ÖLÜ
ADAMIN CEP TELEFONU
Sara Ruhl. Evet buradan başlamak
gerek. 1974 yılında lllinois’de doğan, Brown Ünivesitesi’nde Paula Vogel’in
öğrencisi olan, ilk oyunu “Melankoli Oyunu”nu 2001’de yazan, “Temiz Ev” adlı oyunuyla 2004’de Susan Smith
Blackburn Ödülü’ne layık görülen (2009-10 sezonunda İstanbul Devlet Tiyatrosu
tarafından sahnelenmişti), 2005’de ise “Pulitzer Ödülleri finalisti” olarak
yerini alan, “Sanal Meditasyonlar” (2002), “Tutku Oyunları” (2003), “Orlando”
(2003), “Geç: Bir Kovboy Şarkısı” (2003), “Eurydice” (2003), “Şehirdeki
Demetler” (2006), “Yan Odada-Vibratör Oyunu” (2009), “Sahne Öpücüğü” (2011) ve “Sevgili
Elizabeth” (2012) gibi eserlere imzasını atan ve “MacArthur Fellowship’” ve “PEN/Laura
Pels International Foundation” burs-ödül sahibi olan Sara Ruhl. Yazarı oldukça
etkin buldum. Bu kadar etkin bir yazarın ilk oyununu yirmi yedi yaşında
yazmasına ise şaşırdım…
Sara Ruhl “Ölü Adamın Cep
Telefonu”nu 2007’de yazmış. Burada durup, oyunun rejisörü ve oyuncusu Arda
Aydın’ın sözlerine kulak verelim. Şöyle diyor Aydın: “Oyun 2007’de yazılmış, 2008’de ilk kez
sahnelenmiş. 2009’da İngiltere'ye gittik. Orada bir kitapçıda bulduk. Kimsenin
haberi dahi yoktu biz bulana kadar. Bizim açımızdan şans oldu. Sarah Ruhl
meselesinde ve Türkiye’ye girmesinden benim katkım var. Başka insanlar da
bulmuş sonradan. 2009’da oyunu bulduk. 2010’da çevrilmişti. Tabi ki çeviri
hakları gibi bir şey yok. Kim çevirirse o oynar. Yazar için önemli olan da
oyununun çeşitli ülkelerde oynanması. Şu an Genel Sanat Yönetmeni olan Hilmi
Zafer Şahin dramaturgdu o zaman. Dramaturji raporunu o yazdı. Repertuar
kurulana verdik, geçti ve beklemeye başladık.”
Haklı olarak şu soruyu soruyorum:
(Arda Bey’e değil) 2010’da çevirisi tamamlanmış bir eser, aynı yıl repertuar
kuruluna verilmesine rağmen neden oynanmak için 2014’ü bekler? Kendi adıma
konuşmak gerekirse iyi ki böyle bir bilgiden şimdiye kadar haberim yokmuş.
Yoksa beklemekten çıldırırdım. Fakat Arda Aydın, sitemini daha naif ve oyunu
özetler bir şekilde aktarmış. “Ben gündelik hayatın eğlencelerinden çok hoşlanıyorum.
Bu oyun da da bu var.” demiş. Her ne
kadar, oyunun dört yıl bekletilmesine kızsam da, konusu itibariyle şimdi
sahnelenmesini daha uygun buldum. Yıldan yıla cep telefonları model atlıyor,
çeşitleniyor ve daha büyük bir kitleye ulaşıyor. Böyle olunca da oyunun anlamı
gitgide güçleniyor. (Şüphesiz 2010’da da kişi üzerinde bir etki yaratırdı)
Oyunu izledikten
sonra, önceleri inatla neden Temiz Ev’i izlemekten kaçtığımı sorguladım.
İzlemiş ya da metni okumuş olsaydım (rejisör bile İngiltere’den bulmuş) yazarın
her iki oyununu düşünüp daha farklı bir yazı yazabilirdim. Lakin ne yazık ki bu
düşüncemi gerçekleştiremiyorum. Gerçekleştiremesem de aklımı kurcalayan bazı şeylerden
bahsetmek istiyorum. Sara Ruhl, Temiz Ev’i yazarken, bir davetten esinlendiğini
belirtmiş. O davette tanıştığı bir doktor, tam da karakterin giriş tiradındaki
cümlelerle karşısına çıkınca konu başka yerlere kaymış. Hal böyle olunca
merakım arttı. Acaba Ölü Adamın Cep Telefonu’nu yazarken de, ilk sahneyi
birebir yaşamış mıdır diye düşünmeden edemedim. Sözün özü yazarı tanımış
olmaktan son derece memnunum. En büyük alkışı da Arda Aydın’ın hak ettiğinden
eminim.
Oyun, adı
üstünde bir “cep” telefonunun kişilerin yaşamlarında telafisi pek de mümkün
olmayan büyük olumsuz sonuçlar doğurabileceğini hatta hayati önem
taşıyabileceğini anlatıyor. Küçücük şeylerin hafife alınmaması gerektiğini ve
beklenenden daha büyük etkiler yaratabileceklerini vurgularken, meseleye ölü
bir adamdan yola çıkıyor. Aynı zamanda cep telefonunun “haz aldırıcı” yönünü de
ortaya koyarak, istem dışı hayatına giren bir ürünün vazgeçilmez oluşunu
kanıtlıyor. Nesne cep telefonu olunca, konu bir kişiyi değil tüm insanlığı
ilgilendiriyor. Yani özelden genele giden bir tutum söz konusu. Rejisörün
deyimi ile: “Günümüz insanının teknoloji
içinde kaybolmuşluğu üzerine bir oyun.” Ölü Adamın Cep Telefonu.
Bazen
tanıdığınız ya da tanımadığınız kişilerin cep telefonları çaldığında, eğer kişi
telefonunu açmıyor veya açamıyorsa siz açmak istersiniz. (Ben defalarca yaptım)
Çünkü sesi son derece itici ve dikkat dağıtıcıdır. Oyunun çıkış noktası da bu. Bu
noktayı iki nokta üst üste deyip açarsak : “Jean adındaki genç bir kızın, ölü
adamın durmaksızın çalan cep telefonundan rahatsız olup açması sonucu gelişen
olaylar.” Şeklinde açıklayabiliriz. Şunu da ifade etmekte yarar var, o telefon
Jean’in ilk cep telefonu. Yazar, Jean’in yaşantısını cep telefonundan önce ve
cep telefonundan sonra diye net bir şekilde ayırmamış. Daha çok ikinci kısma
yönelmiş. Fakat ilerleyen bölümlerde, geçmişe dair bazı ipuçları vererek,
durumu aydınlatmış.
Karakter bazında
değerlendirirsek; ölü adamın kardeşi olan Dwight’ın zavallılığını, annesi Bayan
Gottlieb’in tuhaflıklarını, karısı Hermeia’nın doyumsuzluğunu ve sevgilisi
Carlotta’nın ajan ruhlu halini, cep telefonu kullanmalarına yordum. Bu
karakterlerin ellerinde kendilerine ait cep telefonları yok (Carlotta hariç)
fakat arandıklarında karşı tarafa yanıt veren sesleri var. Bu da cep telefonu
kullandıklarını gösterir. Bakıldığında içlerinde en normali ölü adam Gordon
olarak gözükse de yaptığı işi hesaba katarsak, kendini kurtarma çabasında gibi.
Kontrol mekanizmasının kişinin değil telefonun elinde olduğunu ve bu telefonun
her yerden (öbür taraftan bile) çekebileceğini dillendiren oyunun metni oldukça
kuvvetli.
Oyunu detaylı
bir biçimde anlatmayacağım. Çünkü Sara Ruhl’un kurgusu alışılmışın dışında ve
sürprizlerle dolu. Bu sürprizleri bozmak istemem. Sadece perdelerin birbirinden
çok farklı olduğunu ve aralarındaki bağlamların ustaca yerleştirildiğini
söyleyebilirim. Metni biraz sert bulduğumu da eklemeliyim. Oyun, bende DOT
oyunlarının vuruculuğu ile Pinter oyunlarının karmaşasını çağrıştırdı. (Hiçbir
ilgisi de olmayabilir) Organ naklini, “cep telefonu kullanmaya devam edersen
senin sonunda bu olacak. Yavaş yavaş öleceksin”. Mantığıyla algıladım. İlk
perdede yenen sığır etini ise organ nakli için verilen bir tür uyarı olarak
sezdim. (Vejetaryen Jean'in, telefon bağımlısı olduktan sonra et yemesi durumlar arası iyi bir bağdaşım) Ölen adamın ağzından dökülen konuşmaları da “yer” kavramının önemsizliğine
işaret saydım.
Şehir
Tiyatroları’nın böyle bir oyuna ve yazara ihtiyacı olduğu açık. Yıllardır
repertuarını süslemeye çalışan oyunların yetersizliği ortada. Ölü Adamın Cep
Telefonu, modern ve dinamik bir oyun. İlk defa bir yazımın başlığını oyunu
izlerken kararlaştırdım. Arda Aydın, kurumun kabuğunu kırmayı sağlayan bir
isim. Umarım bu tarz oyunları daha çok seyretme imkanı yaratılır. (Dört sene de
bir olsa da..) Buraya kadar bir sorun yok ama bir itirafım var. Seyircinin Sara
Ruhl’a alışık olduğunu sanmıyorum. Bu oyunu seyirciyi alıştırmaya yönelik ilk
adım olarak görüyorum. Oyuna “saçma”, “gereksiz”, “bu ne anlatıyor böyle?”
diyen çok olacaktır. Haklılar. Daha alışma sürecindeyi(m)z…
Arda Aydın’ın
ilk rejisi hiçte acemice değil. Şimdiye kadar oynadığı oyunların
rejisörlerinden çok şey öğrendiği belli. Kendisi aynı zamanda sahne düzenini de
üstlenmiş. Bunun için Şehir Tiyatroları’nın sahne tasarımcısı Ayhan Doğan’dan
yardım almış. (Ayhan Doğan’ın tasarımları bana her zaman için boş gelmiştir)
Yazar, oyunlarındaki sahne tasarımı için “gösterişten
uzak olmalı” demiş. Kurumun diğer
sahne tasarımcıları Barış Dinçel ve Rıfkı Demirelli için bu tanım fazla zıt. Bu
nedenle Arda Aydın’ın, Ayhan Doğan’dan yardım alması yerinde olmuş. Beyazperdeler
çok amaçlı kullanılmış. Çeşitli görseller ve yazılar yansıtması mekanın neresi
olduğunu bildirerek yoğun dekor ihtiyacı duydurmamış. Cep telefonlarını ve
fotoğraf çekme çılgınlığını düşünürsek, çoğu şeyin görsel olması ironiyi
desteklemiş.
Perdeler
sahnenin/dekorun rengine bürünerek, genel görünüm ile bir bütünlük kurmuş. Aynı
zamanda şeffaf olarak kullanımı hem arka planda olup biteni göstermiş hem de
“artık herkes cep telefonları (3G vb.) sayesinde birbirini görebiliyor,
gizlilik kalmadı.” Cümlesini akıllara getirmiş. Bazı eşyaların modern
bazılarının klasik tarzları oyun içerisindeki geçmişe özlem-geleceğe merhaba
ikilemini betimlemiş. Bu arada dekor değişiminin sıklığı oyunun temposunu
düşürmüş. Bir çözüm bulunmalı. Dekor ve reji sırt sırta vererek bir anlam
mekanizması kurmuş. Modernizm temel alınarak, konsepte uygun bir reji çalışması
karşımıza çıkmış. Oyunda da dendiği gibi: “Z harfi, iki yatay çizgi arasında bir
diyagonal çizgiden meydana gelir.” Bence yatay çizgilerden biri reji
diğeri ise sahne düzeni. Diyagonal yani birleştirici çizgi ise seyirci…
Kostümler Nihal Kaplangı’ya
emanet edilmiş ve siyahlık hakim kılınmış. Bu siyahlık bir bakıma matem
havasını bir bakıma Carlotta’nın gizemini bir bakıma da Hermeia’nın seksiliğini
ön plana çıkarmış. Hermenia’nın elbisesi biraz daha seksi olabilirmiş. Jean
acaba jean mi giyseymiş? Şaka bir yana “günlük” ve onu diğerlerinden ayıran
hali kostümüyle simgelenmiş. Dwight’ın tasarımı ise rengi ve stili itibariyle
her iki gruptan da ilham almış. Genel olarak modern ve klasik izler oyunun
yapısına uygun olarak birarada harmanlanmış. Karakterlerin neşeli halleri ölen bir
adamın ardından yapılan “kutlama”nın habercisi sanki. Giyimlerde de bunu yakaladım.
Işık, zamana
aykırı hareket etmiş. Ayaklı lambanın yanması bana zamanın akşam olduğunu
bildiriyor fakat sahne aydınlık. Kostüme göre bir renk teması düşünülmüş. Yeşil
ışık, ahiret ile dünyanın git-gel durumunu sembolize etmiş. Disco sahnesi,
insanın kendisini discoda gibi hissettirmesini sağlayarak doğallığı yakalamış. Müziklerde
popüler kültür çabası unutulmamış. Belki seyircinin oyun ile bir bağ kurması
açısından araya Türkçe şarkılar da serpiştirilebilirmiş. İlahinin değişik
ezgisinin anlamını çözemedim (?) (Işık: Murat
Selçuk)
Nergis Çorakçı,
Pelin Budak, Arda Aydın, Yeliz Gerçek ve Nurseli Tırışkan’dan oluşan kadro beş
kişilik. Oyunun diğer unsurları gibi
sade. Söz sadelikten açılmışken disco sahnesini biraz abartılı bulduğumu söylemeliyim.
Oyuna dinamizm kattığı kesin ama dozu aşırı. Oyuncular rolleri ile
özdeşleşmişler. Ekip çalışması böyle bir şey. Başarının sırrı bunda gizli. Ben
hem yönetip hem oynayanın meydana getirdiği oyunları pek sevmem ama bu oyun
gözüme batmadı. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…
Son olarak Arda
Aydın’ın bir sözüne daha kulak vermenizi diliyorum: “Text takip etmekte biraz zayıfız. Takip ediliyor ama karamsarlıklar,
kötülükler ilgi çekiyor diye düşünülüyor. Halbuki hayatın içinde komik şeyler
de var. Bu oyun da bir kara komedi aslında. Şehir Tiyatroları’nın bu oyunlara
ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Güncel konular insanın daha çok ilgisini
çekiyor. Alışkanlıklar değişti insanlar yerelleşmeye başladı. Biz de yerel
şeyler yapalım mantığı doğru değil. Çünkü o zaman kendinizi dünyadan
ayırıyorsunuz...”
Doğru değil mi?
ISTAKOZ ÇORBASI
Istakoz Çorbası oyunun gelişimine etken bir metafor. İnsanın çok isteyipte bir türlü kavuşamadığı, ya da tam kavuşacakken başkası tarafından elinden alındığı, kıl payı kaçırılma durumunu anlatıyor. Kaçırdığı şey yerine de başka bir şeyle avunmanın yakınılmasından dem vuruyor. Arda Aydın'da oyun broşüründe bu başlık altında birtakım şeyler yazmış. Benim anladığım kadarıyla Temiz Evi'i elinden kaçırmasını, başka bir oyunda (Ölü Adamın Cep Telefonu) teselli araması sonucuna bağlayarak bu başlığı seçmiş. Her işte bir hayır vardır. Istakoz yerine mercimek çorbası da olur...
ISTAKOZ ÇORBASI
Istakoz Çorbası oyunun gelişimine etken bir metafor. İnsanın çok isteyipte bir türlü kavuşamadığı, ya da tam kavuşacakken başkası tarafından elinden alındığı, kıl payı kaçırılma durumunu anlatıyor. Kaçırdığı şey yerine de başka bir şeyle avunmanın yakınılmasından dem vuruyor. Arda Aydın'da oyun broşüründe bu başlık altında birtakım şeyler yazmış. Benim anladığım kadarıyla Temiz Evi'i elinden kaçırmasını, başka bir oyunda (Ölü Adamın Cep Telefonu) teselli araması sonucuna bağlayarak bu başlığı seçmiş. Her işte bir hayır vardır. Istakoz yerine mercimek çorbası da olur...
Not: Oyun 2 saat / 2 perdedir.
Oyunda kuru-sıkı silah patlamaktadır.
Fotoğraflar bana aittir.
Fotoğraflar bana aittir.
Ayrıntılı bilgi için: http://www.ibb.gov.tr/sites/sehirtiyatrolari/tr-TR/Sayfalar/Anasayfa.aspx
Kaynaklar
Vikipedi
Oyun broşürü
Devlet
Tiyatroları – “Temiz Ev” oyun broşürü
EGE KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder