BİR ANARŞİSTİN KAZA SONUCU ÖLÜMÜ
"Nobel Ödül"lü İtalyan yazar Dario Fo'nun 1970 yılında yazdığı bu eser, konusunu gerçek hayattan almıştır. İlk
cümlenin detaylı olarak açıklamasını yapmadan önce yazardan bahsetmenin faydalı
olacağını düşünüyorum. Dario Fo, kariyerine, kabareler ve küçük tiyatrolar için
yergili revüler yazan bir yazara, yardım etmekle başlamıştır. Oyuncu France Rame ile evlendikten sonra, 1959'da, "Dario Fo - Franca Rame Topluluğu"nu kurmuştur. Oyunlarındaki temalar güncel sorunlara dayandığı için, "tiyatro karikatürcüsü", "toplumsal ajitatör" ve "radikal palyaço" olarak nitelendirilmiştir.
İkili "Canzonissima" adlı televizyon programında sundukları komik skeçlerle kısa sürede tanınmış ve zamanla siyasal bir "ajit-prop" tiyatrosu geliştirmişlerdir. 1968'de İtalyan Komünist Partisi ile bağları olan "Yeni Sahne" isimli bir başka topluluk kurmuşlardır. 1970'de "Halk Tiyatrosu Topluluğu"yla, fabrika, park, spor salonu gibi, halkın toplu olarak bulunduğu yerleri dolaşmaya başlamışlardır. Fo'nun "oyuncu" olarak tanınması ise, tek kişilik gösterisi olan "Missero Buffo"daki rolü sayesinde olmuştur.
İkili "Canzonissima" adlı televizyon programında sundukları komik skeçlerle kısa sürede tanınmış ve zamanla siyasal bir "ajit-prop" tiyatrosu geliştirmişlerdir. 1968'de İtalyan Komünist Partisi ile bağları olan "Yeni Sahne" isimli bir başka topluluk kurmuşlardır. 1970'de "Halk Tiyatrosu Topluluğu"yla, fabrika, park, spor salonu gibi, halkın toplu olarak bulunduğu yerleri dolaşmaya başlamışlardır. Fo'nun "oyuncu" olarak tanınması ise, tek kişilik gösterisi olan "Missero Buffo"daki rolü sayesinde olmuştur.
Oyunları: “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”, “Klaksonlar,
Borazanlar ve Bırtlar”, “Kadın Oyunları”, “Elizabeth-Neredeyse Kadın”, “Ödenmeyecek,
Ödemiyoruz!”, “Japon Kuklası” ve “Açık Aile”
Bu bölümde, -ilk cümleyi baz
alarak- araştırmalarım doğrultusunda derlediğim bilgileri aktarıyorum. Oyunun
ortaya çıkışı, 1969’da Milano’da yaşanan bir olaya dayanır. Duomu meydanı
civarında bir bomba patlar ve on altı kişi yaşamını yitirir. Polis anarşistleri
suçlar ve aralarından birini yani Giuseppe Pinelli’yi tutuklar. (Giuseppe
Pinelli, “Fo-Rame Tiyatrosu”nun yakından tanıdığı bir isimdi, sahne önü ve arkasında
görev alırdı) Pinelli, tutuklanmasının ardından kısa bir süre sonra, emniyetin
penceresinin altında ölü olarak bulunur. Olay, kamuoyuna tıpkı oyunun adı gibi “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”
başlığıyla açıklanır ve arşivlere “kaza
sonucu ölüm” olarak geçer. Dario Fo’da, oyunu Giuseppe Pinelli’ye adar…
Dario Fo’nun yaşamından
bahsederken, bir hususu özellikle beklettim. Ayrı bir bölüm açmanın daha doğru
olacağına karar verdim. Çünkü, bu daha çok, yazarın etkilenimlerinin eserlerine
yansıması ile ilgiliydi. Dario Fo bu oyununda, “Commedie Dell’Arte”nin “Arlecchino”sunu temel almış ve şöyle
demiştir: “Sanat yaşamımda daima, tüm
uzlaşmaları altüst eden bir kişilik. Onun kişiliği ve moral değerleri
çelişkilere dayanır. Hiçlikten gelir ve her şeye dönüşebilir.”
Burada bir es verip,
Arlecchino’dan söz edelim. Arlecchino, “Zanniler”in (hizmetkar) en popüler
olanıdır. Kurnazlık ve aptallık karışımıdır. Mükemmel bir akrobat ve dansçıdır.
Genellikle entrikanın merkezidir. Giysisi çok renkli, yamalı parçalardan
oluşmuş sonra elmas biçimini almış kırmızı-mavi-yeşil desenlere dönmüştür. Siyah
bir maske üzerine, yana eğik bir külah giyer ve tahtadan bir kılıç taşır.
(Bazen değnek)
Fo, oyunun baş kahramanı olan
“Deli”yi yaratmak için Arlecchino’dan esinlenmiş (yukarıda Arlecchino hakkında
yazdığım özelliklerin hemen hemen hepsi, oyundaki “deli” karakterinde de vardı)
ve iki karakter arasındaki benzerlikleri
anlatırken, bilimsel bir deneyim metaforunu örneklemiştir: “Komedilerim, tıpkı kimyasal bir karışımın katalizörü gibidir. Özel
bir sıvının ne olduğunu anlamak için ona, diğer sıvıdan birazcık karıştırdığımızda,
belki mavi bir renk alır, kaynama yapar ve hızla form değiştirir. Ben de o
dingin sıvıya birkaç absürd damla karıştırıyorum ve toplum daha önce gizli
kalmış şeylerin ortaya çıkmasında tepki veriyor. Ve işte o birkaç absürd damla
ile oynarken açığa çıkıyor, gözler önüne seriliyor.”
Oyunu izledikten sonra, oyunun
“komedi”den çok, “kara komedi” olduğuna kanaat getirmiştim. Fakat öğrendiklerim
karşısında yanıldığımı anladım. (Aklımda hala soru işareti var ama neyse…) Dario
Fo’nun en meşhur eserlerinden biri olan (bana göre en meşhuru) “Bir Anarşistin
Kaza Sonucu Ölümü” 1997-98 sezonunda İstanbul, 2005-06 sezonunda Adana, 2009-10
sezonunda Van ve 2011-12 sezonunda Trabzon Devlet Tiyatroları tarafından
sahnelenmiş. Oyunun 1970 senesinde yazıldığını hesaba katarsam, sahnelenmek
için geç kalındığını, meşhurluk derecesini göz önüne alırsam da çok az
oynandığını söyleyebilirim.
Rejisör İlham Yazar, özellikle
“müzik” öğesine oyunda önemli vazifeler vermiş. Sanki müziği “fazlaca” kullanıp,
“yaşananlar bu gürültü (hay-huy) arasında kaynayıp gitti” demek istemiş.
Deli’yi Orkestra Şefi yaparak oyunu açmış ve az önce bahsettiğim değnek (Arlecchino
ile benzer yönü) ile yönlendirmiş. Aynı zamanda değneği kırdırarak (“kalem
kırıldı” misali), hükmün çoktan verildiğine işaret etmiş. Oyunun ağırlık
noktasını, verilen hükümden çok hükmün “nasıl?” verildiğine kaydırarak,
seyirciyi “karar mekanizması” olarak tasarlamış. Uyguladığı geriye dönüş
(flashback) yöntemiyle de bu tutumunu pekiştirmiş.
İşte tam da burada yani “nasıl?”
sorusunun cevabını ararken, metinde de sıkça geçen “noktalama işaretleri”nin
önemi doğrultusunda (virgülün konulduğu yer bazı durumlarda hayati önem
taşıyabiliyor), oyunu ince ince işlemiş. Virgülün yerini doğru yere koyup,
oyunu ve seyirciyi anlam bütünlüğünden yoksun bırakmayarak eseri noktalamış. Dekor
değişimi için tercih ettiği dans sahnesi, durumu toparlamakla birlikte,
gerekliliği konusunda şüphe yaratmış. Perde tekrar açıldıktan sonra yarım kalan
dekoru, oyuncuya tamamlatan rejisör, neden en başından bunu yapmamış? (Galiba
şüpheden çok kararsızlık)
Araya yine Commedie Dell’Arte’yi sokmak
zorundayım. Commedie Dell’Arte’de
oyuncular, diyalogları doğaçlamadan yaratır ve aksiyonları açıklayan doğaçlama
söyleşiler yaparlar. Her temsilde metnin ana hatları aynı kalmakla birlikte
ayrıntılar değişiklik gösterir. Bu değişim, o günkü şartlara ve seyirciye
bağlıdır. Oyunda da doğaçlama oldukça fazlaydı ve günün şartlarına bağlı
haldeydi. Açık konuşmak gerekirse seyirci de bunun için reaksiyon verdi. (Ben
öyle anladım) Dario Fo’nun metni, “dokunuş” niteliğinde ve evrensel ölçütlere
dayalı. (Konusu itibariyle) Bu nedenle araya serpiştirilen doğaçlamalar,
gündeme yapılan göndermeler, oyunu “buraya” taşıyarak, alkışı hak etmiş. Çoğu
zaman doğaçlamaları sevmem. (Haddini aşmışsa) Oyunun özünü bozduğuna inanırım.
Fakat dediğim gibi, oyun dokundurmak için yazılmış. Bundan dolayı da “abartı” olarak
karşılanmamış.
İlham Yazar’ın rejisi, yazarın
bahsettiği “absürd” kavramına uyum sağlamış. Kablosu olmayan çevirmeli telefon
elden ele gezdirilerek, “çalışır” vaziyette sunulmuş. Dosyaların doldurduğu
çekmeceler, “eller yukarı!”
repliğinden sonra “otomatik” olarak açtırılarak, onların da suçlu olduğu sembolize
edilmiş. Kumpasların kurulduğu masa ile içki masasının aynı oluşu anlatımı
güçlendirmiş. Çanta içinin oyun sonuna kadar gösterilmemesi, merakı diri
tutmuş. Pencerenin sürekli açık ve karşıda durması ise, dikkati tek noktada
toplayarak, “merkez”i belirlemiş.
Piskopos’un, dini ritüelleri,
konuşmaları ve inançları “fazla sulu” aktarılmış. (Bkz: Sessizlik – Rahip / İDT) Piskopos’un özel yeri için çekmece
üstlerinin ayrılması, bu dosyaları (ya da insanları) inançlar koruyor anlamı
taşımış. (Taşımasa mıydı?) Aklımı en çok kurcalayan şey gitarlar oldu. Acaba
bir daha gitar çalmasın diye elleri kesilen ve stadyumda öldürülen Victor
Jara’ya bir selam amacımı güdüyor?
Murat Gülmez, metnin sözünü dinleyerek,
duvarları “sunta görünümlü metal” olarak tasarlamış. Alta ve üste eğim vererek,
“şirazenin kaydığını” simgelemiş. Belki pencerenin olduğu bölümün duvarlarını
farklı yapabilirmiş. Bavul için suntayı tercih etmeyerek kafa karışıklığına yol
açmayabilirmiş. Tepe lambası kullanıp, ışıkla doğru ve verimli bir yolda
ilerleyebilirmiş. Kırmızı telefon ise anlatımı 'bariz'leştirmiş.
Tülay Kale Yılmaz’ın kostüm tasarımı,
karakterlerin “mesleklerini” temsil eden bir görev üstlenmiş. Aksesuarlar bir
yandan mevki farkını gözetirken, diğer yandan Deli’nin kılık değişimlerinde
önemli bir rol oynamış. Özellikle sakat olduğu hali, diğer karakterlerin kusurlarını
kendinde topladığı izlenimini yaratmış. (Aklıma
“İntiharın Genel Provası” geldi – İBBŞT)
Işık, teknik ekipte en aşina
olduğum isme yani Zeynel Işık’a emanet edilmiş. Canlandırmaların yapıldığı
sahnelerde, geçmişi anımsatması açısından karartma değil, sarı ya da gri ışık
isterdim. Çantanın durduğu yere özel bir ışık iyi olurdu. Özele verilen önem genele
geç(e)memiş. İçinden çıkan ile oyun boyunca verilen ışık birbirini tutmamış. Gizemin açığa çıktığı anda
sahne yoğun beyaz bir ışıkla aydınlatılabilirdi. (Göz kamaştırıcı) Pencere için
ayrılan kısmın aydınlık oluşu, gerçeğin yönüne dikkat çekmiş. Star ışığı bazı
yerlerde amaç dışı kullanılmış. Sahnenin bölüm bölüm ışıklandırılması ise,
olayların parça parça geliştiğini aktarmış.
Ali Eyidoğan, deliliği “uçukluk”
olarak görmezse tadından yenmez. Devrim Özder Akın (Emniyet Müdürü) ve Tolga Tümer
(Komiser Bertozzo) kimi zaman stresli, kimi zaman rahat tavırlarıyla, olayların
gidişatını yansıtmakta oldukça iyi. Alp Sunaoğlu (Komiser Calabresi) sivilliğin
getirisi olan asi ve sert tavırlarıyla, son derece doğal. Atilla Savumlu (Polis
Memuru) karakterin tecrübesiz ve saf halini, mimik ve jestleriyle seyirciye
geçirmekte usta. Gazeteci Mahide Yumbul ise az ama öz rolüyle, oyunculuğunun
hakkını vermekte başarılı.
Oyunu tek cümle ile anlatırsam: “Kemal
Sunal - Şener Şen – Halit Akçatepe filmleri havasında” diyebilirim. Herkese bedel ve göründüğü
kadar saf olmayan bir deli (Kemal Sunal), kendini akıllı sanan polisi (Şener
Şen), parmağında oynatıyor. O ne derse, o da onu diyor ve böylece bir çözüm
noktası oluşturuyor. Çözüm uğruna saf dışı bırakılan kişi de (Halit Akçatepe)
araya girerek işleri iyice çığrından çıkarıyor. Replikler de bu komediyi gülünç
hale getirirken, dediğime kulak kabartıyor. Emeği geçen herkesi kutlar,
alkışlarının bol olmasını dilerim…
Notlar
Oyun
2 saat 15 dakika / 2 perdedir.
Ayrıntılı
bilgi için: http://tiyatro.eskisehir.bel.tr/
Yazımın başlığına "ilham kaynağı" olan Melih Anık’a teşekkürler…
Kaynaklar
Vikipedia
Devlet Tiyatroları Belgeliği
Füsun Demirel’in Notları
EGE
KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder