24 Ekim 2013 Perşembe

Tarihselin İçindeki Evrensel: “Kösem Sultan” (Ankara DT)




KÖSEM SULTAN

I.Ahmed’in eşi, IV.Murad ve Deli İbrahim’in annesi, IV.Mehmet’in babaannesi Kösem Sultan’ın üç adı vardı. Anastasya, Mahpeyker (Ay yüzlü) ve Kösem (Önde giden) 

“IV. Murat” ve “Deli İbrahim”den sonra iktidar üçlemesinin son halkası olan “Kösem Sultan”, Turan Oflazoğlu tarafından 1980’de kaleme alındı. Tarihi oyunlara “belgesel” niteliğinde bakılsa da, dramatik bir yapının yeşerttiği, olay akışlarının ve karakterlerin, tiyatro metni içerisinde kendine yer bulduğunu unutmamak lazım. 28 yıl sonra Ankara DT’de sahnelenen Kösem Sultan, tarihin ışığında yolunu bularak, çok sağlam bir yapının üzerine temellendirilmiş bir metin. Turan Oflazoğlu’nun türkçesi ise, şairane. Şu sıralar İBBŞT’da, Engin Uludağ rejisiyle sahnelenen oyunu, Ankara DT’da, 100 kişilik dev bir oyuncu kadrosu ve 30 kişilik teknik ekibiyle, Murat Atak rejisinden seyretme fırsatı buldum. Ayrıca belirtmekte yarar var ki, 2010’da Selda Alkor tarafından “Mahpeyker” adı ile filme alınmıştı.

Özünde, oğlu İbrahim’i boğdurarak, yerine torunu, yani çocuk yaştaki IV. Mehmet’i tahta geçiren ve bu sayede iktidarı elinde bulunduracağını sanan (zamanla torununu da öldürmek isteyecek) Kösem Sultan’ın, gelini Turhan Sultan ile olan çatışmalarını 1648-1651 yılları arasında anlatan eser, trajik bir son ile bitse de, her şeyin sükuta erdiğini, hayatın normal akışına tekrar kavuştuğunu, devletin bir yükseliş dönemine girdiğini kanıtlamıyor. Osmanlı Devleti eli kanlı bir “kadın” hükümdardan kurtulsa da sırtında kambur olmaya devam eden bir başka “kadın” hükümdarla mücadele ediyor. Kurtulması da biraz güç gibi duruyor. 

Hem halkın hem de saraydakilerin, çocuk padişahın ağzından çıkacak buyrukları beklemeleri ve verilen buyruklara uymaları, devletin ne kadar güçsüz hatta savunmasız olduğunu betimlerken, Kösem Sultan ve ağalarının kendi çıkarlarını, devletin çıkarlarından üstün tutmaları da düzenin çarpıklığını gözler önüne seriyor. Alınan rüşvetler ve piyasaya sürülmeyen eksik akçeler de bu çarpıklığa tuz biber ekiyor. Oyun tezatlıklar üzerine kurulu. Bu tezatlık, ilk görüşte iyi ile kötülüğün tezatlığı gibi görünse de, daha derinlerde hak ile haksızlık, çok başlı devlet yönetimi, siyaset ile askeriye ya da saray mensupları ile halk arasındaki eşitsizlik olarakta okunabilir. Bu tezatlıkları açacak olursak;

Osmanlı Devleti, her zaman “bin başlı” bir devletti. Kösem Sultan devrindeki çok başlılık yani Kösem Sultan ile Turhan Sultan arasındaki rekabet, devletin çöküşüne zemin hazırlayan en etkili faktör. (En azında oyunda bu şekilde bir anlatım tercih edilmiş) Buradan yola çıkarak iyi ile kötünün sentezini de yapabiliriz. Turhan Sultan’ın, Kösem Sultan’ı alt edebilmesi için tek yolu, kötülüğü özümsemesi ve bunu iyiliğine yedirebilmesi. Yani kötülüğü yok edebilmek için yine kötülüğe başvurması. Aynı kutupların birbirini itmesi de diyebiliriz. Öyleki bu yaratıyı anlamlandıracak en iyi cümle, Turhan Sultan’nın: “Seni kuşandım Kösem. Sana karşı.”  demesi olacaktır. Halk ile haksızlık konusuna daha önce rüşvet vb. gibi olaylarla değinmiştim fakat bunlarla sınırlı kalmayan Kösem’in, hak etmeyen kişileri, hak etmedikleri mevkilere getirmesi, torununu, iktidarının önünde bir engel olarak görüp, zehirlemek istemesi de bu başlığa emsal oluşturuyor.

Yeniçerilerin (dönemin ordusu), yönetime karışmak istemesi ve isyan çıkarması, siyasi ile askerinin çatışmasının en güzel örneği. “Darbe” zihniyetinin o günlerden bu günlere miras kaldığı aşikar. Sarayın halka olan uzaklığı ise, her şeyden habersiz olup, sonunu hazırlayan Kösem Sultan’dan anlaşılıyor. Fakat halk, saraya uzak değil. Bilakis çok yakın.  Olan bitenin o kadar farkında ki, saray mensupları bile içlerinde oldukları durumun farkındalığına bu kadar erememişlerdir. Kösem Sultan’ın bu durumu özetleyen güzel bir sözü var: “Olaylar karmakarışık olmalı, o kadar karışık olmalı ki bir tek biz anlayabilelim.” Lakin olayların gidişatı bu cümleyi tersi bir duruma getirmekte gecikmiyor. Aslında iki yüzlü olan sadece saray ahalisi değil. Halk, önceleri kötü, hilebaz ve katil olarak gördüğü Kösem Sultan’ı, eline üç kuruş para geçip, rahata erdiğinde “anası” olarak benimsiyor. “Böyle halka böyle baş” demekte bana düşüyor.

Kösem Sultan oyunu, her ne kadar kanlı ve hainliklerle dolu görünse de, savaş karşıtı oyunların başında gelmektedir. Bu söylemimi sevgili Turan Oflazoğlu, Şeyhülislam Bahai’nin ağzından aktarır. İngiliz elçisinin, savaşan iki devlete birden yardım etmesi (Bunlardan biri Osmanlı. Kendi devleti savaşta yok) ve “biz kendimiz için iyi olanı yaparız” demesi üzerine Bahai’nin: “Savaş bile olsa” deyip, bir güzel nutuk çekmesi, oyunun alt temalarından birini oluşturuyor. “Ülkeyi bataklıktan kurtaracak çok fazla “dürüst” insan var fakat yanındakiler hırsız.” dersem, bütün anlatmak istediklerimi aktarmış olurum. Su yolunu bulmuş akıyor fakat taşa da bilir. Eser, ne yazık ki güncelliğini hala korumakta. Tarihsel oyunları izledikçe, günümüz dünyasında hiçbir şeyin değişmediğini gördükçe kahroluyorum! Padişahlıktan demokrasiye (!) hep aynı…

Hikaye ne zaman geçiyor diye var mı soran?
Varsa, cevap: oyun hep şimdi, bu an.
Evet, zaman yaşanmakta olan zaman. (2. Perde 7. Sahne)

Ve gelenekler. IV. Mehmet’in sünnet düğününü şenlendiren meddah Tıfli, yarı klasik yarı modern bir şekilde karşımıza çıkıyor. Şaka yollu her entrikayı ortaya çıkarırken tepki görse de, Kösem Sultan tarafından “Bırakın canım aydınlanalım.” cümlesiyle, meddah dönemin “aydını” olarak bizlere sunuluyor. Son olarak Kösem Sultan’ın “kadın”lığından bahsetmek istiyorum. Yazımın giriş kısımlarında kadın teması üzerinde durmuştum. Hayatını tam olarak yaşayamayan insanlar, kafayı başka şeylere takar. Kösem Sultan kendini doğuştan Sultan olarak görüyor ve bu yolda kadınlığını hiçe sayıyor. Sevgisiz, şefkatsiz, aşksız ve doyumsuz oluşunu buna bağlamak mümkün. Öyle ya o, İbrahim gibi bir çılgını ve Murat gibi bir canavarı doğurdu!

REJİ

Yazı boyunca bahsettiğim zıtlıkları, Murat Atak muhteşem bir görsellikle sahneye yansıtmış. Tarafların yerleşimini ve safların belirtilmesini net bir biçimde belli etmiş. Son sahnede Kösem Sultan’ın boğdurulmasıyla düşüşü, aynı anda Turhan Sultan’ın sahneden yükselişi de bu uyumu destekleyerek sonucun açıklığını ortaya koymuş. Bu düşüş orkestra çukuruyla akıllıca kotarılmış. İpin gerçekten boyuna geçmemesi, geç”miş” gibi yapılması da “kurgu” oluşunu nitelemiş. Bazı olayların perde arkasında geçmesi, gizli-saklı oluşunu anlatmada rol oynarak, oyunu gereksiz sahnelerden kurtarmış. Esnafın ön kısımda yani perde önünde, perde arkasına dair konuşması farkındalığı temsil etmiş.

Sahneler arası geçiş bazen diyalog yoluyla bazen klasik bir biçimde (ışık karartılarak) sağlanmış. Sesler, olayların öncesini ve sonrasını aktarıp, “hikaye” izlenimi vererek oyunun yapısı içerisinde hedeflediği amaca ulaşmış. Ayrıca karakterlerin kendi ağızlarından, seyirciye taraf, düşüncelerini ve durumlarını anlatması da kurgu mantığının dışına çıkılmadığını göstermiş. Dans sahnesi ise oyuna dinamizm katarak, seyirciye nefes aldırmayı bilmiş. Son olarak bugünün iktidarıyla bağdaşlaşsa bile daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi “çapulcu” kelimesinin kullanılması hoş kaçmamış. Bu etkiyi yeni yazılan oyunlarda görmeyi yeğlerim. Ve en önemlisi Kösem Sultan’ın bir anti karakter olarak tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkması alkışı hak etmiş.

DEKOR – KOSTÜM – IŞIK – MÜZİK

Osmanlı Devleti’nde önemli bir yere sahip olan hilal (afişi de oluşturmakta), oyunda bir büyük bir de küçük olmak üzere iç içe geçerek ana dekoru oluşturmuş. Dekorun yüksek oluşu, makam ve mevkinin de yüksekliğini belirtirken, aynı zamanda eğimli oluşu, “her an ayağın kayabilir” düşüncesini vermeye yetmiş. Yürüme kısımlarının altının boş oluşu ise, “yerine çok güvenme, boşluğa düşebilirsin” cümlesini akıllara getirmiş. Ah bir de gacırdamasa! Duvarların üçgen biçimli hali, Kösem – Turhan – IV.Mehmet sacayağını temsil etmiş. Sivriliği ise keskinliği göstermiş. Fondaki İstanbul panaroması, mekanı bildirerek, görselliği güçlendirmiş. Behlüldane Tor’a bu güzel ve çok amaçlı dekor için teşekkürler.

Kostümler Funda Çebi imzalı. Daha ilk kostümü gördüğümde modernize olduğunu anladım. Fazla ışıltılıydı. Osmanlı’nın şaşaasını yansıtması açısından ve hazinede para olmamasına karşın lüksten uzak durulmayarak devleti çöküşe hazırlamasını göz önüne alırsak elbette doğru olan buydu fakat anlatılan dönemin “duraklama devri” olduğu düşünülürse, bunu yansıtmak daha doğru olacaktı diye düşünüyorum. Aynı şeyi ışık tasarımı için de söyleyebilirim. Oyunun atmosferine uygun bir şekilde daha karanlık olmasını beklerdim. (Özellikle Kösem Sultan’ın olduğu sahneler) Ne de olsa dönem karanlık bir dönem. Son sahnenin ise hem kurtuluş hem de ölümü ele aldığımız takdirde, haddinden fazla aydınlık oluşu daha etkili olurdu. Perde arkasında yaşanan olayların ışığı ise sır gibi puslu bir hava altında geçtiğini vurgulamış. Ersen Tunççekiç’i emeğinden dolayı kutluyorum.

Müzik dediğimizde Murat Gedikli karşımıza çıkıyor. Çoğu, gerilim, korku ve entrikayla bezeli. Yer yer “dizi müziği”ni andırsa da Mehter takımının ve Itri’nin ezgileri, bizleri döneme daha da yakınlaştırmış. Hüzünlü müzikler ise dramatik yapının öne çıkışına etki etmiş. Efektler, gelecek olan aksiyonun habercisi niteliğinde merak uyandırıcı. Koreografi oyunun en başarılı öğesi. Çatışma sahneleri muazzam. Deniz Çığ ve eskrim eğitmeni Ali Tayla harikalar yaratmış. Bütünlük ve coşku bir arada verilmiş.

OYUNCULUKLAR

Özlem Ersönmez (Kösem), duygu değişimlerini, ses tonunu ve beden dilininin kullanımında çok usta olduğu belli. Büyük bir performans sergileyerek alkışı sonuna kadar hak ediyor. Elvin Beşikçioğlu (Turhan) için de farksız bir şey söyleyemem. Mithat Erdemli (Bektaş Ağa), Kösem’e aşkını itiraf ederken, Mehmet Gürkan (Şeyhlüislam Bahai) doğruları haykırırken, Tolga Tecer (Siyavuş Paşa) nefsini terbiye ederken, Tolga Çiftçi (Murat Paşa) bakışlarıyla büyülerken, Nejat Armutçu (Meddah Tıfli) hoş sohbetliği ve şen şakraklığıyla keyif aldırırken, Eda Aydınlı (Meleki) çaresiz ve çift taraflılığıyla ve çocuk oyuncumuz tüm doğallığıyla sempatiyi toplarken çok ama çok başarılıydılar. Kalabalık bir kadro olduğu için ancak bu kadarını değerlendirebildim. Tüm ekibi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim.

BROŞÜRDEN ÖĞRENDİKLERİM

Oyun kişileri, dönemin yaşamış kişilerinden, bilinen isimlerden seçilmiştir. Siyavuş Paşa, sadrazamlık görevine Murat Ağa’dan sonra gelmemiştir fakat oyunda sıralama farklıdır. (Eserin dramatik yapısının bozulmaması için) Özdemir Nutku, “Meddahlık ve Meddah Hikayaleri” kitabında Tıfli’nin, dönemin en önemli meddahı olduğunu belirtir. Asıl adı Ahmet’tir. Itri’nin, “Salat-ı Ümmiye”si sünnet törenlerinde bir ritüel olduğu için kullanılmıştır.


Not: Oyun 160 dakika / 2 perdedir.

Not 2: Bahsi geçen oyun, izlediğim 100. Oyundur.

Ayrıntılı bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr

Kösem Sultan hakkında detay için: http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6sem_Sultan


OYUNA DAİR FOTOĞRAFLAR






A. TURAN OFLAZOĞLU
(1932 -     )



EGE  KÜÇÜKKİPER

1 yorum:

  1. Sayın Küçükkiper, güzel yazınızı, anlamlı eleştirinizi ne yazık ki yeni okudum. Haberim olmamıştı. Öncelikle olumsuz eleştirileriniz için teşekkür ederim. Ancak bir hususu özellikle belirtmek isterim ki, "çapulcu" sözü orijinal metinde vardır ve oyun yazıldığında Tayyip bey henüz aktif siyasete dahi girmemişti:) Oyundan bazı cümleleri hatta sahneleri çıkarttık ama asla tek bir sözcük dahi eklemedik. Zaten böyle bir girişim yazara büyük bir ihanet olmakla beraber, Oflazoğlu'nun şiirselliğine de halel getirirdi. Bir de oyunun bütününü dikkatle izlemiş olduğunuzdan eminim ama giriş cümlenizdeki sehven yazılmış "anneanne" yi "babaanne"ye çevirirseniz, okuyucuların kafa karışıklığını gidermiş olursunuz. Tekrar teşekkürlerimle. Murat ATAK

    YanıtlaSil