29 Mayıs 2015 Cuma

Büchner'den Ruhsal Dönüşüm: 'Leonce ile Lena' (Adana DT)



Georg Büchner,19. yüzyılın başlarında yaşamış, 24 yaşında hayata gözlerini yumarak, ardında üç oyun (Danton'un Ölümü, Leonce ile Lena, Woyzeck) bırakan usta bir yazar. Leonce ile Lena, George Büchner'in ölümünden bir yıl önce yani 1836'da tamamlayabildiği lakin çalışmalarına iki yıl evvelsinden başlamış olduğu bir eser. Bir kez Bursa'da, bir kez de Ankara'da seyircisiyle buluşan oyun, bu yıl Adana Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenmekte. Eseri, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun bu yıl birincisini düzenlediği 'Anadolu Buluşmaları' kapsamında seyretme fırsatı buldum. İzlenimlerime geçmeden önce metnin oluşuma, bağlamlarına, etki ve etkilenmelerine bir bakalım...


Georg Büchner'in Birikimi

Georg Büchner'in, eseri için iki yıl öncesinden hazırlıklara başladığını belirtmiştim. Bu hazırlıklar 1834'te yapılan Bavyera prensesi Mathilde ile Hessen-Darmstadt prensi Ludwig'in düğünleri vesilesiyle düzenlenen şenliklere dayanıyor. Büchner ise yakın arkadaşları Heinrich Küntzel ve Friedrich Metz'in, bu şenliklerde olup bitenleri, 'Şenlikler Kroniği' adlı altında derleme çalışmalarından öğrenip, Leonce ile Lena için bir zemin oluşturmuş. Bunun daha iyi anlaşılması için oyunun konusunu özetlemenin yarar sağlayacağını düşünüyorum. 

Leonce ile Lena, istemedikleri bir evlilikten kaçan ama rastlantı sonucu birbirine aşık olan bir prens ile bir prensesin aşk dolu öyküsünü anlatırken, aynı zamanda dalkavuklukla ayakta duran bir krallık düzenini de hicveden, taşlama türünde bir metin. Eser, konusu dahilinde yukarıda sözünü ettiğim, 'merasim'den ve şenliklerden çokça izler taşıyor. O dönem ki şenlikler bir düzenin habercisi niteliğinde. Düğünün duyurulması, prensesin gelişinin müjdelenmesi, süslemelerin yapılması, çiftin beklenmesi, resmi geçit hazırlıkları, bayramlık giymiş kadınlar, pankartlar, tören renklerinde kuşaklar, sevgi ve saygıya dair duygular, çan sesleri, inanç, sevgi ve umut sloganları bu tür merasimlerin başlıca özellikleri.   

Fakat merasimin kapsamı bunlarla sınırlı değil. Hükümdarların birbirlerine karşı hükmedereken, büyük beylerin ayağa kalkarken, giyinirken, kiliseye giderken, kahvaltı ederken, yerken, içerken, dışarı çıkarken, ata binerken, keyfi ya da resmi olarak yolculuk yaparken, soyunurken ve yatağa girerken nasıl davranmaları gerektiği de merasimin geniş alanı içerisinde. Sarayın gündelik halinin tanımı 'törensi'. Merasim, 'düzen' kelimesinin sadece yumuşatılmış hali. 

Büchner ise, tüm bunları eserinde dönüştürerek ele almış. Kabul göreni değil, kabul edilmemesi gerekeni betimlerken, halkın 'bayramlık' giysilerini, cebindeki delikler dolayısıyla 'transparan bir baloya' çevirmiş. Kral'ın sabah kabulünü, Danışma Meclisi'nin girişini, halkın prens ve prensesi beklemesini 'güldürü' öğeleriyle bezeyerek, eserin hiciv yönünü ortaya çıkarmış. Elbette sadece iktidarı değil, iktidarın yanındakiler ile adına 'halk' denen topluluğu da eleştirmekten geri durmamış. 

Büchner, estetik görüşünü, oyununun önsözünde de değindiği üzere, "açlık mı? yoksa şöhret mi?" sorusu ile tartışmaya açmış. Bana öyle geliyor ki kendi yaşamını da bu ikilem üzerine temellendirmiş. (Sanki) Felsefesini "kredi çekerek yaşamamak" üzerine kurmuş biri için cevap vermek büyük ölçüde mümkün olabilir. Fakat cevap konusunda bize yardımcı olacak bir olayı da gözardı etmemek gerekir. Öyleki Sttuttgart'taki Cotta Yayınevi, 1836'da 'nesir ya da manzum halde yazılmış en iyi bir ya da iki perdelik güldürü'ye ödül vereceğini açıklamış ama Büchner, eserini son katılım tarihinden iki gün sonra göndererek, şöhretten uzaklaşırken, açlığa yakınlaşmış. (Şüphesiz bu, o gün için geçerli)       


Büchner ve Etki

Büchner'in, Leonce ile Lena'yı kaleme alırken en çok etkilendiği yazarlardan biri Alfred de Musset. Musset'in 'Fantasio' adlı komedyası, eylemden çok kişiler arasındaki psikolojik ilişkilerin ve karakterlerin hayata dair duygularının ön planda olduğu bir eser. Leonce ile Lena için de bunları söylemek yanlış olmaz. Leonce'un hayata dair taşıdığı duygu 'sıkkınlık / bıkkınlık'tır. Bu duyguyu yakın arkadaşı Valerio da taşır. Hatta evlilik hazırlığında olan prenses Lena'da. Kişilerin bu yolla 'bulaşıcı' birer ruh hali içerisinde olmaları, elbette psikoloji ile açıklanabilir. Oscar Wilde, bu durum için şöyle diyor: "Hiçbir şey yapmamak, dünyanın en zor işidir." Büchner burada bireyden yola çıkarak toplumun üst katmanlarına sıçramış ve olaya evrensel bir 'mesele' olarak bakmış. Meselenin çözümü için de, biraz aşk, biraz düşünce biraz da sorumluluk katarak, durumun iyileşmesine bir formül oluşturmuş. 

Büchner'i etkileyen diğer iki büyük yazın ustaları ise Shakespeare ve Goethe. Metin, doğa tasvirleri ile dolu. Düşüncem, eserin bu kısmını Goethe'nin çizdiği yönünde. Shakespeare etkisinin metne olan hakimliği iki türlü. Birincisi, Shakespeare'in komedilerindeki kılık değiştirmeler, ikincisi de 'Size Nasıl Geliyorsa' adlı eserindeki Jacques karakterinin, kendini dünyanın akışına büyük bir umursamazlıkla bırakması. Metindeki 'melankoli' havasını hatırladığımda yanılmadığımı hissediyorum.      

Büchner, Leonce ile Lena üzerinde çalışırken, 'ölü modern toplum' tanımlamasını baz alarak, bu tanım hakkındaki düşüncelerini şöyle sıralamış: "Bunların bütün hayatı yalnızca kendilerini korkunç bir can sıkıntısına sürükleme denemelerinden oluşuyor. Bu toplum ölüp gitsin, görüp görebileceği yegane yenilik bu olur." Eserde geçen mekanlardan biri Popo Sarayı. Büchner'in fikirlerini ele aldığımızda 'ölü modern toplum'un temsil edildiği yerin burası olduğu çok açık. Çünkü Kral düşünme, konuşma ve eylem yeteneklerinden yoksun. Büchner umudu olan bir yazar. Bunu finaldeki değişen taht sahibinden anlıyorum. Toplumu ölmeden, hastahaneye kaldırmasından...

Mekana değinmişken birkaç şeyi açıklamak istiyorum. Metinde varolan mekanların (ülkelerin) adları 'Popo' ve 'Pipi'. Bu yalnızca bir alay değil. İsimleriyle gerçekte olmayan fakat sistemleriyle her yerde karşımıza çıkan iki ülke. Belirli bir mekan adı verilmediği için, 'tek' yeri anımsatmayan, herkesin üzerine alabileceği bir söz. 

Büchner'in eserleri, günümüz için çok şey söyleyen, güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyecek olan, umut edilen şey (belki bir hayal) ile gerçeği bir arada harmanlayan, ironiyi hiçbir zaman eksik etmeyen özelliklere sahip. Genç bir yazarın, bu son derece bilinçli tutumunu, ülkesindeki sorunları kendi sorunları haline getirmesini ve bunu yıkıp dökmeden okuyucuya/izleyiciye ulaştırmasını, çağımız genç yazarlarına tavsiye ederim.  


Reji (B.Erdi Mamikoğlu) ve Dekor (Hakan Dündar) İşbirliği

Mamikoğlu'nun, Büchner'i iyi anladığı kanısındayım. Genelde metne yapılan müdahaleleri pek hoş karşılamam ama Leonce ile Lena için bu durum söz konusu değil. Öncelikle finaldeki değişiklikten başlayalım. Büchner'in metninde Leonce ile Lena birbirleriyle evlendiklerini bilmemektedirler. Her şey Valerio'nun planıdır. Rejisör, burada küçük ama anlamlı bir dokunuş yaparak, her iki tarafında birbiriyle evlendiğini 'bilir' kılmış. Ben bu dokunuşu, ortak çalışmanın ürünü olan, bilinçli bir vaziyette gerçekleştirilen eylemlerin, faşizan rejimin yıkılışını kolaylaştırması olarak yorumladım. Oyunun grotesk bir biçimde sahnelenişini sevdim. 

Halkın yalnızca 'ayak'lardan oluşması, iktidarın onları 'ayak takımı' olarak görmelerini simgelemiş. Aynı hizzada, aynı ritimle, yüksek makamlardan biri tarafından 'yürütülmeleri' ise, yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiyi gözler önüne sermiş. Askerlerin 'başsız' oluşları, düşünceyi (beyni) terk ettiklerini vurgularken, salt verilen emri yerine getirdiklerinin altını çizmiş. Kral'ın yüzünün altın sarısı rengine boyanışı, kendi için bir tanrı kisvesi yaratırken, başkasının soytarı olarak değerlendirmesini sağlamış. Saray nazırlarının 'kurmalı oyuncak başı'na benzer başları, hareket kabiliyetleri ile birer kukla izlenimi vermeyi başarmış.  

Oyunun en önemli öğesi çark. Ben çark için üç farklı anlam türettim. Bunlardan ilki, 'baht', 'felek' anlamını taşıyor. Çarkın dönmesiyle (döndüren Leonce), felek dönüyor ve Lena ile Leonce'un aşkı başlıyor. İkincisi, 'zaman' kavramını aşılıyor. Mekan ve zaman değişiklikleri fonun da yardımıyla, çarkın dönmesine bağlı. Üçüncüsü ise, çarkın üzerinde durduğu yatay bölme. Çark döndüğünde, bu bölme de dönüyor. Yani çarkı döndüren kişi, aynı zamanda yatay bölme üzerindeki hareketleri (olayları) de ayarlıyor. Metni düşündüğüm de çark bu üç anlam için ideal bir tasarım. Kutlarım...

Not: İktidar kanadında yer alan karakterler, ayakkabıların durduğu yere basmamalı...


Kostüm - Işık - Müzik - Oyuncular

Kostüm tasarımı Esra Selah imzalı. Dadı ve Lena'nın renkli kişilikleri, Leonce ve Valerio'nun sıkıntılı ruh halleri, diğer karakterlerin ise devlet görevlerindeki katılıkları, kostümlerinin renklerine yansımış. Işık tasarımı (Yakup Çartık), zaman geçişlerine ince ince işlemiş. Sis biraz az olsa imiş belki kendini daha ön plana çıkarabilirmiş! Berkay Yiğitaslan'ın müzikleri de bence bu oyun için yeterli düzeyde.   

Mazlum Taşkıran, H. Barış Özkani, Gözde Korbek, Hülya Yıldız, M. Akif Özdemir, Recep Kekil, Didem Alesoy, Ömer Bertan ve Ozan Sargın'dan oluşan kadro üstüne düşen görevi yaparak, rolünün hakkını vermiş. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Adana böyle bir oyunu hak ediyor!



Notlar: 
Oyun 1 saat 15 dakika / Tek perdedir.
Fotoğraf bana aittir.

Kaynaklar
Oyun metni (Leonce ile Lena)
Arnd Beise, Gerald Funk ve Philipp Reclam yazılı kaynakları (2005)


Ege KÜÇÜKKİPER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder