SELAMÜN KAVLEN KARAKOLU
Ankara’ya bundan önceki
gelişlerimde bir türlü Ankara Sanat Tiyatrosu’nda bir oyun izleme olanağım
olmamıştı. Bu gelişimde şans eseri (Uzun hikaye) hem “Selamün Kavlen
Karakolu”nu hem de “Halktan Biri”ni izleme fırsatım oldu. Ankara Sanat
Tiyatrosu’nun repertuarında bulunan “Dar Ayakkabıyla Yaşamak” adlı oyunu ise
geçtiğimiz yıl Şehir Tiyatroları’nda izlediğim için es geçtim. İlk kez bu
yazımda AST‘nun bir oyununu yorumladığımdan dolayı kurum ve repertuar hakkında
birkaç şey söylemek istiyorum.
51. yılına giren AST,
Kenter Tiyatrosu’ndan sonra en köklü ikinci kurum olma özelliğini taşıyor.
(Özel Tiyatrolar arasında) Asaf Çiyiltepe ve arkadaşları tarafından kurulan
tiyatro, sonraları Güner Sümer ve Rutkay Aziz’in Genel Sanat Yönetmenliği’nde
yolculuğuna devam etmiş. Repertuarı ise hem yerli (Nazım Hikmet, Turgut
Özakman, Vasıf Öngören, Orhan Keman…) hem de yabancı (Bertolt Brecht, Samuel
Beckett, Gogol, Sartre…) yazarın
oluşturduğu, aynı zamanda klasik ile çağdaşı birarada barındıran bir yapıya
sahip. AST’nun, şimdiye kadar sahlenediği oyunları incelediğimde muhalif
duruşundan hiçbir zaman ödün vermediğini ve ağırlıklı olarak politik tiyatronun
gölgesi altında olduğunu gördüm.
İşte bu politik oyunlardan
biri de Aziz Nesin imzalı “Selamün Kavlen Karakolu.” Aslında bu Yücel Erten
tarafından oyunlaştırılıp, yönetilen, iki dolandırıcının kendilerini polis
olarak tanıtıp, sahte bir karakol açmasıyla ve sadece vatandaşların değil,
devletin de bu karakolu ciddiye alıp resmi yazışmalarda bulunmasıyla şekillenen
trajikomik bir öykü. Fakat ben, izlediğim ve yazdığım forma uygun olarak “oyun”
diye hitap edeceğim. Oyunun adı, yaşananları ve yaşanacakları belirler cinsten.
Tabii bunun net bir biçimde anlaşılabilmesi için bir tanımlama yapmak
(Bilmeyenler için) şart. “Selamün
Kavlen”: Genellikle birisi bela okuduğunda söylenen, “evlerden ırak”
anlamına gelen arapça bir tabir. Hani demiştim ya yaşananları belirler cinsten
diye, böyle bir karakol için başka ne denebilir ki?
Aziz Nesin, (Özellikle
şu sıralar) birçok kurumun repertuarını süslüyor. Şehir Tiyatroları’nda, “Yaşar
Ne Yaşar Ne Yaşamaz” ve “Toros Canavarı” yıllardır kapalı gişe oynuyor. “Tiyatro
Ayna” ise bu sezon “Hadi Öldürsene Canikom” adlı oyunuyla seyirciyi selamlıyor.
Bu kadar girizgahtan sonra sahneleyiş ve teknik öğelere değinebiliriz.
Nasıl, oyunun adının
anlamı hiçbir zaman değişmeyecek ve hep kullanılacaksa, Yücel Erten’de hiçbir
zaman eskimeyecek ve her dönem sahnelenebilecek bir uyarlama yapmış. Bunu oyundaki
güncelleştirmelere /göndermelere (Ayakkabı kutusu, üç çocuk, kürtaj, rüşvet,
kızlı-erkekli, ODTÜ, sansür, Necati Şaşmaz, Türkçe’nin düzgün kullanımı,
Pensilvanya, ampul, meclis vb.) dayanarak söylüyorum. Erten, hikayenin özünü
koruyarak döneme göre mesaj içeren bir oyun ortaya çıkarmış. Çoğu zaman hikaye
türünde bir “anlatıcı” olur. Olayların nasıl başladığını, nasıl devam ettiğini
ve nasıl sonuçlandığını, araya kendi izlenimlerini de sokarak
okuyucuya/izleyiciye aktarır. Burada da böyle bir tutum sergilenmiş. Rejisör,
“özü” korumayı sadece “konu” ile değil “belirleyici öğeler”le de
kapsamlaştırmış. Bu arada oyun barındırdığı karakterler ve söylenen bir replik
-“Okumuş, okumamış ne farkeder?”- bazında bana “Cibali Karakolu”nu anımsattı.
Hem anlatıcının olması
hem de oyuncuların, seyircilerin arasından geçerek sahneye çıkmaları, oyuncu
ile seyirciyi bütünleştirerek ortama daha samimi bir hava katarken, seyirciyi
de oyunun içine dahil etmiş. Yani interaktif bir durum oluşturulmuş. Bu
cümleden hareketle yer edinen dekorun da bu tarza (Hareketli) uygun oluşu,
rejisörün anlatım tekniğini desteklemiş. Erten, anlatıcıya olayları kestirerek
oyunu “donuk kareler”den meydana getirmiş ve ikinci perdenin başlangıcını
bağlaç olarak kullanmış. Böylece “hikayeyi kaldığı yerden devam ettirmiş”. Sokak
ağzıyla konuşulması ise Aziz Nesin’in tipik sözcük ve sözcük yazımlarını
akıllara getirmiş. Ayrıca rejisör, oyuna Aziz Nesin’i de dahil ederek (İsim
olarak) ustaya bir selam göndermiş. Oyuncular yoluyla da kendine (Yücel Erten)
atıfta bulunmuş. Final sahnesinde daktilonun üzerine bırakılan kırmızı
karanfil “yazarlığın öldüğünü”
betimlemiş.
Müzikler sahne
geçişleri için hazırlanmış. Her biri, biten sahneyi anlatır gibi. Komik hatta
absürd. Açıkçası absürd oluşlarının durumu daha iyi özetlediğini düşünüyorum.
Oyunda yaşananları hangisi absürd değil ki? Yücel Erten, canlı müziği tercih
ederek, oyunun şarkılarını yazan ve besteleyen Ali Seçkiner Alıcı’yı aynı
zamanda oyuncu olarak görevlendirip, işin içerisine daha da komedi unsuru
katmış. Diğer oyuncuları ise “koro” olarak konumlandırmış. Dekor değişimi de şarkılar eşliğinde
kotarılmış.
Dekor Gazal Erten
imzalı. Daktilo ve soba dönemi anlamada yardımcı olurken, diğer eşyalar
karakolun soğuk havasına uymuş. Kostümler de dönemin atmosferine göre
tasarlanmış. Özellikle atkı tipik “örgüt” konseptini gözler önüne sermiş.
(Kostüm tasarımcısının adı yazmıyor) Işık tasarımı bölüm aydınlatmalarından
meydana gelmiş. Oyunun bölüm bölüm işlediğini düşünürsek amacına ulaştığını söyleyebiliriz.
(Işık: Mehmet Kızılgül) Oyunculuklar birbirinden iyi ve ekip dayanışması
içerisinde oldukları belli. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol
olmasını dilerim…
Kadro:
Mahir İpek, Mehmet Ulusoy, Yıldırım Şimşek, Hakan Güven, Ali Seçkiner Alıcı,
Özgürcan Çevik, Gizem Aldemir, Nalan Güreş, Mustafa Bilgin, Erdem Ulusal ve
Özgün Aydın.
Ödül
13. Direklerarası
Seyirci Ödülleri En Başarılı “Yardımcı Erkek Oyuncu” : Özgürcan Çevik ve Özgün
Aydın.
Not:
Oyun 2 saat 30 dakika / 2 perdedir.
Ayrıntılı
bilgi için: www.ast.com.tr
Kaynak
Ankara Sanat Tiyatrosu
web sitesi.
EGE
KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder