24 Nisan 2014 Perşembe

70 Yılın Gölgesinde Bugün: “Kafkas Tebeşir Dairesi” (SAKM)




KAFKAS TEBEŞİR DAİRESİ

Bertolt Brecht’in 1944 yılında yazdığı ve en uzun oyunu olma özelliğine sahip Kafkas Tebeşir Dairesi’nin içeriğine değinmeden önce metnin ortaya çıkış süreci üzerinde durmakta fayda var. Brecht, zaten Kafkas Tebeşir Dairesi'nin konusuyla, çok önceden tanışıkmış. Çünkü Çin efsanelerinden alınmış olan Klabund'un oyunu “Tebeşir Dairesi”, 1924'de Almanya'da yayınlanmış. Brecht, ilk kez 1940'da İsveç'te sürgünde iken “Augsburg Tebeşir Dairesi”ni yazmış. Memleketi olan bu kentteki olayları başka zamanlara kaydırmak ve oyun içindeki olay bağlantılarını sağlamak amacıyla 30 Yıl Savaşları'ndaki olayları kullanmış. Yani her şey Clifford Odets’la tanışmadan evvel başlamış. Yalnızca oyun mekânının Kafkasya olması Broadway'de kararlaştırılmış. Nedeni ise;

Oyun mekânın seçiminde o dönemin tarihinin etkisi vardır. Çünkü, Nazi Almanya'sının 2. Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği'ne saldırmasının esas hedefi Kafkasya'daki petrol yatakları idi. 2. Dünya Savaşı'nda Sovyetler'in Nazilerden ilk kurtulan bölgesi Kafkas cephesidir. Savaş haberlerini dikkatle izleyen Brecht, Kafkasya'nın kurtulmasında Hitler'in faşist diktasının artık sonunun geldiğini umutla görür. (Kaynak: Kafkas Tebeşir Dairesi - Brecht’in Bütün Eserleri Cilt 11 – Mitos Boyut Yayınevi) Kısacası Brecht, Bayan Odets'in önerisiyle, bu oyunu "seçmiş" diyebiliriz... 
  
Oyun, 1979’da Dostlar Tiyatrosu, 1997’de İBB Şehir Tiyatroları, 1990’da Bursa, 2007’de ise Erzurum Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmiş. Benim ilk izleyişim. İlkin günahı olmaz derler. İzlediğim tarihte 19 Nisan 2014. Sezonun son oyunu imiş. Tesadüfe bakın yazı da son yazım. Neyse biz konuya dönelim. Kafkas Tebeşir Dairesi’nin ana konusu, Çin Yuan Hanedanlığı döneminde yaşamış olan Li-Çen-Fu’nun Tebeşir Dairesi oyununa dayanıyor. Metnin sonu farklı. Daha doğrusu olması gerektiği gibi. Eser, dört bölümden (Ön Oyun / Gruşa ve Çocuğun Öyküsü / Azdak’ın Öyküsü / Kafkas Tebeşir Dairesi Sınaması) oluşuyor. İlk iki bölüm birinci, diğer bölümler ise ikinci perdeyi kapsıyor.  

Başından beri aklıma takılan bir şey var. Oyunun sloganı, “Bir çocuğu doğuran mı annesidir? Yoksa onu yetiştiren mi?” soruLARıyla belirlenmiş. Tek cevabın verileceği bir slogan neden iki ayrı soru içerir? Neden yüklem en sona konmaz? “Bir çocuğu doğuran mı, yoksa onu yetiştiren mi annesidir? şeklinde tek soruya indirgense nasıl olur? Ben ayrıntılara çok takılan bir insanım. (Ama bu oyunu genel yazacağım) Kimsenin umursamadığı şeyi umursayabilirim. Afiş odamda, panoda asılı. Her gün görüyor ve “doğru” sloganı tekrar ediyorum. Benim tekrar etmemle, yaptığı hatanın farkına varıp kendiliğinden düzelir mi bilmem...

Oyun, birçok alt temaya sahip fakat temelinde “mülkiyet” meselesine yoğunlaşıyor. Bununla birlikte burjuva sınıfına eleştirel bir tutum getiriyor. Sloganı az önce yazdım. Eminim oyunu hiç bilmeyenlerin bile kafasında birtakım şeyler canlanmıştır. Savaştan kaçmakta olan bir annenin, çocuğunu unutmasıyla, Gruşa’nın çocuğa sahip çıkmasının öyküsünü anlatan ve bu yolla mülkiyet-emek ilişkisine değinen oyun, aynı zamanda Gruşa’nın masumiyetini de sorguluyor. “Oyun içinde oyun” mantığıyla hareket eden eser, adaletin hangi koşullarda nasıl kararlar aldığını da gözler önüne seriyor. “Yeniden yargılama” üzerinde durarak, bu girişimin adalet mekanizmasında ne tür yaralar açacağının altını çiziyor.

Yazımın başlığını “70 Yılın Gölgesinde BUGÜN” koymamın sebebi, bir çocuğa bakanın mı yoksa doğuranın mı sahip olması gerektiğiyle ilgili değil. Keza böyle haberler duymayalı epey oldu. Yeniden yargılamanın gündemde olmasından dolayı böyle bir başlık seçimi yaptım. Zaten oyun da esas olarak yargıyı irdeliyor. Azdak’ın verdiği karar hemen hemen herkese göre doğru. Fakat bu doğru, konu sadece “çocuk” olduğunda geçerli. Ya oyunda verilen/bakılan diğer dava ve kararlar? Şüphesiz tüm bunlar burjuva değerlerini eleştirebilmek adına yapılan şeyler. Peki günümüzün burjuvası kim(ler)? O burjuvayı “sözde” eleştirebilmek için yanlış karar veren yargıçlar kim(ler)? Her neyse. Biz işimize dönüp, oyunun bölümlerine tıpkı yazarın yaptığı gibi bir "başlık" altında bakalım;

Ön Oyun’u “öncü deprem”, Gruşa ve Çocuğun Hikayesi’ni, “esas deprem”, Azdak’ın Öyküsü’nü “artçı deprem”, Kafkas Tebeşir Dairesi Sınaması’nı da “deprem sonrası risk” olarak gördüm. Burjuva için verilen yanlış bir karar, risk içeriyor demektir. Brecht bu riski alarak, doğruluk, iyilik, dürüstlük ve özveri gibi oyun boyunca farklı değerlere bürünebilen kavramları seyircinin bakış açısına, hümanist bir tutumla sunmuş. Polislik mesleğine atıfta bulunarak, mesleğin inceliklerini (!) bir yargıca anlattırmış. Böylece emniyet gücü ile yargı gücünün ayrımına vardırtmış. Kafkas Tebeşir Dairesi, bakış açısının önemli bir yer tuttuğu oyun. Bu da benim açım. Sıra Barış Erdenk’in açısında…

İnternetin dediğine göre rejisör Barış Erdenk, aynı oyunu Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Deneme Toğluluğu için de yönetmiş. Erdenk, Brecht’in dediği gibi, bir şeyler anlatmış ama en önemlisi eğlendirmiş. İkinci perdede bu kadar güleceğimi tahmin etmiyordum. Rejisör, aynı zamanda dekor tasarımını da üstlenmiş. Dekorun az ve işlevsel oluşu yine yazarın tanımlamalarına uygun düşmüş. Barış Erdenk’in dekor anlayışında, metnin “emek” çağrışımlarının izlerini buldum. İşçi sınıfını temsilen dekor tutumuna yardımcı olan inşaaat kancası, sandık biçimli tahtadan yükseltiler, gösterişten uzak olan genel tasarım, bu izi bulmamda etken oluşturmuş. 

Açıkçası rejiden memnun kaldığımı söyleyemem. Oyunun "masal" formatına uyulup, rol dağılımı mizansenini ve dokuz oyuncunun farklı rollere bürünüp, epik tiyatronun gereği olan yabancılaşmanın kendini var ettiğini kabul edebilirim lakin Gruşa’nın çocukla başbaşa kaldığı sahnelerde düşünce yerine duygunun ağır bastığına bir kılıf uyduramam. Yorumun bana çok aykırı geldiğini aktarmadan geçemem. Annemin bir arkadaşı oyun bitiminde sosyal medya aracılığı ile bize görüşlerini iletti. (Ben henüz izlememiştim) "Oyunun çok etkisinde kaldım, Ege mutlaka görsün" dedi. Bir Brecht oyununda böyle bir etki nasıl olabilir? 

Anlatıcıda “Gel – Konuş - Devam Et” durumu sığ kaçmış. Her seferinde merdivenlerden aşağıya inip izahat vermesinin (yazarın anlatıcıdan kastının bu olduğunu sanmıyorum) ve kostümlerini orkestra alanında değiştirmesinin oyuna katkısı nedir? Koca sahnede neden farklı alanlar yaratılmaz? Ayrıca ben olsam tebeşir dairesini sahnenin tam ortasına koyar ve oyuncuları o dairenin etrafında oynatırdım. Dairenin seyirciye olan yakınlığı, seyirciyi oyuna dahil etmemiş. O halde neden orada dursun? İzleyicinin, duyguları net bir biçimde görüp, düşünme faktörünü devre dışı bırakması için mi? Düşünce oyun boyunca bütünüyle var olmalı(ydı)… 

Kostüm tasarımı işçi tulumlarıyla, aşağı tabakayı, tuvaletlerle burjuva kesimini, oyun içinde oyun mantığıyla da tiyatral bütünlüğü simgelediğinden ve bir örnek olmasından ötürü başarılı. Ölümün hakim olduğu sahnelerin kırmızıya bürünmesi, dramanın ağır bastığı sahnelerin karartılması, paralel sahnelerin bölümsel aydınlatımı ışık tasarımının birer parçası. Kararın verildiği ana özel ışık olabilirdi. Müzikler Paul Dessau imzalı. Orkestranın varlığı, yazarın istediği “efekt”in bir izdüşümü. Şarkı sözleri durum toparlayıcı. Yine de yeterli değil. Kafkas ezgileri baş köşede. Danslar için de aynı şeyi belirtebilirim. Koreograf Sibel Erdenk, oyunun temposu akabinde bir düzen sağlamış. (Kostüm: Funda Sarı, Işık: ?, Orkestra: Özge Can, Esra Berkman, Pınar Babutçu, Hakan Kaya, Cecilia Varadi Özdemir, Yiğit Çakır, Engin Demircioğlu)

Başrol oyuncularının payları eşit. Songül Öden (Gruşa) rolünün gereğini yerine getirmiş. Levent Ülgen’den (Azdak) şüphem yoktu. İkinci perdenin yıldızı olarak kendini bir kez daha kanıtlamış. İlknur Güneş’in oyunculuğu, canlandırdığı her rolde abartıya göz kırpmış. Serhat Yiğit, Göker Ersivri, Serhat Parıl, Onur Bilge, Yiğit Pakmen, Işıl Keskin, Umut Demirkaya ve Ece Müderrisoğlu'ndan oluşan kadronun geri kalanı, bu işin bir ekip işi olduğunun bilincine varmış. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Afife adaylıklarının içerisinde Kafkas Tebeşir Dairesi'nin yokluğu beni şaşırtmıştı. Gidip görmek istedim. Gördüğümü yukarıda anlatma gayreti gösterdim. Sadri Alışık Kültür Merkezi’nin bir prodüksiyonunu daha evvel izlememiştim. Fakat repertuarını her daim takip ederim. Bu oyun bana “sade kahve” gibi geldi. Eskiler makbuldür der ama ben şekerli kahveye alışmışım. Orta bile kesmiyor... 

SİTEM

Barış Erdenk, Kafkas Tebeşir Dairesi'ni 2007-08 sezonunda Erzurum Devlet Tiyatrosu için sahnelemiş. Yani aynı oyunu, aynı rejisör 3 kez ele almış. (?) Belgelikten fotoğrafları inceledim Dekor aynı. Kostümler ise neredeyse aynı. Oyunun fotoğrafları bana SAKM için düşünülen rejiyi hatırlattı. Her ikisinide izleyen seyirci ne düşünür? Ben izlememiş olmama rağmen hoşlanmadım. Bu sezon bu gibi durumlarla çok karşılaştım. Lütfen kendinizi tekrar etmeyin! Ben kanıtları aşağıya link olarak verdim. SAKM için yapılan versiyonu izleyenler, aradaki benzerlikleri yakalayacaklardır...

LİNKLER 

http://95.0.22.114:8088/userPandtgm/orjinal_foto.php?link=http://95.0.22.114:8088/userPandtgm/watermark.php?p=7852/FOTOGRAF_CD_SI/show/kafkas_tebe_ir_dairesi_9.jpg

http://95.0.22.114:8088/userPandtgm/orjinal_foto.php?link=http://95.0.22.114:8088/userPandtgm/watermark.php?p=7852/FOTOGRAF_CD_SI/show/kafkas_tebe_ir_dairesi_7.jpg

http://95.0.22.114:8088/userPandtgm/orjinal_foto.php?link=http://95.0.22.114:8088/userPandtgm/watermark.php?p=7852/FOTOGRAF_CD_SI/show/kafkas_tebe_ir_dairesi_11.jpg


Not: Oyun 2 saat 30 dakika / 2 perdedir.




EGE KÜÇÜKKİPER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder