10 Şubat 2014 Pazartesi

Geç Yazılmış ve Toparlanmış Bir Yazı: “Profesyonel” (İstanbul DT)



PROFESYONEL

Oyunu ilk kez 14.04.2011’de Beyoğlu Küçük Sahne’de (9. Sıra) izlemiştim. Bir kez daha izlemeye niyetim vardı fakat üç yıldır bilet bulamadığım için bu isteğimi gerçekleştiremiyordum. Sağolsun hocam imdadıma yetişti ve elindeki fazla bileti bana verdi. Fakat oyun Cevahir sahnesindeydi. (7. Sıra) Oturduğum yere daha yakındı ama Küçük Sahne’deki etkiyi yakalayabilir miyim diye beni çok düşündürdü. Oyunun benliğimde yarattığı izi silmek istemiyordum. Zaten beni bu oyuna tekrar çağıran da o izdi. Oyunu izledikten sonra o izin bir kısmını kaybettim. (Daha önde olmama rağmen) Galiba “profesyonelleşmiştim”... 

Umarım ne demek istediğim anlaşılıyordur. AVM’lerin içerisine sıkışmış salonlarda oyun izleme zevkimin yok olup gitmesini durduramıyor ve tiyatronun başlı başına bir binası olması gerektiğine inanıyorum. (Bkz: Dünya’dan örnekler) Buram buram tarih kokan, sanat eserleriyle dolu binalar… Son cümlenin olmamasına da razıyım. (Zaten yok) Daha doğrusu razı olur hale gelmiş (getirilmiş) durumdayım.

Bu kadar serzeniş yeter! Oyuna geçmeden evvel “başlık” hakkında da birkaç şey söylemek istiyorum. Belirttiğim tarihte bir bloğum olmadığı ve dolayısıyla oyunlar hakkında düşüncelerimi yazamadığım için yazıyı üç yıl gecikmeli olarak yayınladım. Bu nedenle böyle bir başlık seçtim. (Yanlış anlaşılmasın ilk seyrettiğimde tuttuğum notlarla değil) Yazıyı geç yazınca yıllardır oyunlarını beğenerek izlediğim Duşan Kovaçeviç’i de es geçmiş olmaktan üzüntü duyuyordum. Bu yazıyla birazda olsa bu üzüntümü gidereceğim…

Duşan Kovaçeviç: 1948 doğumlu Sırp oyun yazarı, senarist, dramaturg, tiyatro ve sinema rejisörü. “Belgrat Tiyatro Film Radyo ve TV Akademisi” mezunu. 1988’den beri “Zvezdara Tiyatrosu”nun Sanat Yönetmeni. Sırp Bilim ve Sanat Akademisi üyesi. Lizbon’un Sırbistan Büyükelçisi olarak görev yaptı. Oyunları 21 dile çevrildi. 2002’de “Profesionalac” adlı filmi Uluslar arası İstanbul Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü”nü ve Motreal Film Festivali’nde “En İyi Senaryo Ödülü”nü kazanmıştır.

Oyunları: 3. Radovan, Maraton Ailesi, Yıldız Tozu, Ocakta Bahar, Uzay Ejderhası, Köyde Delilik, Buluşma Yeri, Balkan Ajanı, Aya Gorgi Ejderhayı Öldürüyor, Klostrofobik Komedi, Profesyonel, Curcunalı Trajedi, Lari Tompson: Bir Gençlik Trajedisi, Beş Yıldızlı Çöp Kutusu, Kunduracı Doktor, İntiharın Genel Provası, Dar Ayakkabıyla Yaşamak.  

Aynı sezon içerisinde (2010-11) İBBŞT “İntiharın Genel Provası” ve “Buluşma Yeri”ni, İDT ise “Profesyonel”i sahneye koyunca o sezon benim için “Duşan Kovaçeviç sezonu” olmuştu. Birçok kişi için de öyle olduğunu sanıyorum. Oyunların hepsi hala devam ediyor. Yazarı tanımayanlar ve tanımak isteyenler için bir fırsat. Ayrıca 2012’de yine İBBŞT tarafından sahnelenen “Dar Ayakkabıyla Yaşamak” bu sezon Ankara Sanat Tiyatrosu’nun da repertuarını süslüyor. Evet.. bir A4 sayfasını yazara, oyunlarına ve benim sitemlerime ayırdığımıza göre (Sadede gel dediğinizi duyar gibiyim) artık oyuna geçebiliriz…

İzlediğim Duşan Kovaçeviç oyunlarında iki ortak nokta gördüm. Birincisi “Oyun içinde oyun” mantığının metnin eksenini oluşturmasıydı. (Bana göre bu tekniğin kullanıldığı en başarılı oyun İntiharın Genel Provası) İkincisi ise politik unsurların oluşu ve bu unsurların “soru” yoluyla eleştirilmesiydi. İntiharın Genel Provası’nda “Kurt neden ot yemez?” sorusuyla gelişen oyun, Profesyonel’de, “Hiç tanımadığınız biri geçmişinizi değiştirebilir mi?” sorusuyla şekilleniyor. Metin bu şekli alırken sizi de geçmişinizle/anılarınızla yüzleştirip, kendi “tiyatro oyununuzu” yazmanızı sağlıyor.

Aslında ortak noktalar bunlarla sınırlı değil. Bir tane daha var fakat diğer oyunlarda belirgin olmadığı için “üçüncü nokta” olarak tanımlamadım. Bir senaryoda (Dizi ya da tiyatro farketmez ama bir oyundan bahsettiğimiz için tiyatro olarak algılayın) parantez içleri önemli bir yer tutar. O sırada oyuncunun ne yapması gerektiğini, nasıl bir duygu içerisinde olacağını bildirir. Dikkat ettiyseniz “bildirir” dedim. Yani “başkası tarafından yazılmış”, “üçüncü şahsın bildiği”, “müdahale ve takip edebildiği” kısımlardır. Tıpkı Luka’nın Teya’ya hatta büyük resme bakıldığında sistemin insalara yaşattığı parantez içleri gibi. Parantez içleri oyunun oluşuma çok büyük katkı yapmış. Ortaya çıkan (çıkarılan) “tiyatro oyununa” da, tiyatral öğeler taşıtarak izleyiciye sunmuş.    

Yazar, anlatıcı konumunda gördüğümüz kişinin (Teya) aslında “gerçek” anlatıcı olmadığını sadece “görünen”in o olduğunu, asıl anlatıcının “tanınmazlığına” (Gizli Polis Luka) rağmen hikayeyi yazıp kurgulayabileceğini, seyircileri şahit göstererek kanıtlamış. Aslında bu kanıtlama iktidar için de yapılabilir. (Ki zaten metin, içerisinde barındırdığı sistem eleştirisi ile bunu yapıyor) İktidar da kimliğini gizli tuttuğu birileri aracılığıyla, farkına vardırmadan peşimizden adım adım gelirken, hikayemizi yazıp, geçmişimizi değiştirebilir (mi?). Luka’nın, görüş farklılığından dolayı Teya’yı öldürme girişimleri gibi canımıza kastedebilir (mi?). Bence burada esas suçlu “aracı”dır. İktidar bunca şeyin hesabını yaparken, o, kendi hesabını yapamaz ve sistem tarafından yutulmaya mahkum olur. Oyunda “elçiye zeval olmaz” deniyor ama……

Metindeki bir diğer husus aydın ile polisin çatışması. Bu ikisi her dönem birbirine düşmandı. Tabii yaşım itibariyle bu düşmanlığı net bir biçimde görmem “Gezi olayları” sayesinde oldu. Rejisörün, metni güncelleştirip Gezi’ye dair “açık” göndermelerde bulunmamasına sevindim. Metin her kadar bunu yapmaya müsait olsa da özünü ve etkisini kaybetmemesi açısından böyle bir tutumun tercih edilmemesini yerinde buldum. Oyunda, aydın, polise ev sahipliği yapmış. (Nezaket sahibi olan yine o) Yani polis deplasmanda. Ufacık bir odada gerçekleşen “itiraf”(lar) ve “özür”(ler) taraflarlara barış yolunu açarken, yan odadan gelen müzik bu yolu tıkamış. Peki ne yapmalı? Müziği sonsuza dek susturmalı mı? Ayrıca polis karakteri hal, hareket ve söylemleriyle “şiddet yanlısı” olduğunu bağırmış. Fakat onu bu hale getiren sistemin farkına bir türlü varamamış. İş işten geçtikten sonra durumu anladığında ise aydını da “aydınlatmış”. Yazar, burada “aydın”ı sorgulatarak kendince bir öz eleştiri yapmış.   

Bu oyunda metin ve oynculuk ön planda olduğu için teknik unsurların bir şeyleri farklılaştırdığını düşünmüyorum. Bu yüzden çok söz etmeyeceğim. Rejisör Işıl Kasapoğlu, hikaye formuna destek çıkarak, “anlatıcı”yı kısıtlamamış ve seyircileri, “dinleyici” vasfına getirmiş. Yukarıda bahsettiğim müziğin barışı engelleme çabasını, müziği birden keserek noktalamış. Gücün ve birliğin “susturucu” özelliğinden yararlanmış. Sevmediğim tek şey bavulun durduğu yer oldu. “Pandoranın Kutusu” misali açılıp, etrafa saçılan ve geçmişin yüküyle ağırlaşan bavulu ben olsam orta yere koyardım. Böylece hem merak ve gizemi doruğa çıkarır hem de oyuncuları, geçmişlerinin etrafında oynatırdım.  

Nurettin Özkönü’nün dekoru, eskiyi (Geçmişi) ve o eskilik içinde çürüyüp gidecek olan insaları, değerleri, inançları başarıyla betimlemiş. Kişilerin anılarında yaşadıklarını gözler önüne sermiş. Pencerenin arkasındaki ağaç, dışarıdan bir manzara göstermenin ötesinde her şeyin iyiye gideceğini, bahara erileceğini (Nihayete kavuşulacağını) ve duyguların “yeşereceğini” sembolize etmiş. Daktilo ve telefon dönem hakkında bilgi vermiş. Etrafın dağınık oluşu, işlerin çıkılmaz bir halde olduğu izlenimi yaratmış. Vestiyerde asılı duran ceket, Teya’nın yalnızlığını ve “alacak bir ceketim kaldı” cümlesini akıllara getirmiş.  

Siyah pardösü “gizli polis” kılığına uyum sağlarken, diğer kostümler de amacına uygun olarak planlanmış. (Kostüm: Gülümser Erigün) Işık, oyunu “gölgede” bırakmayacak şekilde yerini almış. Önder Arık, yazardan ilham alarak eserin başı ile sonunu aynı şekilde tasarlamış. Duygusal sahnelerde ise ortamı yavaş yavaş karartarak izleyiciyi hüzne boğmuş. Müzikler maziye yolculuk yaptırıp, yalnızlığın ve yıpranmışlığın duygularını verirken, gerilimvari tonlar, izleyiciyi oyuna hazırlamış. Tek kusuru var o da sürekli aynı müziğin çalması. “Yaşananlar da hep aynı” deyip işin içinden çıkmak olmaz. Nihayetinde insanı sıkıyor. Soru: “Üçüncü şarkıya ne gerek var?” (Müzik: Cenap Oğuz) 

İki “profesyonel” oyuncu: Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler. Dediğim gibi profesyoneller, değerlendirmek bana düşmez. Sadece Bülent Bey’in, metindeki “gülümser” ifadesini neden “kahkaha atar” hale çevirdiğini ve neden palyaço gibi yürüdüğünü merak ediyorum. Emekli gizli polisler böyle mi oluyor? Ben oyuna son derece zarar verdiği kanaatindeyim. Gülen Çehreli ve Cenap Oğuz’da kısa ama öz rollerini layığıyla yerine getirmişler. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim…
    
Sorunun (Kurt neden ot yemez?) yanıtı: Çünkü bunu onun için koyunlar (başkaları) yapar.

Profesyonel: Bir işi kazanç sağlamak amacıyla yapan kimse. “Meraklı”, “hevesli”, amatör karşıtı.

Not: Oyun 2 saat / Tek perdedir.

Ayrıntılı bilgi için: www.devtiyatro.gov.tr

Oyunu tekrar izlememe ve bu yazıyı yazmama vesile olan hocam Yasemin Ezgin’e teşekkürler…

Kaynaklar

Mitos Boyut Yayınevi : “Profesyonel”
Vikipedia 


                                                                 


EGE KÜÇÜKKİPER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder