2 Şubat 2014 Pazar

AST İzlenimlerim (1) : “Selamün Kavlen Karakolu”




SELAMÜN KAVLEN KARAKOLU

Ankara’ya bundan önceki gelişlerimde bir türlü Ankara Sanat Tiyatrosu’nda bir oyun izleme olanağım olmamıştı. Bu gelişimde şans eseri (Uzun hikaye) hem “Selamün Kavlen Karakolu”nu hem de “Halktan Biri”ni izleme fırsatım oldu. Ankara Sanat Tiyatrosu’nun repertuarında bulunan “Dar Ayakkabıyla Yaşamak” adlı oyunu ise geçtiğimiz yıl Şehir Tiyatroları’nda izlediğim için es geçtim. İlk kez bu yazımda AST‘nun bir oyununu yorumladığımdan dolayı kurum ve repertuar hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.

51. yılına giren AST, Kenter Tiyatrosu’ndan sonra en köklü ikinci kurum olma özelliğini taşıyor. (Özel Tiyatrolar arasında) Asaf Çiyiltepe ve arkadaşları tarafından kurulan tiyatro, sonraları Güner Sümer ve Rutkay Aziz’in Genel Sanat Yönetmenliği’nde yolculuğuna devam etmiş. Repertuarı ise hem yerli (Nazım Hikmet, Turgut Özakman, Vasıf Öngören, Orhan Keman…) hem de yabancı (Bertolt Brecht, Samuel Beckett, Gogol, Sartre…)  yazarın oluşturduğu, aynı zamanda klasik ile çağdaşı birarada barındıran bir yapıya sahip. AST’nun, şimdiye kadar sahlenediği oyunları incelediğimde muhalif duruşundan hiçbir zaman ödün vermediğini ve ağırlıklı olarak politik tiyatronun gölgesi altında olduğunu gördüm.  

İşte bu politik oyunlardan biri de Aziz Nesin imzalı “Selamün Kavlen Karakolu.” Aslında bu Yücel Erten tarafından oyunlaştırılıp, yönetilen, iki dolandırıcının kendilerini polis olarak tanıtıp, sahte bir karakol açmasıyla ve sadece vatandaşların değil, devletin de bu karakolu ciddiye alıp resmi yazışmalarda bulunmasıyla şekillenen trajikomik bir öykü. Fakat ben, izlediğim ve yazdığım forma uygun olarak “oyun” diye hitap edeceğim. Oyunun adı, yaşananları ve yaşanacakları belirler cinsten. Tabii bunun net bir biçimde anlaşılabilmesi için bir tanımlama yapmak (Bilmeyenler için) şart. “Selamün Kavlen”: Genellikle birisi bela okuduğunda söylenen, “evlerden ırak” anlamına gelen arapça bir tabir. Hani demiştim ya yaşananları belirler cinsten diye, böyle bir karakol için başka ne denebilir ki?

Aziz Nesin, (Özellikle şu sıralar) birçok kurumun repertuarını süslüyor. Şehir Tiyatroları’nda, “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” ve “Toros Canavarı” yıllardır kapalı gişe oynuyor. “Tiyatro Ayna” ise bu sezon “Hadi Öldürsene Canikom” adlı oyunuyla seyirciyi selamlıyor. Bu kadar girizgahtan sonra sahneleyiş ve teknik öğelere değinebiliriz.

Nasıl, oyunun adının anlamı hiçbir zaman değişmeyecek ve hep kullanılacaksa, Yücel Erten’de hiçbir zaman eskimeyecek ve her dönem sahnelenebilecek bir uyarlama yapmış. Bunu oyundaki güncelleştirmelere /göndermelere (Ayakkabı kutusu, üç çocuk, kürtaj, rüşvet, kızlı-erkekli, ODTÜ, sansür, Necati Şaşmaz, Türkçe’nin düzgün kullanımı, Pensilvanya, ampul, meclis vb.) dayanarak söylüyorum. Erten, hikayenin özünü koruyarak döneme göre mesaj içeren bir oyun ortaya çıkarmış. Çoğu zaman hikaye türünde bir “anlatıcı” olur. Olayların nasıl başladığını, nasıl devam ettiğini ve nasıl sonuçlandığını, araya kendi izlenimlerini de sokarak okuyucuya/izleyiciye aktarır. Burada da böyle bir tutum sergilenmiş. Rejisör, “özü” korumayı sadece “konu” ile değil “belirleyici öğeler”le de kapsamlaştırmış. Bu arada oyun barındırdığı karakterler ve söylenen bir replik -“Okumuş, okumamış ne farkeder?”- bazında bana “Cibali Karakolu”nu anımsattı.

Hem anlatıcının olması hem de oyuncuların, seyircilerin arasından geçerek sahneye çıkmaları, oyuncu ile seyirciyi bütünleştirerek ortama daha samimi bir hava katarken, seyirciyi de oyunun içine dahil etmiş. Yani interaktif bir durum oluşturulmuş. Bu cümleden hareketle yer edinen dekorun da bu tarza (Hareketli) uygun oluşu, rejisörün anlatım tekniğini desteklemiş. Erten, anlatıcıya olayları kestirerek oyunu “donuk kareler”den meydana getirmiş ve ikinci perdenin başlangıcını bağlaç olarak kullanmış. Böylece “hikayeyi kaldığı yerden devam ettirmiş”. Sokak ağzıyla konuşulması ise Aziz Nesin’in tipik sözcük ve sözcük yazımlarını akıllara getirmiş. Ayrıca rejisör, oyuna Aziz Nesin’i de dahil ederek (İsim olarak) ustaya bir selam göndermiş. Oyuncular yoluyla da kendine (Yücel Erten) atıfta bulunmuş. Final sahnesinde daktilonun üzerine bırakılan kırmızı karanfil  “yazarlığın öldüğünü” betimlemiş.
 
Müzikler sahne geçişleri için hazırlanmış. Her biri, biten sahneyi anlatır gibi. Komik hatta absürd. Açıkçası absürd oluşlarının durumu daha iyi özetlediğini düşünüyorum. Oyunda yaşananları hangisi absürd değil ki? Yücel Erten, canlı müziği tercih ederek, oyunun şarkılarını yazan ve besteleyen Ali Seçkiner Alıcı’yı aynı zamanda oyuncu olarak görevlendirip, işin içerisine daha da komedi unsuru katmış. Diğer oyuncuları ise “koro” olarak konumlandırmış.  Dekor değişimi de şarkılar eşliğinde kotarılmış.

Dekor Gazal Erten imzalı. Daktilo ve soba dönemi anlamada yardımcı olurken, diğer eşyalar karakolun soğuk havasına uymuş. Kostümler de dönemin atmosferine göre tasarlanmış. Özellikle atkı tipik “örgüt” konseptini gözler önüne sermiş. (Kostüm tasarımcısının adı yazmıyor) Işık tasarımı bölüm aydınlatmalarından meydana gelmiş. Oyunun bölüm bölüm işlediğini düşünürsek amacına ulaştığını söyleyebiliriz. (Işık: Mehmet Kızılgül) Oyunculuklar birbirinden iyi ve ekip dayanışması içerisinde oldukları belli. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…

Kadro: Mahir İpek, Mehmet Ulusoy, Yıldırım Şimşek, Hakan Güven, Ali Seçkiner Alıcı, Özgürcan Çevik, Gizem Aldemir, Nalan Güreş, Mustafa Bilgin, Erdem Ulusal ve Özgün Aydın.

Ödül
13. Direklerarası Seyirci Ödülleri En Başarılı “Yardımcı Erkek Oyuncu” : Özgürcan Çevik ve Özgün Aydın.


Not: Oyun 2 saat 30 dakika / 2 perdedir.

Ayrıntılı bilgi için: www.ast.com.tr


Kaynak
Ankara Sanat Tiyatrosu web sitesi.



EGE KÜÇÜKKİPER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder