutumlara emsal oluştururken, Kaymakamın ayakta, ağaların oturur vaziyette
konumlanışı, bu işlerde makamın bir öneminin olmadığını göstermiş. Yapılan
tehdit ve şantajların, toprak üstünde sergilenmesi, ulaşılmak istenen hedefi
açıkça belirtmiş. Çanta ve fincan metaforlarının, ter kurgu mantığı baz
alınarak aktarılması merak duygusunu ön plana çıkarırken, anlatıcı yolunun
tercih edilmesi, metnin sahip olduğu hikaye formuna katkı yapmış. Saç yıkama
sahnesi, olayın “gerçekliğini” gözler önüne sererken, çantanın açılır
pozisyondaki durumu “oynatılmışlık” duygusunu vermeyi başarmış. Gürol Tonbul’u,
bu harika rejisinden dolayı kutlarım.
DEKOR
– KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK
Evlerin taştan,
merdivenlerin dışardan, damın ise düzlükten meydana gelişi, has Çukurova
yapısını hissettirirken, fondaki çeltikler anlatımı güçlendirmiş. Ayrıca
boyutlarının normalden büyük oluşu, ironiyi arttırarak, kavganın küçüklüğüne göz
kırpmış. Tempolu sahnelerde giderek kırmızıya bürünen fon, gelecek olan hadiseyi
haber verirken, zamansallığı yakalayabilmiş. Fakat gündüz sahnelerinde fonun,
sarı yerine Çukurova’nın kavurucu güneşine uyum sağlayan turuncu olmasını
isterdim. Tayfun Çebi’ye teşekkürler…
Funda Çebi imzalı
kostümler, yörenin giyim tarzını betimlerken, kişilerin üstlerinden sarkan
çaputlar, bir “dilek” içinde oldukları mesajını vermiş. Bu arada patır patır
karakterinin başına bir takke geçirilmesi çok daha iyi olurdu. Anlatıcıya uygun
sahne ışığının yanı sıra, detay aydınlatması da (pencereden sızanlar) başarılı
olan tasarımın yaratıcısı Zeynel Işık, kavga sahnelerinde duvara yansıttığı
gölgelerle beni hayal kırıklığına uğrattı. Keşke karakterler sabit olsaydı da,
aralarındaki mesafe ile yansıtılan gölgedeki “büyük” (ezen), “küçük” (ezilen)
ayrımı yapılabilseydi. Oyun boyunca duyulan müzik, bu adaletsiz düzene yakılan
bir ağıt niteliğinde karşımıza çıkarken, davul ve sazın canlı olarak dinletimi
ise Anadolunun ruhumuzda yeşerttiği değerler bütününü sembolize etmiş.
OYUNCULUKLAR
Nusret Şenay, hem
neşeli hem hüzünlü halleriyle, ses tonu ve beden dilini kullanımıyla oyunun
yıldızıydı. Şahin Ergüney, tutumlu ve kibar oyunculuğunun yanı sıra haksızlığa
tahammül edemeyişini, içten içe seyirciye aktardı. Osman Nuri Ercan, rolünün
hakkını tam olarak verirken, gerek şivesi gerek tiplemesiyle alkışı çoktan hak
etti. Bahadır Karasu, seyirciye nefes aldıran, komedi unsurunu pekiştiren
oyunculuğuyla kalpleri feth etti. Leyla Aykan, Anadolu kadının gücünü ve rolünü
başarıyla üstlenerek hafızalara kazındı. Alpay Ulusoy, Kaymakam karakterini
içine sindirerek, gidişata göre değişen durumunu izleyiciye verebildi. Ve Çetin
Azer Aras, söylenecek hiçbir söz yok. Yaşadı, oynadı, bütünleşti.
Emeği geçen herkesi
kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…
Not:
Oyun 160 dakika / 2 perdedir. Kuru-sıkı silah patlamaktadır.
Ayrıntılı
bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr
OYUNA
DAİR FOTOĞRAFLAR
YAŞAR KEMAL
(1923 - )
EGE KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder