20 Haziran 2015 Cumartesi

Hesaplaşan Bir Oyun: 'Vakti Geldi' (İBBŞT)



Gökhan Erarslan'ın yazdığı 'Vakti Geldi', 2013-14 sezonundan beri İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenmekte. Oyunu ancak 2015 sezon kapanışında izleme fırsatı bulabildim. Benim için vakti o zaman gelmişti. Erhan Yazıcıoğlu dönemi oyunlarından izlemiş olduğum beş tanesini (Bir Yaz Gecesi Rüyası, Cibali Karakolu, On İki Öfkeli Adam, Şekerpare, Hayal-i Temsil) yazmama kararı aldım. Böyle bir yönetim anlayışı için kendime saygısızlık etmek istemedim. Fakat Vakti Geldi, bu dönemin bir ürünü değil. Ayrıca son derece beğendiğim ve yazmadığım sürece kendimi suçlu hissedeceğim bir prodüksiyon. Oyunun benimle de hesaplaşmasından korktum ve bu yazı ile bir nebze olsun içimi ferahlattım.   

Gökhan Erarslan 1982 doğumlu genç bir kalem. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık ve Dramaturji Ana Sanat Dalı'ndan mezun. 'Yeni Metin Yeni Tiyatro' projelerinde yer almış ve British Council-Oyun Yaz projesine seçilip, yazarlık atölyelerinde bulunmuş, üretken bir yazar. 2013 yılında kurulan Gusto Tiyatro'nun kurucularından biri. Sonbaharı Beklerken (SAKM'nde sahnelendi), Aldatma Sanatına Giriş (Gusto Tiyatro'da sahnelendi), Paşa Paşa Tiyatro Yahut Ahmet Vefik Paşa (İDT'nda sahneleniyor), Market (SAKM'nde sahneleniyor), Cahide Sonku Müzikali (Provada) ve Mucizeler Sirki Sisler Ülkesinde (çocuk oyunu) adlı oyunların sahibi. 

Vakti Geldi, biri iş adamı, biri emekli bürokrat, diğeri ise profesör olan, şimdilerde siyasete atılmış ve birbirine rakip üç eski okul arkadaşını, bir kadının (gizin) çevresinde tekrar biraraya getirerek hesaplaşmasını başlatan bir oyun. Metin, adından itibaren bilinmezliklerle başlayıp, bilinmezliklerle yoluna devam eden ve bu yolla kendine sürprizli bir final yaratma biçimiyle kurgulanmış. Bu doğrultuda kurgunun çok başarılı olduğunu belirtmekle birlikte, 'bilinmeyen' kavramını açmak niyetindeyim. Metnin geneline bir merak unsuru hakim. Şüphesiz bu durum oyunu izlenir kılan etkenlerden biri. Lakin benim üzerinde duracağım konu bilinmezliğin merak tarafından çok, temsil ettiği anlam bakımından.

Vakti Geldi'yi büyük bir soğana benzettim. Bu benzetmemin temeli şu hikayeye dayanıyor: Kadın'ın haricindeki diğer üç karakter, soğanı farklı kısımlarından soymaya başlıyor. Soymalarının sebebi, bilinmezliği çözmeye çalışmalarından kaynaklı. Her kabuk, başka bir sırrı açığa çıkarıyor lakin olay netleşmekten ziyade iyice bulanıklaşıyor. Metin bu haliyle, 'doğurganlık' özelliğine sahip. Yani belirli bir noktada tıkanması imkansız. Oyunu sevmemin esas nedeni de bu. Finalde cücük ortaya çıkıyor ama elleri kabuklarla dolu olan karaterler, cücüğü yiyemiyor. Mahsülü toplayan Kadın, büyük bir iştahla 'kazancını' midesine indiriyor. Geride kalanlar ise kabukları tekrar birleştirip, ortaya 'yamalı bir soğan' çıkarmayı reddediyor. Bu reddediş belki de metnin tek bilineni. Cücük olmadan her şeyin eksik olacağının farkındalığı...

Yazar, bu sır ile oyunun ivmesini arttırırken, bir yandan da metnin eleştirel boyutunu ön plana çıkarmış. Siyasilerin iki yüzlülüklerini ve çıkar ilişkilerini, son derece gerçekçi bir dille aktarırken, adalet mekanizması ile siyasi kurumların yozlaşmış işleyişini açıkça vurgulamış. Tüm bunların akabinde, finalde yarattığı sürprizle insana olan inancını göstererek, seyirciye/okuyucuya 'mücadele' için umut aşılamış. Eseri, sadece siyaset bazında değerlendirmek yanlış olur. Bir nevi 'rekabetin olduğu her saha' için yorumlamak en azından metnin değerini ortaya koyacaktır. Bu ortaya koyuş aynı zamanda metnin düne kilitli kalmasını önleyecektir. Çünkü karakterler sadece meslekleriyle / cinsiyetleriyle anılan, belirlenmiş isimleri olmayan kişiler. Hangi profesör?/bürokrat?/iş adamı?/kadın? olduğunun cevabı sizde. 

Metni okuduğumda Kadın karakterini bir metafor olarak algılamakla birlikte, genelde 'toplum'u ve 'halk'ı, özelde ise 'birey'i simgelediğine kanaat getirdim. Mesleği dolayısıyla da 'aydın' sınıfın bir üyesi olarak tanımladım. Bu iki düşüncemden yola çıkarak devletin, birey ve toplum üzerindeki (özellikle aydın kesim) yaptırım gücünün, bir mesele/netice olarak masaya yatırıldığına inandım. İnancım, metnin alt katmanlarında duran kadına şiddet ve tecavüz olgularının yanında kişisel hak ve özgürlük ihlallerini de görmemle pekişti. Üç arkadaşı 'üç yüz' şeklinde anlamlandırdım. POLİ, 'çok' demektir. TİKA ise 'yüz'. Birleştirildiğinde POLİTİKA: 'Çok yüzlü' ifadesi ile eşleşir. Oyun bu eşleşmeye müsait...      

Rejisör, Naşit Özcan'ın oyunu iyi irdelediği belli. Metnin 'geçmiş' ile olan bağını, 'sararmış fotoğraf' efektiyle belgelemiş ve dondurmuş hali etkili. 'An'lar üzerindeki duruşu, oyunun gerilim yönündeki tesirine hizmetli. Hareket düzenindeki birbirini takip etme mantığı, 'fedai' arayışının kanıtı. Bir süre sonra 'aynı gemide olma' durumunun tek bank üzerinde toplanması oyunun hem görsel hem de içerik açısından olumlu yanları. Bana göre dramaturg Hatice Yurtduru'nun işini iyi yaptığı tek oyun. 

Gamze Kuş'un dekor tasarımı takdire şayan. 'Tükenmek' üzere olan üç kişiye, harap haldeki üç ayrı bank tahsisi pek güzel. Banklardan birinin çökmüş vaziyeti, kişilerden birinin 'emekli' olması ile ilintili. Saatin doğruyu göstermemesi 'vakitsizliğin' bir sembolü. Olayın bir tren garının bahçesinde geçmesi, -ki burada büyük pay elbette yazarın- 'tren kaçıyor' cümlesini aklıma getirdiğini söylerken, yaratılan konseptin de başarısını göz ardı edemeyeceğim. Tebrikler! Ayşen Aktengiz Bayraşlı'nın kostüm tasarımları, mesleki ve maddi açıdan oyunun amacı ile karakterlerin ruh hallerine, renk-ton seçiminin de yardımıyla çok uygun. 'Konuşan' kostümler! Kadın'ın kırmızı paltosu bana Schindler'in Listesi'ndeki küçük kızı anımsattı. Filmi düşündüğümde amacın da aynı olduğunu sezdim. Gezi'deki 'kırmızılı kadın' da bir nevi 'kurtarıcıyı/kahramanı' simgeliyor idi.  

Işık tasarımı Özcan Çelik imzalı. Kadın'ın sahneye girişi için tercih edilen karanlık, bir sırrın gelişinin habercisi. Gece atmosferinin, oyun dekorunun da desteği ile oluşturulması doğallığın bir temsili. Ömer Göktay'ın müzikleri, oyunun kimi zaman mizahi kimi zaman gerilimli yapısını haykıran ezgilerle dolu. Metin Taşkıran, efektleriyle oyunun yıldızlarından biri... 

Orhan Hızlı (İş adamı), kendinden emin tavırlarıyla, karşısındakilerin ezik, iktidara ise en yakın olduğunu seyirciye geçirmede muazzam. Selçuk Soğukçay (Profesör), diğer iki arkadaşına göre siyasi işlerle pek ilgilenmediğini, daha çok bir üniversite içerisine sıkışan hoca profilini çizmede usta. Ali Karagöz (Bürokrat), emekliliğinin vermiş olduğu dinginliği, kendini geri çekişleriyle anlamlı kılan bir üstat. Ve Yeşim Koçak! (Kadın) Yer yer üstünlüğü ele geçirip, yer yer yenilmişliği betimlemede ve ses tonunu kullanmada harika. Onu sahnede izlemek benim için büyük keyif. Emeği geçen herkesi kutlar, alkışlarının bol olmasını dilerim...    

Vakti Geldi İYİ TİYATRO...   



Notlar;
Oyun 1 saat 15 dakika / Tek perdedir.
Fotoğraf bana aittir.

Kaynak
Oyun metni (Vakti Geldi)
Vikipedi (yazar)




Ege KÜÇÜKKİPER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder