PROFESYONEL
Oyunu ilk kez
14.04.2011’de Beyoğlu Küçük Sahne’de (9. Sıra) izlemiştim. Bir kez daha
izlemeye niyetim vardı fakat üç yıldır bilet bulamadığım için bu isteğimi
gerçekleştiremiyordum. Sağolsun hocam imdadıma yetişti ve elindeki fazla bileti
bana verdi. Fakat oyun Cevahir sahnesindeydi. (7. Sıra) Oturduğum yere daha
yakındı ama Küçük Sahne’deki etkiyi yakalayabilir miyim diye beni çok
düşündürdü. Oyunun benliğimde yarattığı izi silmek istemiyordum. Zaten beni bu
oyuna tekrar çağıran da o izdi. Oyunu izledikten sonra o izin bir kısmını
kaybettim. (Daha önde olmama rağmen) Galiba “profesyonelleşmiştim”...
Umarım ne demek istediğim anlaşılıyordur. AVM’lerin içerisine sıkışmış salonlarda oyun izleme zevkimin yok olup gitmesini durduramıyor ve tiyatronun başlı başına bir binası olması gerektiğine inanıyorum. (Bkz: Dünya’dan örnekler) Buram buram tarih kokan, sanat eserleriyle dolu binalar… Son cümlenin olmamasına da razıyım. (Zaten yok) Daha doğrusu razı olur hale gelmiş (getirilmiş) durumdayım.
Umarım ne demek istediğim anlaşılıyordur. AVM’lerin içerisine sıkışmış salonlarda oyun izleme zevkimin yok olup gitmesini durduramıyor ve tiyatronun başlı başına bir binası olması gerektiğine inanıyorum. (Bkz: Dünya’dan örnekler) Buram buram tarih kokan, sanat eserleriyle dolu binalar… Son cümlenin olmamasına da razıyım. (Zaten yok) Daha doğrusu razı olur hale gelmiş (getirilmiş) durumdayım.
Bu kadar serzeniş
yeter! Oyuna geçmeden evvel “başlık” hakkında da birkaç şey söylemek istiyorum.
Belirttiğim tarihte bir bloğum olmadığı ve dolayısıyla oyunlar hakkında düşüncelerimi
yazamadığım için yazıyı üç yıl gecikmeli olarak yayınladım. Bu nedenle böyle
bir başlık seçtim. (Yanlış anlaşılmasın ilk seyrettiğimde tuttuğum notlarla
değil) Yazıyı geç yazınca yıllardır oyunlarını beğenerek izlediğim Duşan
Kovaçeviç’i de es geçmiş olmaktan üzüntü duyuyordum. Bu yazıyla birazda olsa bu
üzüntümü gidereceğim…
Duşan Kovaçeviç: 1948 doğumlu Sırp oyun yazarı,
senarist, dramaturg, tiyatro ve sinema rejisörü. “Belgrat Tiyatro Film Radyo ve
TV Akademisi” mezunu. 1988’den beri “Zvezdara Tiyatrosu”nun Sanat Yönetmeni.
Sırp Bilim ve Sanat Akademisi üyesi. Lizbon’un Sırbistan
Büyükelçisi olarak görev yaptı. Oyunları 21 dile çevrildi. 2002’de “Profesionalac”
adlı filmi Uluslar arası İstanbul Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü”nü ve Motreal Film Festivali’nde “En
İyi Senaryo Ödülü”nü kazanmıştır.
Oyunları: 3. Radovan, Maraton Ailesi, Yıldız Tozu, Ocakta Bahar,
Uzay Ejderhası, Köyde Delilik, Buluşma Yeri, Balkan Ajanı, Aya Gorgi Ejderhayı Öldürüyor,
Klostrofobik Komedi, Profesyonel, Curcunalı Trajedi, Lari Tompson: Bir Gençlik Trajedisi, Beş Yıldızlı Çöp Kutusu,
Kunduracı Doktor, İntiharın Genel Provası, Dar Ayakkabıyla Yaşamak.
Aynı sezon içerisinde
(2010-11) İBBŞT “İntiharın Genel Provası” ve “Buluşma Yeri”ni, İDT ise
“Profesyonel”i sahneye koyunca o sezon benim için “Duşan Kovaçeviç sezonu”
olmuştu. Birçok kişi için de öyle olduğunu sanıyorum. Oyunların hepsi hala
devam ediyor. Yazarı tanımayanlar ve tanımak isteyenler için bir fırsat. Ayrıca
2012’de yine İBBŞT tarafından sahnelenen “Dar Ayakkabıyla Yaşamak” bu sezon
Ankara Sanat Tiyatrosu’nun da repertuarını süslüyor. Evet.. bir A4 sayfasını
yazara, oyunlarına ve benim sitemlerime ayırdığımıza göre (Sadede gel
dediğinizi duyar gibiyim) artık oyuna geçebiliriz…
İzlediğim Duşan
Kovaçeviç oyunlarında iki ortak nokta gördüm. Birincisi “Oyun içinde oyun” mantığının metnin eksenini
oluşturmasıydı. (Bana göre bu tekniğin kullanıldığı en başarılı oyun İntiharın
Genel Provası) İkincisi ise politik unsurların oluşu ve bu unsurların “soru”
yoluyla eleştirilmesiydi. İntiharın Genel Provası’nda “Kurt neden ot yemez?” sorusuyla gelişen oyun, Profesyonel’de, “Hiç tanımadığınız biri geçmişinizi
değiştirebilir mi?” sorusuyla şekilleniyor. Metin bu şekli alırken sizi de geçmişinizle/anılarınızla
yüzleştirip, kendi “tiyatro oyununuzu” yazmanızı sağlıyor.
Aslında ortak noktalar
bunlarla sınırlı değil. Bir tane daha var fakat diğer oyunlarda belirgin
olmadığı için “üçüncü nokta” olarak tanımlamadım. Bir senaryoda (Dizi ya da
tiyatro farketmez ama bir oyundan bahsettiğimiz için tiyatro olarak algılayın)
parantez içleri önemli bir yer tutar. O sırada oyuncunun ne yapması
gerektiğini, nasıl bir duygu içerisinde olacağını bildirir. Dikkat ettiyseniz
“bildirir” dedim. Yani “başkası tarafından yazılmış”, “üçüncü şahsın bildiği”,
“müdahale ve takip edebildiği” kısımlardır. Tıpkı Luka’nın Teya’ya hatta büyük
resme bakıldığında sistemin insalara yaşattığı parantez içleri gibi. Parantez
içleri oyunun oluşuma çok büyük katkı yapmış. Ortaya çıkan (çıkarılan) “tiyatro
oyununa” da, tiyatral öğeler taşıtarak izleyiciye sunmuş.
Yazar, anlatıcı
konumunda gördüğümüz kişinin (Teya) aslında “gerçek” anlatıcı olmadığını sadece
“görünen”in o olduğunu, asıl anlatıcının “tanınmazlığına” (Gizli Polis Luka)
rağmen hikayeyi yazıp kurgulayabileceğini, seyircileri şahit göstererek
kanıtlamış. Aslında bu kanıtlama iktidar için de yapılabilir. (Ki zaten metin,
içerisinde barındırdığı sistem eleştirisi ile bunu yapıyor) İktidar da
kimliğini gizli tuttuğu birileri aracılığıyla, farkına vardırmadan peşimizden
adım adım gelirken, hikayemizi yazıp, geçmişimizi değiştirebilir (mi?). Luka’nın,
görüş farklılığından dolayı Teya’yı öldürme girişimleri gibi canımıza
kastedebilir (mi?). Bence burada esas suçlu “aracı”dır. İktidar bunca şeyin
hesabını yaparken, o, kendi hesabını yapamaz ve sistem tarafından yutulmaya
mahkum olur. Oyunda “elçiye zeval olmaz” deniyor ama……
Metindeki bir diğer
husus aydın ile polisin çatışması. Bu ikisi her dönem birbirine düşmandı. Tabii
yaşım itibariyle bu düşmanlığı net bir biçimde görmem “Gezi olayları” sayesinde
oldu. Rejisörün, metni güncelleştirip Gezi’ye dair “açık” göndermelerde
bulunmamasına sevindim. Metin her kadar bunu yapmaya müsait olsa da özünü ve
etkisini kaybetmemesi açısından böyle bir tutumun tercih edilmemesini yerinde
buldum. Oyunda, aydın, polise ev sahipliği yapmış. (Nezaket sahibi olan yine o)
Yani polis deplasmanda. Ufacık bir odada gerçekleşen “itiraf”(lar) ve
“özür”(ler) taraflarlara barış yolunu açarken, yan odadan gelen müzik bu yolu
tıkamış. Peki ne yapmalı? Müziği sonsuza dek susturmalı mı? Ayrıca polis
karakteri hal, hareket ve söylemleriyle “şiddet yanlısı” olduğunu bağırmış.
Fakat onu bu hale getiren sistemin farkına bir türlü varamamış. İş işten
geçtikten sonra durumu anladığında ise aydını da “aydınlatmış”. Yazar, burada
“aydın”ı sorgulatarak kendince bir öz eleştiri yapmış.
Bu oyunda metin ve
oynculuk ön planda olduğu için teknik unsurların bir şeyleri farklılaştırdığını
düşünmüyorum. Bu yüzden çok söz etmeyeceğim. Rejisör Işıl Kasapoğlu, hikaye
formuna destek çıkarak, “anlatıcı”yı kısıtlamamış ve seyircileri, “dinleyici”
vasfına getirmiş. Yukarıda bahsettiğim müziğin barışı engelleme çabasını,
müziği birden keserek noktalamış. Gücün ve birliğin “susturucu” özelliğinden
yararlanmış. Sevmediğim tek şey bavulun durduğu yer oldu. “Pandoranın Kutusu”
misali açılıp, etrafa saçılan ve geçmişin yüküyle ağırlaşan bavulu ben olsam
orta yere koyardım. Böylece hem merak ve gizemi doruğa çıkarır hem de
oyuncuları, geçmişlerinin etrafında oynatırdım.
Nurettin Özkönü’nün
dekoru, eskiyi (Geçmişi) ve o eskilik içinde çürüyüp gidecek olan insaları,
değerleri, inançları başarıyla betimlemiş. Kişilerin anılarında yaşadıklarını
gözler önüne sermiş. Pencerenin arkasındaki ağaç, dışarıdan bir manzara
göstermenin ötesinde her şeyin iyiye gideceğini, bahara erileceğini (Nihayete
kavuşulacağını) ve duyguların “yeşereceğini” sembolize etmiş. Daktilo ve
telefon dönem hakkında bilgi vermiş. Etrafın dağınık oluşu, işlerin çıkılmaz
bir halde olduğu izlenimi yaratmış. Vestiyerde asılı duran ceket, Teya’nın
yalnızlığını ve “alacak bir ceketim kaldı” cümlesini akıllara getirmiş.
Siyah pardösü “gizli
polis” kılığına uyum sağlarken, diğer kostümler de amacına uygun olarak planlanmış.
(Kostüm: Gülümser Erigün) Işık, oyunu “gölgede” bırakmayacak şekilde yerini
almış. Önder Arık, yazardan ilham alarak eserin başı ile sonunu aynı şekilde
tasarlamış. Duygusal sahnelerde ise ortamı yavaş yavaş karartarak izleyiciyi
hüzne boğmuş. Müzikler maziye yolculuk yaptırıp, yalnızlığın ve yıpranmışlığın
duygularını verirken, gerilimvari tonlar, izleyiciyi oyuna hazırlamış. Tek
kusuru var o da sürekli aynı müziğin çalması. “Yaşananlar da hep aynı” deyip
işin içinden çıkmak olmaz. Nihayetinde insanı sıkıyor. Soru: “Üçüncü şarkıya ne gerek var?” (Müzik: Cenap Oğuz)
İki “profesyonel”
oyuncu: Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler. Dediğim gibi profesyoneller,
değerlendirmek bana düşmez. Sadece Bülent Bey’in, metindeki “gülümser”
ifadesini neden “kahkaha atar” hale çevirdiğini ve neden palyaço gibi
yürüdüğünü merak ediyorum. Emekli gizli polisler böyle mi oluyor? Ben oyuna son
derece zarar verdiği kanaatindeyim. Gülen Çehreli ve Cenap Oğuz’da kısa ama öz
rollerini layığıyla yerine getirmişler. Emeği geçen herkesi kutlar,
alkışlarının bol olmasını dilerim…
Sorunun
(Kurt neden ot yemez?) yanıtı: Çünkü bunu onun için
koyunlar (başkaları) yapar.
Profesyonel:
Bir
işi kazanç sağlamak amacıyla yapan kimse. “Meraklı”,
“hevesli”, amatör karşıtı.
Not:
Oyun 2 saat / Tek perdedir.
Oyunu tekrar izlememe
ve bu yazıyı yazmama vesile olan hocam Yasemin Ezgin’e teşekkürler…
Kaynaklar
Mitos Boyut Yayınevi :
“Profesyonel”
Vikipedia
EGE
KÜÇÜKKİPER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder