31 Mayıs 2015 Pazar

Arthur Miller'ın Başyapıtı : 'Satıcının Ölümü' (Ankara DT)



Arthur Miller'ın 1949'da yazdığı Pulitzer Ödüllü 'Satıcının Ölümü', Miller oyunları içerisinde 'en çok sahnelenme' özelliğine sahip. Ankara Devlet Tiyatrosu, oyunun bu özelliğini pekiştirerek, Zafer Kayaokay rejisiyle bir kez daha repertuarına dahil etti. Ardından Tatavla Sahne 'Cadı Kazanı', Bağlantısızlar ise 'Bedel' ile seyircinin Miller'ı daha yakından tanımasına ve onunla buluşmasına imkan tanıdı. Doğuş Üniversitesi de 'Köprüden Görünüş'ü sergiledi. Ben Arthur Miller oyunları arasında en çok 'Hepsi Oğlumdu'yu severim. Galiba şanssızım...    


Miller ve Yaratım 

Arthur Miller'ın yukarıda adını saydığım beş eserini ele aldığımda oldukça benzer noktalar taşıdığını gördüm. Bunlardan bir tanesi, oyun karakterlerinin bir 'aile' içerisinde yapılandırılması şeklinde karşıma çıktı. Miller, çekirdek aile kavramına önem veren bir isim. Bu durum bence yazarın insana olan inancından kaynaklı. Eserlerinde her zaman birlik-beraberlik duygusu ön planda. Bu duygunun gelişeceği, ilerleyeceği ve artacağı yer ise şüphesiz bir aile ortamı. Bu ortamın, üyeler bazında açılması gerektiğini düşünüyorum...  

Miller oyunlarında aile dört kişiden oluşur. İki çocuk vardır ve ikisi de erkektir. Babalarıyla her zaman farklı görüşlere, farklı hayallere sahiptirler. Anne dengeleyici konumdadır. Oyunun başında çocuklarının tarafında olmasına rağmen finale doğru ekseni kayar ve kendini eşinin yanında bulur. Baba kabul etmeye, razı olmaya hazırdır. Çünkü oyunun 'suçlu' kişisidir ve bir destek aramaktadır. Desteğin nereden geldiğinin onun için bir önemi yoktur. 'Taraf' olmak yeterlidir. Miller, oyunun baş kişisi olan babayı, doğru tarafı seçmediği için cezalandırır. Aslında eserlerini bu seçim üstüne temellendirmiştir. Bu nedenle oyunlarında duygudan ziyade 'mantık' kendine bir yer edinir. Bir nevi duygularıyla hareket eden kişi, ölümü hak eden kişidir. 

Bazen, durumu geçmişte yaşanan bir olayla örneklendirir. Oyun karakterleri için çok önemli olan biri (bir çocuk veya bir baba) yanlış tarafı seçtiği için ölmüştür. Karakterler bundan yola çıkarak doğruyu ararlar. Geçmişten ders alma söz konusudur. Şimdiki zamanda ise her türlü şeyden mahrum olan babanın karşısına, hayatı tanımış, eline geçen fırsatları değerlendirmesini bilmiş, en yakın arkadaşı çıkar. Bu arkadaş da babanın önündeki bir timsaldir. Fakat Miller, insanların hatalarından ders çıkarmadığı ve tarihin bir tekerrürden ibaret olduğu düşüncesindedir. Bu düşünce bazında karakterlerini yaratır ve kurgular.  

Miller eserleri evrenseldir. Karakterlerine sunduğu meslekler, 'sıradan' insanların yapabileceği, yüksek öğrenim kurumlarında okunmaya ihtiyaç duyulmayan cinstendir. Lakin bu durum sadece baba figürü için geçerlidir. Annenin mesleğine dair bir tanımlama yoktur. Biraz da bu nedenle taraf değiştirir. Memnuniyeti bulduğu yerde yuva yapmak ister. İdealler / beklenenler bir nesne ile simgeleştirilmiştir. Bu nesne, Satıcının Ölümü'nde dolma kalem iken, Hepsi Oğlumdu'da bir ağaçtır. Baba, ahlaki ve maddi yönden zayıf olduğu için ailesini başka yönden etkisi altına almak ister. Bu, ekseriyetle hayat tecrübesidir. Fakat çocuklar, tecrübenin yeterli olmadığını düşünerek, kendilerine bir 'alan' yaratmaya çabalarlar.   

Dil açısından bakıldığında oldukça sade olayları barındırmış, yine aynı sadelikle yazılmış metinlerdir. Miller'ın çoğu oyunu 'yaşanmış bir hayat' hikayesidir. Yaşamın basitliği, metnin kurgusuna ve karakterlerin ruhlarına yansımıştır. Yazarın dekor konusunda yaptığı açıklamalar da süsten uzaktır. Hayatın 'akıcılığı' ve 'sürükleyiciliği' oyunlarının biçimini oluşturmuştur. Tür olarak trajediyi benimsemiştir. Metinlerin geneline karamsar bir yapı hakim olmakla birlikle, sonları hiçbir zaman mutlu bitmez. Düşünce başat yerdedir. Düğüm her zaman finalde açılır. Öncesinde bir yığın ipucu bulunmasına rağmen, seyirci neyin, ne zaman gerçekleşeceğini kestiremez. Ayrıca sıcak bir atmosferde başlayan oyun, giderek yerini soğumaya bırakır. Köprüden Görünüş'deki, 'anlatıcı' kimi yerde yabancılaşma etkisi sunar.  

Miller oyunlarının en belirgin özelliği 'hayal ile gerçeğin' iç içe geçmesidir. Eserler, fazla hayalperestliğin, ileriye yönelik kötü sonuçlar doğuracağı üzerine kuruludur. Karakterler, oyun boyunca "gerçek nedir?" sorusuna yanıt ararlar. İlginç olan, gerçeği bilenin de kendini yanıt bulmaya zorlamasıdır. Çünkü gerçeği bildiğinden emin değildir. Emin olmayışının sebebi, etrafındaki 'kurtların' türlü dolaplarıdır. Miller dolabı sonuna kadar açar ve içini büyük bir özenle yerleştirir. Kıyafet seçimini karaktere yaptırır. Fakat doğru kombin bir türlü gerçekleş(e)mez. 

Oyunların baş kişileri bir 'başarısızlık' sembolüdürler. İş ve özel yaşamlarında bir türlü başarıyı elde edemeyen karakterler, bu başarıyı oğullarından beklerler. Kendi mesleklerinin negatif yönlerini görmelerine karşın, çocuklarına bu mesleği seçmeleri gerektiğini aşılarlar. Miller'ın bazı karakterleri uzun uğraşlar sonucu başarıya ulaşabilmiştir. Bu başarı, sadece aile kurmaya ya da çok az para kazanmaya dayanır. Kesinlikle mesleki ya da ahlaki (insani) başarı değildir. 'Çevre', çoğu kez belirleyici öğedir. "Başkası ne der?" mantığı, karakterlerin yol haritasını çizer. Harita sınırlarla doludur. Baba sınırı aşamayıp, kilitli kalırken, çocuklar ideallerinin peşinden koşmuş ve sınırı kendileri çizmişlerdir.    

'Dönüşüm', Miller oyunlarında önemli bir rol oynamaktadır. Dönüşümün gerçekleştiği kişi baba, gerçekleştirenler ise çocukları ya da yakın arkadaşlarıdır. Bedel'de Yahudi Salamon, zamanla iki kardeşin babaları görevini üstlenir. Köprüden Görünüş'de Eddie kızın eniştesi iken, babası (sahibi) durumuna gelmiştir. Hepsi Oğlumdu'daki Keller ise, süreç içerisinde ölümüne sebep olduğu yirmi bir gencin babası niteliğini taşır. Özetle Arthur Miller, siyasal ve toplumsal bilinçten yoksun kamuoyunu, yabancılaşmış Amerikan insanının çelişkilerini şu sözleriyle: "ben düşünceyle alışverişi olmayan, ne yaptığını bilmeyen, bilmek de istemeyenbir toplumda yazıyorum" açığa koymaya yönelmiştir. Basit insanın (Amerikan ortasınıf insanı) tragedyasını vermeye çalışmıştır. Bu bağlamda etnik sorunlara değinerek, toplumsal ve bireysel özsorumluluk temasını ele almıştır.  


Satıcının Ölümü

Bizim konumuz Satıcının Ölümü. Karakterimiz de Satıcı Willy. Willy'nin başarısızlığı, yaşadığı ortam ile ilgili. Küçük insanların büyük yerlerde dolaşmamaları, eğer dolaşmak isterlerse, sisteme ayak uydurmaları gerektiği, bu ortamın ona sunduğu bir koşul. Eser, konusu itibariyle, başarılı olmadan insana yaşama hakkı tanımayan A.B.D'ndeki acımasız kapitalist düzenin güçlü bir eleştirisini tasvir ederken, bu yarışma düzeninde, yarışmaya ayak uyduramayan, yanılsamalar içinde kendini aldatan yaşlı bir satıcının, düzenin insani olmayan, sert kuralları ve toplumun sahte değerleri karşısında ailesi için kendini kurban edişinin öyküsünü anlatıyor. Bu öykü artık ne yazık ki yalnız A.B.D. için geçerli değil...

Satıcının Ölümü, bence yitip giden değer yargılarına yakılmış bir ağıt. Esas satıcı düzenin başındaki kişi. Sattığı ise maddi-manevi tüm değerler. Willy, yaşamını idame ettirebilmek için, 'başsatıcının' sattıklarını, koruma altına almaya muhtaç. Lakin bir yandan da başsatıcının sattıklarının, kendi elinden çıktığının farkında değil. Yanılsaması bu yüzden. Çocukları ve arkadaşları bunun bilincinde. Bilincinde olduklarından dolayı da ormana korkusuzca dalabilmekteler. "Orman karanlıklarla dolu ama bir çok elmas da orada..."


Reji - Dekor - Kostüm - Işık - Müzik

Zafer Kayaokay, Miller'ı çözmüş, çalışma arkadaşlarına da çözdürmüş bir rejisör. Savaş Çevirel'in dekorunu gördüğümde, restaurant ve ofis sahneleri için değişecek bölmelerin, 'evi kapatıp, kapatmayacağını' düşündüm. Düşüncem, rejisörün de düşüncesiydi. Bölmeler, ölüm, ayrılık, terk ediş gibi etkenlerin yardımıyla evi kapattı. Bu kısım bence oyunun en önemli kısmı idi. Çünkü metinde satıcının 'satın almaya' çalıştığı tek şey evi. Kayaokay, "satıcı son satacağını sattı" izlenimi akıllıca verebilmiş. Mezarlık sahnesi, oyunun amacına en uygun sahne. Rejisör, Willy için bir mezar taşı hazırlatmamış. Boşluktan yararlanmış. Miller'ın yarattığı karakter de böyle bir karakter. Hayalde mi yoksa gerçekte mi yaşadı? ikilemini yaratan bu dokunuşunu kutlarım...  

Dekor tasarımı, Miller'ın açıklamalarının büyük bir kısmına uymuş. Sahne değişimleri için 'elverişli' özelliğini taşımış. 1950'li yılların konseptini başarıyla aktararak, zengin-fakir ayrımını yeterince ortaya çıkarabilmiş. Burada en sevdiğim nokta fon oldu. Amerika'nın büyük binalarını gösteren fon, hareketli ay ve yıldız mekanizmasıyla, zaman geçişlerine bir gerçekçilik kazandırmış. Dekorun genel yerleşimi ise elinden geleni yapmış. (Miller dekorları sorunludur)

Kostüm tasarımı Sevgi Türkay imzalı. Geçmiş ve bugün arasında kurulan bağ, kostümlerle görselleştirilebilmiş. Sadece Willy'nin kostüm değiştirmeyişi önemli ve etkili bir detay olarak kendini ifade edebilmiş. Işık tasarımı harikulade. Çetin Atay bir Miller ustası. Satıcının Ölümü, Miller oyunları içerisinde en fazla ışığa ihtiyaç duyulan yapıt. Atay, bilhassa satıcının zamanda yolculuk ve ağabeyi ile karşılıklı sohbet ettiği anlarda, ayrıca yine bir ışık süzmesiyle devleşen mezar sahnesinde estetik bir 'yanılsama'yı yakalayabilmiş. Müzik, (Can Atilla) oyuna hizmet eden, oyunu daha anlaşılır kılan ezgileriyle, benden tam not aldı. 


Oyunculuklar           

Sahnedeki bütün sanatçıları ilk kez izleme fırsatı bulduğumu belirterek başlıyorum. (İstanbul'da oturmamdan kaynaklı) Buğra Koçtepe canlandırdığı iki farklı ruhla (çocukluk-yetişkinlik) oyunun en iyi yardımcı oyuncusu. Gülçin Yaşaroğlu, 'dengeleme'de ve ses tonunu ayarlamada üstüne düşeni yapmış. Şahap Sayılgan, bir yandan zengin halleriyle seyirciyi selamlarken, diğer yandan Willy'nin dostu olduğunu hissettirebilmiş. Kutay Sungar, kardeşlerden daha 'toy' olanı, oyunculuğuna da sindirmiş. Ve Erdal Küçükkömürcü, tam bir Willy! İşte tiyatrodaki lokomotif oyunculardan biri. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...

Gerekli şeyleri satmayın...

Asuman Korad'ın anısına...


Notlar: 
Oyun 2 saat 30 dakika / 2 perdedir.
Fotoğraflar bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Satıcının Ölümü)
Tiyatro Adamları Sözlüğü
   



Ege KÜÇÜKKİPER
     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder