VANYA
DAYI
Bu yıl “Shakespeare
yılı” olarak ilan edilse de bana göre Çehov daha ağır basıyor. Repertuarında Çehov
oyunu barındırmayan kurum neredeyse yok. İBBŞT ve İzmir DT Vişne Bahçesi’ni, İDT Üç Kız
Kardeş’i ve (yazarı farklı olsa da) Çehov
Makinesi’ni, Bursa DT Martı’yı, Adana
DT Sevgili Doktor’u ve daha birçok
kurum Çehov’un hikayelerini oyunlaştırıp sahneliyor. Ankara Devlet Tiyatro’su
ise Erhan Gökgücü’nün sahneye koyduğu “Vanya
Dayı”yı seyirciyle buluşturuyor. Ayrıca 18-23 Şubat tarihleri arasında Ankara’da
“Çehov Haftası” düzenlenecek.
(Biletler satışta benden söylemesi) Oyunu prömiyerden bir gece önce yani genel
provada izledim. Aslında dekor, kostüm ve rejiyle ilgili çoğu şeyi oyunun
facebook sayfasından (Link yazı sonundadır) adım adım takip ettim. O zamandan
beri tuttuğum notlar neredeyse bir tomarı buldu. Beni dinleyen olmaz diye prova
sürecinde oyun ekibiyle iletişime geçmedim. Tuttuğum notları (Ayıklayarak)
oyunu izledikten sonra her zaman yaptığım gibi yazıya sakladım. İşte o yazı…
Erhan Gökgücü, metne
sadık kalmakla birlikte bazı tercihlerde bulunmuş. (Haliyle) Fakat bu
tercihlerinin hemen hemen hepsi aklımda soru işareti bıraktı. Malum, Vanya
Dayı’nın yazıldığı dönemde (1897) Rusya, ekonomik ve toplumsal olarak kötü
durumdaydı. Vanya’nın, Profesör Aleksandr’a ateş ettiği sahnede, dışarıda
köylülerin çalgı çalıp, şarkı söylemesi (Eğlenmesi) Çehov’u zıt bir yöne
çekmiş. “Vişne Bahçesi”nde de aynı durum söz konusu idi fakat taraflar
farklıydı. Eğlenen kesim “dışarıda” değil “içerideydi”. Yani dışarıda olup
bitene karşı kayıtsız kalan kesimdi. Dışardakiler ise her şeyin farkındaydı.
Vanya Dayı’da da (Eser olarak) “kayıtsızlık” ya da “çalışmazlık” (Vanya’nın
uzun süredir hesap-kitap tutmaması, Yelena’nın iş seçiciliği, Astrov’un
rahatlığa alışıp gitmek istemeyişi, Prof. Aleksandr’ın çiftliği satıp kolay
yoldan para kazanma arzusu) eğilimlerinin oluşu bu zıtlığı anlamsız kılmış. (Her
ne kadar Sonya çalışmak için yanıp tutuşsa da oyun boyunca gelişen durumlar
neticesinde bir türlü bu isteğini gerçekleştiremez)
Rejisör, bahçeyi “gizli
anların mekanı” olarak kurgulayıp (Bahçeyi dışarıdan saymıyorum), içeriyi de
parçalara ayırmış. Bu ayırış, karakterler arasındaki kopukluğu vurgulamaya
yaramış. (Burada böyle bir amaç gözetilmesine rağmen bir önceki paragrafta
nasıl tersi olur (mu?)) Yağmur fazla göz yormuş ve dikkat dağıtmış. Bahçeye ve
ağaçlara yağmamış. (Nereye yağmalı?) Ve en önemlisi yapay oluşu, Çehov’u bütün
“doğallığından” uzaklaştırmış. Halbuki afiş tasarımında ne kadar da gerçek.
Afiş oyun hakkında çok şey söyler. İnsanı “görsel yolla” çeken ilk metafordur.
Şimdi söyleyeceğim
genelde bütün Çehov oyunlarında yapılıyor. (İyi ki) Bir karakter seçiliyor ve
gözlük-baston-şapka üçlüsüyle Çehov’a benzetiliyor. Bu oyunda şanslı kişi Oktay
Dal (Prof. Aleksandr). Aslında şanslı olan seyirci. Çehov’u sahnede görmek (Benim
için) mutluluk. Sahte olduğu bilinmesine rağmen yine de insanı güçlü bir tesir
altına alıyor. Elimdeki metnin arka kapağında şöyle bir ifade var: “Vanya Dayı’yı ayrıcaklıklı kılan bir diğer
unsursa, ruh halleri bakımından Çehov’un kendisine en yakın kahramanı olan
Astrov’un bu eserde bulunmasıdır. Açıkçası oyunu izlerken Çehov’a benzeyecek olan (Tip olarak) karakterin Dr.
Astrov (Durukan Ordu) olacağını düşünmüştüm. (Mesleği de aynı) Bu düşüncemi
belirtmeyecektim fakat ifade sürekli karşıma çıktı ve beni kandırdı…
Bunların haricinde klasik
bir sahneleyiş tekniği kullanan Gökgücü, Çehov’un yalın ve durgun atmosferini yaratmayı başarmış. Tabii bu
yaratımda payı olan sadece rejisör değil. Dekoratör Emre Satı biraz önce
değindiğim yalınlığa destek olan bir tasarıma imza atmış. Evin genelinin beyaz
oluşu hem Çehov’un istediği derinliğe katkı yapmış hem de saflığa bir
göndermede bulunmuş. Dekorda eskitme
yoluna gidilmesi yapının yaşını belirtirken, aynı zamanda karakterlerin iç
dünyalarındaki çürümüşlüğü sembolize etmiş. Fakat bu belirtiyi ağaçlarda pek
göremedim. Keşke metinde yazıldığı gibi “yaşlı” olsalardı. Vitrin bana fazla
modern geldi. (Ama uyumu bozmamış) Aynı şeyi sandalyeler için de
söyleyebilirim. O eskiliğin içinde cilalı olmamaları gerekirdi. Masa ise oyunda
önemli bir konuma sahip olması gerekirken, amacı dışında her şeye hizmet etmiş.
O masa Mariya’nın özel alanı değil. Ayrıca yuvarlak yerine dikdörtgen masa
kullanımının Rus yaşantısına daha uyum sağlayacağı kanaatindeyim.
Ve piyano. Aslında bu
kısmı rejisör odaklı değerlendirecektim fakat dekorla ilintili olduğu için
buraya yazmayı uygun buldum. Rejisör, oyunda piyano çalınması istenmediği
halde (Bkz: 2. perdenin sonu - Orijinal
metin) sahne geçişlerinde ve bazı sahnelerde kulakların pasını piyano ile
silmiş. Benim burada tartışacağım konu piyanonun çalınmasının doğruluğu ya da
yanlışlığı değil. Belli ki Erhan Bey zıtlığı temel edinmiş. Peki Emre Satı
neden piyanoyu en arkaya koymuş? Özel bir etki yaratmak istendiyse daha ön
plana yerleştirilebilirdi. Öneri: Ayaklı
büyük bir saat olsaydı “zaman” kavramı daha net anlatılabilirdi. Akseaurlarda
beni üzen şey bavullar oldu. O döneme ait değiller ve az gösterilmeleri
“gidişin” etkisini havada bırakmış.
Sevgi Türkay’ın
ellerinde hayat bulan kostümler, zamana ve köy yaşantısına uyum sağlasalar da
renkleriyle yine düşünmeme sebep oldular. Yelena’nın ruh hali mutsuzluktan
mutluluğa (Kurtuluşa) doğru giderken, kostümleri açıktan koyuya bir yol
izlemiş. Sonya’nın kostümleri ise tersi bir ruh halindeyken koyudan açığa
ulaşmış. Kısacası o “ruh” bana geçmedi.
(Oyunculuk ile geçti) Çünkü gördüğüm, hayal ettiğimden çok daha farklıydı. Buradaki
zıtlığı da farketmişsinizdir. Erhan Bey zıtlıkları temel edinmiş derken espri
yapmıştım fakat inanmaya başlıyorum. Bu arada diğer karakterlerin koyu renk
giyinişleri karamsarlıklarını betimlemiş.
Oyunda en beğendiğim unsur
ışık tasarımıydı. Her oyunda beni şaşırtan ve bir türlü karar kıldırmayan
Zeynel Işık konusunda galiba kararımı verdim. Gaz lambalarının yanmasıyla
sahnenin aydınlanması, gece sahnelerinde ağaçların bir bölümünün aydınlıkta
kalması ve finalde bütün sahneye hakim olan sarı ışık ince ince tasarlanmış.
Her zaman söylemişimdir detay çok mühimdir diye. Sarı ışık bana eskimiş,
sararmış bir fotoğrafı anımsattı. Birde oyuncuların hepsi sahneyi doldurup,
seyirciye taraf bakınca bu anımsatma kanıya dönüştü. Sonya’nın “gitti”
repliğinden sonra sönen mumu, “tüm umutların söndüğüne” işaret ederken, piyano
sahnesindeki ışık (1. Perdenin sonu) mutluluğa inen gölgeyi temsil etmiş.
Müziği zaten reji
kısmında yazmıştım. Piyano haricindeki müzikler canlı olarak kullanılmış. Fakat
piyano gitarın önüne geçmiş. (Bence hata. Gitar Ruslar’ın yaşantısında önemli
bir enstrüman) Vanya ve Astrov’un şarkı söyledikleri sahnede bile figüran
olarak duruyor. Besteler atmosferi şekillendiren birer unsur olarak görevlerini
tamamlamış. Final sahnesinde müzik biraz boş kalmış. Geç başlıyor ve etkili
değil. Efektler ise harika. Artandan azalana…
Oyuncuların hepsi
birbirinden iyi. Meral Niron’u ilk kez sahnede izlemenin heyecanını yaşadım.
Durukan Ordu’nun daha espritüel olmasını beklerdim. Doktor Astrov öyle bir
karakter. Ve itiraf etmeliyim ki bir oyuncuyu daha dikkatli izledim. Herhalde
arkamda oturan bayanlar da öyle yaptılar. Sürekli onun hakkında konuşuyorlardı.
Söyledikleri cümleden sonra epey güldüm. “Çok düz konuşuyormuş ama bir büyüsü
varmış”. İlk kısıma katılmıyorum ama ikincine imzamı atarım.
Vanya Dayı benim için
çok özel bir eser. Teknik olarak hatalar olmasına rağmen izlerken gerçekten
keyif aldım. Ya da o büyüye kapıldım. Artık her neyse… Emeği geçen herkesi
kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…
Kadro:
Levent Çelmen, Durukan Ordu, Funda Gökgücü, Zeynep Ekin Öner, Emine Orhun,
Oktay Dal, Adnan Erbaş, Bülent Aksoy, Bahadır Tunç, Meltem Tunç, Sercan Çentay
ve Meral Niron.
Oyunun konusunu yazmak
yerine, Sonya’nın bütün oyunu özetleyen konuşmasını aktarmak istedim.
Yaşayacağız
Vanya Dayı… Biz daha ne uzun günler, geceler geçireceğiz. Alnımıza yazılan
çileyi sabırla çekeceğiz. Elimiz ayağımız tuttuğu sürece dur durak bilmeden
başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel geldiği zaman da usulca öleceğiz. Çok acı
çekip gözyaşı döktüğümüzü, çok içimizin yandığını söylediğimizde Tanrı bize
acıyacak. Ve seninle ben, sevgili dayıcığım, aydınlık ve güzel bir hayat
yaşayacağız. İşte o zaman şimdiki mutsuzluğumuzu hatırlarken gülümseyeceğiz ve
huzura ereceğiz. Buna bütün kalbimle inanıyorum. Büyük bir coşkuyla, sonsuz bir
tutkuyla inanıyorum. Huzur içinde dinleneceğiz. Meleklerin sesini duyacağız,
parıltılar içindeki gökyüzünü seyredeceğiz, dünyadaki bütün kötülükler,
çektiğimiz acılar Tanrının merhametinde boğulup yok olacak, günlerimiz bizi
okşayacak… Buna inanıyorum… İnanıyorum… Zavallı Vanya Dayı sen de ağlıyorsun. Hayatta
mutluluk nedir bilmedin. Ama bekle Vanya Dayı bekle. Huzur içinde dinleneceğiz…
Huzur içinde dinleneceğiz!
Not:
Oyun 2 saat / 2 perdedir.
Ayrıntılı
bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr
Oyunda
kuru-sıkı silah patlamaktadır.
Kaynak
Antik Batı Klasikleri :
“Vanya Dayı” (Basım: 2008)
Oyuna girmeden afişi kendim çekeyim dedim. Sonra farkettim ki Ataol Behramoğlu "çeviren" yerine "yöneten" olarak nitelendirilmiş.
EGE
KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder