ARTURO Uİ’NİN
ÖNLENEBİLİR TIRMANIŞI
'Büyük siyasi suçlular tamamen teşhir edilmeli ve gülünçlüklerinin esası
gösterilmelidir. Aslında bunlar büyük siyasi suçlular değil, büyük suçlu
politikacılardır. Bu da tamamen başka bir şeydir'. (Bertolt Brecht)
Bertolt Brecht, "Arturo Ui’nin Önlenebilir
Tırmanışı"nı 1941 yılında yazmış. (Devlet Tiyatroları’nda sadece bir kez
oynanmıştır. 1979-80 sezonu-Ankara) Fakat “yazmış” demekle geçiştirilemeyecek
kadar önemli birtakım gelişmeler, eserin ortaya çıkışına kaynaklık etmiş. Bu nedenle öncelikle değerli bulduğum gelişmeleri sizlere aktarmak istiyorum.
Brecht, bahsi geçen eserini, bir “gangster”
oyunu biçiminde yazma düşüncesine 1935 yılının sonlarında, New York’ta
bulunduğu sıralarda varmış. “Ana” oyununun Theatre Union’daki tartışmalı provalarına
katıldığı sırada, Amerika Birleşik Devletleri’nde zuhur eden organize suç
mafyasının birbiriyle olan rekabetindeki şiddet eylemlerine büyük ilgi duymuş.
Çeteler arasındaki kanlı çatışmaları yazan gazete kupürlerini toparlamış. Hanns
Eisler’le “toplumsal incelemeler” yaptıkları yalanına birbirlerini inandırarak
gangster filmlerini seyretmiş. 1940 sonu ile 1941 yılının başında Finlandiya’da
bulunduğu günlerde, yakın dostu ressam Hans Tombrock’a, “anavatanın içler acısı
durumunu gösteren” resimler yapmasını önermiş. (Bu resimler “Üçüncü Reich”, “Adolf
Hitler’in Alman Irkını Arıtması”, “Bu Badanacının Hayatı ile Haitili”, "30
Temmuz Duruşması” ve "Parlamento Binasının Kundaklanması” gibi, Arturo Ui’nin
Önlenebilir Tırmanışı’nın ipuçları olan konuları içeriyordu)
Brecht, bu isteğini sadece
resimler için değil, onların ambalajları için de geçerli addetmiş. Ambalajların,
“heyecan verici etkiyi” hedeflemesini, “saldırgan biçimde” tasarlanmış resim
alt başlıklarının olmasını, özellikle “bir çiçek resmi gibi” açık seçik
renklerle bezenmesini ve can alıcı motiflerle süslenmesini arzu etmiş. Çünkü
her bir resim ve ambalajın, insanlara tarih konusuna fikir vermesini ve “dehşet
verici görünüş”leriyle panayırın “panaroması” üzerinde gelenleri düşünmeye sevk
etmeyi amaçlamış.
Oyunun ön aşaması (hazırlıklar)
oldukça meşakkatli geçmesine rağmen, yazım aşaması toplamda 19 gün sürmüş. (Ben
de yazılarımı yazmadan evvel, yoğun bir araştırma içerisine girerim ve
yazım vaktim daha kısa sürer) Brecht, eserini yazmaya 10 Mart 1941’de Helsinki’de
yazmaya başlamış ve ABD’ne gitmeden evvel tamamlamış. Oyununu tamamlayan yazar,
metnin daktilo nüshasına şu notu düşmüş: “Arturo
Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı başlığını taşıyan yazım birkaç hafta içinde bitti.
Helsinki, 29.03.1941, Yardımcı: Steffin”
12 Nisan 1941’de ise bu ilk metin üzerinde, bilhasa serbest nazımda
düzeltmelere giderek, şunları ilave etmiş: “Ben,
Ui’yi hep gözlere yönelecek, oynanabilir bir oyun olarak yazmayı düşündüm ama
bu, eğlendiriciliği büyük ölçüde azalttı. Oysa şimdi içimden oynanabilirdiği olamayan
tüm yerleri ortadan kaldırmam gerektiğini hissediyorum.”
Hazır söz “eğlendiricilik”ten
açılmışken, Brecht’in ünlü bir sözünü paylaşmak isterim: “Bana ne anlatırsan anlat, ama
önce eğlendir.” Net bir dille ifade edebilirim ki, ben Arturo Ui’yi
(artık böyle -kısa- yazacağım) izlerken son derece keyif aldım. “Tiyatro Adam”a,
Brecht’in sözünü dinlediği için kendi adıma teşekkür ederim...
Brecht, önceleri (1934) eserini
yani “proje”sini sunmak için Amsterdam’daki “Allert de Lange” Yayınevi’nin
yolunu tutmuş fakat eli boş dönmüş. Sonlaraları ise adres değişikliği yaparak
oyununun Amerikan tiyatrosu ve seyircisi için daha iyi olacağına karar vermiş.
(Belki de “Amerikanlaşsın” diye) “Ana” oyununun sahne tasarımını yapan Mordecai
Gorelik’e, Arturo Ui’nin “oralarda şansı
olabilecek yeni bir oyun” olduğunu belirtmiş. 1956 yazında kendi tiyatrosu
olan Berliner Ensemble’da sahnelerken bu cümlesinden söz etmiş ve o zamanlar
oyunu “Brodway için bir çeşit müzikal
gösterisi gibi” düşündüğüne değinmiş.
Anlaşılan o ki bu oyun da tıpkı
Brecht’in hayatı gibi sürgün içinde geçmiş ve hep kendini “yerleştireceği” bir
yer aramış. Herhalde 2014 Türkiye’sinde yerleştirilecek bir yer/şey bulmuş ki,
kapağı Ortaköy’e atmış. Hey! Oraya gidin ve nasıl yerleştirdiklerini görün!
Oyun, I. Dünya Savaşı’nın
ardından “1929 Dünya Ekonomik Bunalımı”nın yaşanması nedeniyle, büyük
şirketlerin çıkar savaşında oyuna gelerek suçlu durumuna düşürülen ve
yargılanan bir Belediye Başkanı’nın, aklanmak için çete lideri Arturo Ui ile
işbirliği yapması sonucu, Arturo Ui’nin hızla gelişen büyümesini ve bu kez onun
bir sömürü çarkı oluşturup, karanlık
ilişkiler neticesinde bir ülkeyi çöküşe götürmesini anlatıyor. Ben, Arturo Ui’yi
“gri bir oyun” olarak buldum. Oyun
bitimindeki genel kanaatim “beğenmek ile beğenmemek arasında” bocaladı. Hala da
kesin bir karar varamadı. Belki bu yazı, kararımı nihayete erdirmemde yardımcı
olur. O halde;
Daha önce yazdığım “Brecht’in sözüne
uyma” meselesi bazı yerlerde, (tahminimce) rejisörün yaratım gücünü
sınırlandırmamak adına rafa kaldırılmış. Brecht’in oyun için yazdığı açıklamalarda
ve elbette metinde belirttiği üzre, sahne bitişlerinde perdeye herhangi bir
yazı yansıtılmamış. Bunun yerine her sahne bitiminde bir oyuncu öne çıkarak,
perdeye yansıtılması gereken yazıyı, seyirciye hitaben anlat‘mış’. Şahsen bu
kısımda “ha öyle yapılmış ha böyle ne farkı var, neticede yazan, söylenmiyor
mu?” mantığını devreye sokamadım. Çünkü yazarın açıklamaları doğrultusunda, bir
“yazı” yansıtıldığı takdirde, bu yazının savaş dönemine daha uygun kaçacağına
ve ferman, gazete, haber, ilan, duyuru benzeri bir etki yaratacağına inandım. (Oyunda
da inanmak istedim)
Yazıların yokluğunu, olayların
sanki “kulaktan dolma” ya da “söylenti” gibi algılandığına yorarak, varlığını (metindeki),
araştırılmış, kaynağına ulaşılmış, yazılı bir belge niteliği taşıyan ve tüm
bunların ışığında “tarihe düşülmüş bir not” olarak anlamlandırdım. Ben olsam
yazıyı kullanır ve seyirciyi “gerçeğe” bir nebze daha yakınlaştırırdım. (Yazı
her zaman daha gerçekçi görünür) Hani derler ya “söz uçar yazı kalır” diye. Galiba benimki o hesap…
Başta rejisör Ümit Aydoğdu olmak üzere
tüm ekip, oyunu “kişilerin yoktur bir önemi, çerçevedir var eden o dönemi. Siz de görün
resmi değil, onu içine alan çerçeveyi.” sloganı üzerine kurgulamış.
(Afiş tasarımı da) Bu cümleden sonra aklım Brecht’in örneklemlerindeki resim ve
ambalajlarına gitti. Ümit Aydoğdu’nun yaptığı resim ne çok iyi ne de çok kötü.
Belki resmin “önemsizliği”ni baz alarak, çerçeveyi ya da ambalajı satmaya uğraştı. Kim bilir…
(Genelde en pahalı şeyler, dışı (çerçevesi) güzel olan nesneler değil midir?)
Her
neyse slogandan devam edersek; rejisör, “kişilerin yoktur bir önemi”
cümlesinden ilham alarak, hem otuz altı farklı karakteri sekiz kişiye oynatmış
hem de sekizine birden teker teker Arturo Ui’yi canlandırtmış. Ve böylece oyun
da rejisör de amacına ulaşmış. Finalde ise her oyuncunun aynı karaktere (Arturo
Ui) bürünmesi, “giderek çoğalacaklar” anlamı katmış. Böyle bir tutumun
benimsenmesini oyunun anlatım dili ve olanakları açısından uygun buldum.
Memnuniyetimi arttıran başlıca öğe idi.
Epik tiyatronun öncüsü Brecht der
ki: “Dekor, seyircinin gözü önünde
değiştirilmelidir.” Oyundaki dekor değişimi (bazı eşyaların yer
değiştirmesi) bu tanımlamanın izinden gitmiş. Diğer belirleyici unsurlar da
yani dekorun ve aksesuarın az oluşu da (aksesuar pek az değildi) sahneyi
oyuncuya bırakmış. Barış Dinçel’in ilk kez böylesine şaşaadan uzak ve sade bir
dekor tasarımına imza attığına şahit oldum. Şüphesiz bu da, tıpkı Arturo Ui
gibi oyunun yükselmesine yardımcı bir etken olarak yerini almış. (Keşke başka
oyunlarda da daha düşünceli olsa) Dekorun “anlamlılığı” noktasında kafamda bir
soru işareti oluşmadı. Kasanın aynı
zamanda yargıç ve hitap kürsüsü halini alması ile bazı tahtaların eksik oluşu
(karar mekanizmasının dengesizliği), sandalyenin kişiye özel olarak şekil
değiştirmesi, sandıkların silah sesi olarak kullanılıp, tabut görevi görmesi amaç
dışına taşmayarak hazırlanmış.
Arka taraftaki çıkıntıyı, yükselti
olarak hesaba katar isem bir problem yok demektir. Elizabeth dönemine ait
perdelerin olmayışını da eksiklikten saymadım. Fazla bulduğum (göz yoran)
aksesuarlardaki önemli metaforlar (kırmızı karanfil), karışıklık içerisinde
görevini yerine getirememiş. Oyunun önemli gördüğüm bazı bölümlerinin sırf bu yüzden
tesirini yitirdiğini düşünüyorum. Şapkalar, çiçeklere göre (cismen büyük olduğu
için) daha ön plana çıkmış. Kişiden kişiye geçişleri ve toplu olarak düşüşleri
güçlerini kanıtlamalarını sağlamış. Not:
Silah sesinin farklı yolla yapılmasına çok sevindim. Normalde oyundan
uzaklaşmama neden olduğu için itici bulurum. Brecht “efekt”ten yana ama ben yine de yabancılaştım.
Kostümler de Barış Dinçel imzası
taşıyor. İtiraf etmeliyim ki Dinçel’in bu yönünü bilmiyordum. Esnafların
bir örnek giyinileşlerini “aynı” fikirde ve durumda (her yönüyle) olduklarıyla,
düğmeleri de “demir para” ile ilişkilendirdim. Dogsborough’un kostümünü, yaşına
ve statüsüne göre başarılı, Arturo Ui’ninkini ise, renginden dolayı hatalı
buldum. (Siyasetçiler ekseriyetle “koyu” giyinirler) Ayrıca Brecht’in dediği
gibi: “Kostümler, ‘toplumsal farkı’
belirlemiş.”
Yüksel Aymaz’ın ışığı oldukça
özenli. Arturo Ui’nin gölgesi, onun büyüklüğünü simgeleyerek, oyun boyunca
devam etmiş. Sahne başı ve sonu açılma/kararma şeklinde ayarlanmış. (Oyun “bölüm”
havasında ilerlediği için uyumlu) Bu ayarlama yavaş yavaş değil, aniden
oluşturulmuş. Bu da yabancılaşma etkisine ek katkı yapmış. Kürsünün
kullanıldığı sahnelere özel bir ışık bekle(r)dim.
Müzikler, oyuncular tarafından "akapella" (insan sesi) ile yapılmış. Kadın sesleri kendini daha çok belli etmiş.
Müzikler de ışık gibi sahnelerin bitişlerinde tercih edilmiş. (Brecht müziğin
amacının “sahneyi noktalamak”
olduğunu söyler) Açıkçası sürekli aynı ritmi duymak beni sıktı. Seslerin iyi
olmadığını da üzülerek söylemeliyim. (Kulağı tırmalamıyor ama yetersiz) Müzik Direktörü: Oktay Köseoğlu
Oyunculukları irdelemeden önce
Brecht’in bu konudaki görüşlerine yer verelim: “Oyuncu oyun metnindeki görüşlerden tümünü önemli saymaz; bunlardan
ancak yazarın gerçek dünya içindeki çıkarlarını açığa vuranlarına önem verir. Sonra
da bunları, seyirciye dikkatle sunar. Oyuncunun, yazarın karşısında takınacağı
tutum, “hayret eden” bir kişinin tutumudur. Kendisi hayret etmiş gibi davranır,
seyircilerin de aynı şekilde davranmasını sağlar. Epik oyuncu, umursamaz
oynayacağı kişiyi. Sahneye eli boş çıkar, gerçekleşmesi öngörülen tüm davranış
ve eylemleri en rahat bir tavır içinde gerçekleştirir. Metinde kendisi için
belirlenen cümlelerin birbiri ardından öyle konuşur ki, her cümle adeta “son
cümle” imiş izlenimi uyandırır.
Oyuncular, Brecht’in bu
cümlelerini kelimesi kelimesine yerine getirmişler. (Biraz daha yavaş konuşurlarsa
her şeyin tam olarak anlaşılacağına eminim) Oyunun tüm oyuncularını, sahnede
ilk kez izleme şansına eriştim. Aşkın Şenol, Ayça Koyunoğlu, Berk Yagın, Çetin
Kaya, Deniz Özmen, Fatih Koyunoğlu, Gökhan Azlağ (özel alkış) ve Neslihan
Arslan’dan oluşan kadronun büyük emeği yadsınamaz türden. Uyum harika. Aykırı
bulduğum bir husus yok. Alkışlarının bol olmasını dilerim…
Oyunu henüz izlememiş olanlar
için bazı ek açıklamalarda bulunmanın doğru ve faydalı olacağını düşündüm. Oyun
karakterleri ile gerçek kişilikler, kurumlar, olaylar ve yerler arasında bazı
paralellikler kurulmuş. Buna göre;
Kişilikler:
Arturo
Ui = Hitler
Dogsborough = Hindenburg (Almanya C.başkanı)
Giri = Göring (Alm. Hava Kuvvetleri Komutanı)
Roma = Röhm (Alm. Subayı)
Givola = Goebbels (Alm. Politikacı, Hitler'in yakın dostu)
Dullfeet = Dollfuss (Avus. Politikacı)
Gangsterler
= Faşistler
Manavlar = Küçük burjuvalar
Kurum:
Karnabahar
Tröstü = Soylular ve sanayiciler
Olaylar:
Dok
Kredi skandalı = Doğu Yardımı skandalı
Depo Yangını duruşması = Parlamento
Yangını duruşması
Yerler:
Chicago
= Almanya
Cicero = Avusturya
Arturo Ui, her ne kadar “Hitler”
ile özdeşleşse de bugüne ayna tutan ve ne yazık ki bu aynayı elinden asla
bırakmacak bir karakter. Galiba aynayı son on yıldır bize doğru çevirdi…
Fakat Brecht, benimle aynı
görüşü paylaşmıyor olacak ki, oyunun finali için şu sözleri sarfetmiş: “1941’de
oynanması düşünülen oyun, 1941’de yazılmıştır. O zaman için final doğru ve
uygundu, ama bugün açısından bana pek doğru görünmüyor. Bugün Hitler’in
savaşına karşı hazırlanmış bir afiş, genel olarak bütün savaşlara karşı bir
afiş olarak da etki edebilir. Elbette bundan daha güçlüleri de yapılabilir.
Belki de final için başka bir sahne düşünülmeli.”
EK
18. Afife Tiyatro Ödülleri, "Yılın Prodüksiyonu"
18. Afife Tiyatro Ödülleri, "En İyi Rejisör": Ümit Aydoğdu
18. Afife Tiyatro Ödülleri, "En İyi Dekor Tasarımcısı": Barış Dinçel
18. Afife Tiyatro Ödülleri, "En İyi Sahne Müziği": Oktay Köseoğlu
19. Sadri Alışık Ödülleri, "Anadolu Efes Özel Ödülü"
18. Afife Tiyatro Ödülleri, "Yılın Prodüksiyonu"
18. Afife Tiyatro Ödülleri, "En İyi Rejisör": Ümit Aydoğdu
18. Afife Tiyatro Ödülleri, "En İyi Dekor Tasarımcısı": Barış Dinçel
18. Afife Tiyatro Ödülleri, "En İyi Sahne Müziği": Oktay Köseoğlu
19. Sadri Alışık Ödülleri, "Anadolu Efes Özel Ödülü"
Not:
Oyun 2 saat 15 dakika / 2 perdedir.
Ayrıntılı
bilgi için: www.tiyatroadam.com
Kaynaklar: Angora
Kitaplığı Yayınevi: “Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı” (Basım: Ocak 2014) ve
oyun broşürü.
EGE KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder